03 Ocak 2016 01:00

Zaman daralıyor, 'Gecikmiş tedavi' tedavi olmaz!

Zaman daralıyor, 'Gecikmiş tedavi' tedavi olmaz!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Adettendir, her ‘yeni yıl’ yazısı ‘eski yıl’a da bir bakar ya, 2015’e girerken (28 Aralık 2014) bu köşedeki yazı şöyle bağlanmış:
“Roboski’de savaş uçaklarıyla paramparça edilen çocukların hatırası, Kobanê’deki IŞİD vahşeti altında kuşatılmış, vurulmuş, sürülmüş bir halkın dramına karıştı... Roboski’den Kobanê’ye; Kürde düşmanlıkta milim oynama yoktur. ‘Kimya’ korunmaktadır. Ama ‘kırılma’ da derinleşmektedir. Roboski büyük bir kırılmaydı. Kobanê, onun bin katı daha büyük bir kırılma. Görüşmeler, çatışmasızlık, ‘müzakere süreci’, dipte derinleşen bu ‘kırılma’ enerjisini yatıştıracak kadar sahici olacak mıdır?.. Gerçek siyaset hangi alanda vücut bulacaktır? Kobanê’yle, Rojava’yla, Şengal’le bir başka düzeyde ipuçlarını veren Kürdistan tahayyülünde mi; onu bir kaşık suda boğmaya hazır bir devlet ve Hükümet aklının razı olabileceği çok güdük ‘çözüm’ aralığında mı? Bu ‘aralığın’, Kürtlerin çözümündeki ‘özerk yaşam’ı içermesi mümkün olabilecek mi? Aradaki büyük mesafe, çözüm diplomasisiyle giderilmeyecek kadar somut ve gerçek değil mi? Tarafları belki bir süreliğine yakınlaştırabilecek ‘ara-çözümler’, siyasal süreci olduğu noktada dondurmaya yetecek mi? Bu örgütlülük ve ulusal özgürlük bilinciyle Kürt dinamizmi, ara çözümlerde çakılıp kalacak mıdır? Nereye evrilecektir?...
Sorular çok… Ve bu soruların yanıt bulması öyle çok uzun süreler gerektirmeyecek gibi… Önceleri, ‘uzun yıllar alır’ dediğimiz birçok şey, bugün çok daha kısa zamanların konusu artık... Siyasal mücadelenin keskinleşmiş ve yoğunlaşmış seyri, kimseye ‘düşünmek’ için öyle uzun zaman bırakacak esneklikte değil… Her geçen yıl biraz daha hızlı akacak yani... 2015 de…”
...
Evet, 2015 de bitti, biriktirdikleriyle... O sorular daha keskin, daha acil. Birikenlerle hızlanan zaman, daha bir nefes nefese şimdi. Hızlanan zaman, kısalıyor da, kimsenin fazla zamanı yok artık! Tarihinin en zalim iktidarlarından birinin elinde dolu dizgin bir uçuruma sürülüyor Türkiye. Kürtlere ‘hendek kazdılar’ bahanesiyle yeniden açılan savaş, en başta ‘birlikte yaşamak’ esaslı gelecek tahayyülünü bu uçuruma süpürüyor. Kuşkusuz ki, Kürdün devletten kopuşu üzülünecek bir şey değil, ki bu çoktan başlamış bir süreçtir zaten. Ama devletin bu ‘kopuş’ sürecine halkı ortak etmesi, halkları düşmanlaştırmasıdır asıl sorun. Felâket orasıdır...
‘Bir arada yaşamaya mecburuz, aksi düşünülemez’ argümanının kendiliğinden ‘teskin edici’ etkisi de yok artık. Bugüne kadar bir tür ‘rahatla(t)ma duası gibiydi ve hâlâ karşılık buluyor oluşunu büyük ölçüde Kürtlerin sorumlu yaklaşımlarına borçluydu. Oysa başka bir eşikteyiz şimdi. “Dişine kan değmiş kurtların” salındığı kentlerde, vurulmuş yavrularını toprağa veremeyen Kürtlerin omuzlarına bırakılmayacak kadar ağır bir ‘bagaj’ oldu artık ‘bir arada yaşam’ denilen mesele.
2016’ya ölüm kuşatmasında girerken, üç aylık bebeğe morglarda yer bulunamazken, beyaz bayrakla ölülerini gömmeye giderken bile kurşunlanıyorken birer birer, en düşman ordular arasında bile geçerli asgari savaş hukukuna bile uyulmazken, direniyor Kürtler... Gözyaşları ve tilililer arasında ateş çemberinden geçiyorlarken bir kez daha, Kürt ölümlerinin bu kadar ‘doğal’ sayılıyor olmasının sonuçları olacak elbette. Cizre’nin, Sur’un, Nusaybin’in duvarlarında patlayan her top mermisi, Batı’nın geleceğinden de telafisi çok zor gedikler açmaktadır. “ODTÜ’ye de Cizre’ye girdiğimiz gibi gireriz” sözlerindeki Cizre metaforu boşuna değil yani. Kürtlerin yaşadığı travmadan bahsedilir ya, asıl travma da işte bu Cizre konseptine olan duyarsızlıktır aslında.
Payına düşen ateşin nedenini biliyor Kürt, başedecek olanakları da var; politiktir, örgütlüdür... Travmanın hükmü olmaz Kürde; darbelenir ama yenilmez. Vahim olan ‘Batı’nın travmasıdır. Gözünün önündeki taammüden cinayeti izlemek, görmek ama kavrayamamak... O cinayetle kendi yaşamı arasında bağı kuramamak... Ölümü ve direnişi sadece seyretmek... Kürde vurulan her bir sillenin kendi suratında da patladığının farkına varamamak... Uyuşturulmuş olduğundan, ayakları altındaki toprağın kayıp gittiğini hissedememek, geleceğinden eksiliyor olmak... Asıl travma bu işte!
‘Yeni yıl’ denilenin ‘kendiliğinden’ vaat edeceği zırnık kadar bir yeniliği yoksa eğer, bu travmayla başetmek de kendiliğinden olmayacaktır. Herkes kendi ‘yeni’sini kendisi yaratabilecek ya da kendi ‘eski’sinde çürüyecektir!
2016’ya girdik, zaman daha da hızlanacak... Fırtınanın önündeki Kürtler, hep güçlenerek çıktılar, yine öyle olacak. Günlerdir gömülemeyen ölüler gömülür elbet, can çürüse de onur çürümez nasılsa.
Mesele, o diğer travmanın tedavisidir. Savaşı seyretmemek, Kürdün öldürülmesine sessiz kalmamak, travmalı bir yaşamı kader bellemeyip ‘tedavi’ olmak demektir. Gecikmiş tedavi ise tedavi değildir.
2016 yılı bir tedavi yılı olacaksa eğer, ‘kutlu olsun’! 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...