30 Mayıs 2020 00:44

Mazi ile övünmek neyin gerekçesidir?

Yassıada

Fotoğraf: Onur Çoban/AA

Paylaş

Psikanalizin Kurucusu Freud, 1916 yılında Viyana Üniversitesinde verdiği ünlü konferansında insanlığın üç kez inanılmaz şekilde sarsıldığını ileri sürer. Birincisi, dünyanın evrenin merkezi olduğu düşüncesinin Kopernik tarafından yıkılması; ikincisi, insanın kendisine atfettiği ayrıcalıklı yerin, aslında “hayvan krallığından” gelmiş olduğu teziyle Darvin tarafından yerle bir edilmesi, nihayet üçüncüsü de, insanın aslında kendisinin dahi bilemediği, gereği biçimde denetleyemediği gerçeğinin psikanaliz tarafından ortaya koyulmasıdır. Böylece, insanoğlu kendisini kondurduğu “âli makam”dan “insanlık makamı”na indirmiştir. Tabii bu normalleşme herkes için geçerli olmayıp, insanın kemal derecesi ve idraki ile gerçekleşir. Ne var ki, insanın bu üç muazzam sarsıcı buluşlar karşısında nereye savrulacağı, doğa ve onun mühendisliği olan bilgi karşısında mütevazı alana mı, yoksa kainatın bilimler kategorisinde henüz birinci kata dahi ayak basamadan aklın her şeyi çözeceğine inanıp şımarıklık alanına mı savrulacağı kendi fazileti ve insanlık mertebesi ile ilgilidir.

Dönüp dolaşıp aynı yere geliyoruz; insan fazilet ve bilgi derecesi ile kendisini ifna eder ve doğada kendisine ayrılmış “insanlık” yerine oturur. Bir başka bilgenin özdeyişine de kulak verdikten sonra kendi işimize dönelim. Şöyle bir söylem çevremizdeki insanlara sizce ne denli yapışır ya da yakışır: “Tek bildiğim, hiçbir şey bilmediğimdir!” Her alanda bilgi sahibi olan insanlarla donatılmış bir toplumda yaşamıyor muyuz? Peki, her şeyi bildiğimiz halde, nasıl oluyor da, uluslararası ödüllerde nal topluyoruz? Gerçekçi olalım, her şeyi bildiğini, her alanı denetleyebileceğini iddia eden kişi aslında cahildir, korkaktır. Cahil, cehaletinin farkında değildir; korkak ise, korkaklığını perdelemek için daima en üst makamlarda, her şeyi denetleyebileceği güç ve mevkilerde bulunmak ister.    

Üç muazzam buluş insanı kemale erdirdiği derecede sakinleştirir; geçmişi de makul yere koymasına, geleceğe de makul düşünce ile yaklaşmasına sebep olur. Geçmiş ve gelecek, birbirinden ayrılmaz bütün olarak algılandığı sürece gelecekten umudunu yitirenler daime geçmişe döner, çünkü içindeki boşluğu doldurmak ve oluşturduğu toteme taparak kendi aidiyet duygusunu geliştirmek, hatta bu rolle siyasi tabanı tahkim etmek ihtiyacı içindedir. Oysa hem bizzat insan hem de insanın çevresi için çok daha anlamlı olan geleceği planlamak ve ona ulaşmaya gayret etmektir. Şu halde geçmiş ve gelecek sadece geçmiş ağırlıklı değil, ondan daha da önemli olarak gelecek ağırlıklı olarak  birbirine bağlanır. Gelecekten umudunu kesen ya da toplumunun geleceğini abat edemeyenler geçmişin parıltısıyla, hatta olmayanı da parlatarak güçlenmeye çalışır. Oysa geçmiş geçmiştir; bir daha da gelmeyecektir. Geçmişi yaşatmak ise, geleceğe matuf ondan ders almak şeklinde olabilir.

Bir darbe iddiasıdır, akıl almaz şekilde sürdürülerek ve çarpıtılarak siyasi taban tutulmaya çalışılmaktadır. Öyle sanıyorum ki, kainata başat olan egemen güç, kuşkusuz potansiyel darbeci güçlere de başattır, en azından olması gerekir. O zaman bu darbe sözü neyi işaret etmektedir? Birincisi, 1960 yerilirken darbeyi yapanların muhalefet cephesi olduğu algısı yaratılarak bugünkü muhalefetle özdeşleştirip, hesaplaşama yoluna girilmeye çalışılmaktadır. Geçmişin darbesini kimin yaptığı bugün için zerre kadar önemli değildir, çünkü geçmişin darbesi de geçmiştir, eğer darbeciler üzerinde bazı siyasilerin gücü olduğu tezi ayakta tutulmaya çalışılıyorsa, şu bilinmelidir ki, servet miras yoluyla geçer, ama darbeci zihniyet miras yoluyla geçmez, darbeyi oluşturan zamanın koşullarıdır. Kısacası, bugün 1960 olayından ders alınmak isteniyorsa, darbenin oluşum koşulları üzerinde durulmalı ve benzer koşulların oluşturulmasından, örneğin ünlü Tahkikat Komisyonu teşkili ya da Vatan Cephesi tuluatı ile milleti bölücü saçmalıklardan şiddetle kaçınılmalıdır.

Darbe konusu birkaç alternatifte düğümleniyor. Birincisi, olası seçim planında muhalefetin dışlanma kanallarının şiddetle işletilmesine çalışılmaktadır. Son yerel seçimleri hazmedemeyen iktidar önce muhalefete, ikinci aşamada da muhalefete bu olanağı vermiş olan “vefasız”, hatta “Disiplin edilemeyen arsız” seçmen tabanı olarak görülen kitleye gözdağı vermeyi amaçlamaktadır. Naçizane şunu belirtmenin hem iktidar hem de ülke yararına olacağını düşünüyorum: Bir takım manevralarla seçimi kazanma yollarını tırtıklamak, hatta sandıkla değil, sokak gücü ile iktidarı tutabilmek yol değildir. İktidara da yazık olur, ülkeye de. İktidarın yapması gereken, Ünlü Sanayici Henry Ford’un mezar taşına kazıttığı kitabeye göz atmaktır: “Burada, kendisinden daha akıllı insanları çevresinde toplamasını bilen insan yatmaktadır.” İktidar olgusu güce değil, akla dayanır. Güç aklın uygulayıcı hizmetkarıdır; akıl ise gücün emrinde olamaz, doğaya aykırıdır. Göstermelik ve gerçekçi olmayacak şekilde o gruba bu gruba yıkılarak darbe lafı ile seçime gidilmesinin işaret ettiği tek olası politika, sokağın sandıkla ikamesi ya da bir şekilde ikisinin bir arada kullanılması olabilir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...