31 Ekim 2018 00:31

Görmesen de izlemesen de

Görmesen de izlemesen de

Fotoğraf: Envato

Paylaş

İstanbul’un geleneksel ve dini değerlerini aksesuar veya fon olarak kullanan Belçikalı foto modelin çıplak fotoğrafları koca bir mahremiyet alanına bodoslama bir giriş sayılır. Çünkü burada cetler, zaferler, beka gibi sözcüklerle efsunlandığında sıradan kent nesnelerinin çoğu, önünde huşuyla eğilmeye davet eden bir derunilik kazanmıştır. Çıplak bedeni bu efsunlamayı bozan foto model, tepkiler üzerine şöyle bir açıklama yaptı: “Ben Türkiye’yi izlemiyordum, izlesem belki bunları yapamazdık, foto muhabirim de izlemiyor sanıyorum.”

Olan bitene gözünü kapattığında her şeyin buharlaştığı bir alem mümkün müdür acaba diye içinden geçiren de olmuştur belki. Bilmemenin, izlememenin insanın optik ayarları üzerinde nasıl bir etkisi olabilir? Heybesine doldurduğu bir dizi oryantalist imgeyi nakite çevirme derdindeki foto model, önünde poz verdiği kent aksesuarlarının değerini doğal olarak bunların amacına ne kadar hizmet edeceğiyle ölçüyor. Buradaki nüfusun optik ayarları ise gerekirse herhangi bir nesnede derin bir anlam, mekanda uhrevilik, el yapımı her şeyde bile bir kutsiyet tanımlamayı mümkün kılan bir mesafeyi kurmaya ayarlı. Ayarı yapan el, bizzat siyasi iktidar ve bu iktidarı koruyan kollayan iktisadi ve siyasi büyük bürokrasiyle bunların kaş yapayım derken göz de çıkarıveren işgüzar yerel muhafızları.

Mankenin haberi basına Cumhuriyet Bayramının arifesinde düştü. Cumhuriyetin kuruluşunun 95’inci yılı kutlamalarına üçüncü havaalanının açılışını yetiştirmek için kendisini çok zorlamış olan iktidar mensupları, geleneksel törenlerin yerine kurdela kesmek; bu imkanla eski Osmanlı başkentini ihya etmek, kutlama törenlerine katılım sınırlamaları getirmeye çalışmak, geçen seçimlerden itibaren cumhuriyetsiz bir cumhuriyete geçildiği halde Cumhuriyet hala varmış gibi yapmaya hazırlanmakla meşguldü o sırada.

Cumhuriyet Bayramı onun simgelerine sahip çıkanlar tarafından ise mümkün olduğunca geleneğe ve göreneğe uygun kutlanmaya çalışıldı.

Cumhuriyetten kalanlarla, bu hazır bir zemine kendi vizyonlarını çakmaya çalışanlar arasındaki simgesel çekişme yurt sathında sürdü.   

200 destinasyona, 300 milyon yolcunun (bu bilgiler rivayete göre değişken) taşınacağı, kamu özel işbirliği alameti farikası havaalanı bir zafer anıtı olarak açıldı! Kime karşı, hangi savaştan, hangi mücadeleden kazanılmış bir zaferin anıtının kurulduğunu burada sormaya gerek yok. 16 yıldır sürdürülen optik ayarlama sayesinde sözcüklerin nesneleri nasıl yapılandırdığına yeterince tanık olduğumuz için bu boş sözlerin nasıl bir içeriğe gönderme yaptığını anlamak zor değil. 

İnşaatın beş ortaklı konsorsiyumu, bu önemli iktidar simgesinin kurdelası kesilirken, açlığa mahkum edilen ama bunu protesto etmeye kalktıklarında bir kısmı tutuklanan işçilerin üzerine jandarmayı sürmekteydi. İşçilerden biri “Mısır piramitlerini yapan köleler gibiyiz, bize köleymişiz gibi muamele ediyorlar” diyorlardı. Havaalanına zafer anıtı muamelesi çekerek efsunlaştırmanın altından böyle bir gerçek sırıtıyordu.

Bizde optik ayara o kadar kolay gelmeyenin hakkı pek tabii ki kötek oluyor. İnsanları döve döve imana ve sadete getirmenin, kutsallık anlatılarından karnı doymayıp da açlık gibi bir hisse kayıtsız kalamayanların sopayla terbiye edilmesinin simgesel bir anlamı var elbette. Havaalanı gibi kentin ve memleketin bağrına basılan bir tuğradan büyülenmeyip onun iç işlerini faş etmek suretiyle mahremiyeti ihlal etmek, ve simgesel değerini hiçleştirmek bir bedele mukabil. Simgelerin konuştuğu alemde bu havaalanının simgesi şimdi işçi yataklarındaki tahtakuruları.

İstanbul Erkek Lisesi gibi seçkin bir okulun, Cumhuriyet töreninde biz illa İzmir Marşını söyleyeceğiz diyen öğrencilerinin de Müdür Yardımcısı tarafından dövülmek gibi bir bedel ödediklerini anmadan geçmeyelim.

Sonuçta burada yaşayanlar “Ben Türkiye’yi izlemiyorum” diyebilme hakkına sahip değiller. Gördükleri tahribat karşısında mücadele ediyorlar. Foto modelin sorumsuz ihlali bir sapma olarak bir kenara ayrılmak kaydıyla; görmeyen, bilmeyen, olan bitene gözünü kapatan; bütün insani birikimlerin tahrip edilen zemini tuğladan, taştan el yapımı inşaat nesnelerine yuva olurken orada sadece görmeleri isteneni gören bir nüfus bu ülkeyi yönetenler için ne kadar makbul olurdu!  

Ama işte dikiş tutmayan bir şey var sonuçta. Bir okulda üç-altı yaş grubu öğrencilere türban ve sarıkla namaz kıldırıldığı sırada Diyanet İşleri Başkanı izm’lerle mücadele ettiklerini söylüyordu. Daha önce bunun deizm filan olduğunu açıklamıştı. Kutsallık inşa edildikçe dağılan, simgeler hayatın kendi gerçeklikleri karşısında dayanıksız bir büyüklük demek ki. Belçikalı foto modelin fotoğrafları nesnelerdeki, yüklenmiş kutsiyetin aynı zamanda ne kadar uç bir yozlaşmaya doğru çözülebileceğine, nesnenin birden çırılçıplak kalabileceğine çarpıcı bir biçimde işaret ediyor. Zafer Anıtı, bu sırada, temeli işçi kanıyla atılmış, ağır sömürü ve doğa talanı pahasına inşa edilen ticari bir meta olarak bize bakıyor. Bakmasan da, izlemesen de…

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...