30 Kasım 2014 03:54

Sinema eleştirisinden ekmek yiyen yok

Hayat Televizyonu’nun çiçeği burnunda, kökü derinlerde sinema programı On Seansı’nın ev sahipleriyle yaptığımız röportajın daha en başında gülüşmelerle başlaması Şenay Aydemir, Evrim Kaya ve Hasan Cömert’ın ekranlarda gördüğünüz samimiyetini sayfalarımıza taşıdı.

Paylaş

Ayşen GÜVEN

Hayat Televizyonu’nun çiçeği burnunda, kökü derinlerde sinema programı On Seansı’nın ev sahipleriyle yaptığımız röportajın daha en başında gülüşmelerle başlaması Şenay Aydemir, Evrim Kaya ve Hasan Cömert’ın ekranlarda gördüğünüz samimiyetini sayfalarımıza taşıdı. İnternet çağında sinema eleştirmenliği, iyi  film-kötü tartışmaları, festivaller, sinemanın 100. yılı gibi sinema eleştirisinin olmazsa olmazlarını konuştuğumuz ekibin Hayat TV izleyicilerine duydukları sorumluluğu da öğrenmiş olduk. Sinema filmlerinin ve sinema eleştirmenlerinin artmasıyla aslında iyi film-kötü film noktasına indirgenen kısacık eleştirilerin yaygınlaşmasına neden olduğunu belirten On Seansı eleştirmenlerimiz, sinema eleştirmenliğinin nasıl “ikinci işe” dönüştüğüne dikkat çekiyorlar. Filmleri gölgede bırakan kimi galalar, Türk değil Türkiye sineması vurgusu, kötü filmden çıkarılacak dersler ve film listelerinin 10 zararı için buyurun On Seansı’nın kırmızı halı geçidi başlıyor.

On Seansı'nın yayınlanmış bölümlerini izlemek için tıklayın...

Şenay Aydemir: Neden sinema diye başlarmışsın. (Gülüyoruz)

Sordunuz yanıtlayın madem?
Şenay:
Muhtemelen 12-13 yaşlarındaydım, Bruce Lee filmi yerine Son İmparator’a gitme gafletinde bulundum ve film bitmedi ve ben hiçbir bok anlamadım. Yıllar sonra anlamalıyım galiba diye bir an geldi yani.
    
Günde kaç film izleyebiliyorsunuz?
Evrim Kaya:
Festival zamanı 5’e çıkabilir ama çıkmasa tabi iyi olur. 3-4 film genelde
Hasan Cömert: 7 - 8’e çıkan sinema yazarları da var ama benim için 4 iyi yani.
Şenay: İki üst üste bir boşluk bir film daha izlenebilir, sonra eve git maç seyret.

Sen de mi maç seyredenlerdensin Evrim?
Evrim:
Futbolcu filmleriyle sınırlı futbolla ilişkim. Gerçi birkaç tane iyi futbol filmi var, onları izleyeceğim.
Hasan: Beşiktaşlı olduğum için maç izleme kısmım yok, izlemiyorum.

Sinema üzerine konuşmak hoşunuza gidiyor mu? Yani filmi izlemek başka, bir şey yazmak başka bir şey…
Evrim:
Para için yapıyoruz, parası çok iyi.
Şenay: Sen şimdi o kadar parayla gelmeseydin niye kalkıp şey yapalım.
Evrim: Gerek yazdığımız yayınlar olsun, Arka Pencere, Altyazı, Agos olsun, çok iyi para veriyorlar.
Hasan: Yani arkadaşlar ne kadar alıyorlar bilmiyorum ama…

Bizden mi?
Şenay:
Tabii, 10 lira istiyoruz, Arka Pencere’den 10 lira alıyoruz, buradan da istiyoruz.
Hasan: Haftalık almayalım ama yılsonu alalım.
Şenay: Yazı başına 10 lira, Arka Pencere’den en son 480 lira aldım, 47 yazı birikmiş. Şimdi programa başladık, 2 yıl sonra sen bize 1000’er lira ver mesela...

Sinema eleştirmenliğinin, yazarlarının büyük derdi para..
Şenay:
Para değil aslında, severek yazıyoruz. Yani ekonomik karşılığı yok, sinema yazarı olarak tanınan isimlerden bir ikisi hariç kimse sadece sinema yazarak hayatını devam ettirmiyor. Herkes çalıştığı kurumda başka bir iş yapıyor aslında, gazetelerde çalışanlar da öyle. Yani Uğur Vardan daha düne kadar Radikal’in spor müdürü olduğu için aslında Radikal’den maaş alıyordu. Sinema yazıyor diye kimse ona para ödemiyordu. Ben kültür sanat editörü olduğum için para kazanıyordum, sinema yazdığım için değil.
Hasan: Zaten bir sinema dergisi var, sinema ticari olarak görülen bir şey değil, dergi mesela en görülebilecek alan belki, sinema dergisi alınır diyorsun, on tane gezi dergisi var, edebiyat gibi daha az popüler olan alanda bile 6-7 tane dergi var.
Evrim: İşte televizyon ayağı da aynı. Doğru düzgün bir program yok. Film galasında Nefise Karatay’ı niye görüyoruz? Hemen böyle magazin içine yediriliveriliyor.

Siz neden o yanlarıyla anlatıyorsunuz sinemayı? Olmaz mı diyorsunuz?
Evrim:
Bizim gençliğimizde vardı sinema programları. Ben öyle tav oldum,  masabaşında yaptıkları Beyaz Perde vardı. Atilla Dorsay’ın ve Rekin Teksoy’un başında böyle bizi hazırlayıp film izlettikleri programlar vardı, yani TRT’nin iyi bir arşivi vardır. Ben mesela ilk Ken Loach’ımı orada izlemişimdir.
Şenay: Kieslowski’leri, ‘Öldürme Üzerine Kısa Bir Film’i orada izledim.
Evrim: Bir de eleştiri de gerçekten daha eleştiriydi, kendimi katarak söylüyorum. Kısa kompakt bir yazının içinde “film iyi, film kötü” filmle ilgili temel bilgi filan azaldı birazcık. O zamanda bir filmi yazar yerle bir ettiyse, o kan davasına dönüşüyormuş. Rekin Teksoy’la Vedat Türkali 30 sene filan kavgalıydılar, onun yazdığı bir senaryoyla ilgili bir şey yazdığı için. Sonra Rekin şey dedi, “Vedat Türkali’yi gördüm, selam verdim, şimdi adam yaşlı ölür mölür.” Vedat Türkali 90 yaşında, Rekin 80 yaşında. Ucuz kovboy filmi gibi film demiş senaryosuna..
Hasan: Bence aslında eskiyi çok bilmiyorum ama keskinlik meselesi şu an bir sorun. Keskin olunmamasını zaten sorun buluyorum. Yani Türk sinemasında fazla orta yoldan gitme var bence. Çünkü birilerini tanıyorsun mutlaka ve yabancı bir filme göstermeyeceğin toleransı gösteriyorsun.
Evrim: Türk sineması mı dedin?
Hasan: Türkiye mi diyeyim?
Evrim: Evet.
Hasan: Her defasında hatırlıyorum ama..
Evrim: Ama yönetmenler çok tahammülsüz, filmiyle ilgili bir kelime et, iki sene sana afra tafra yapıyor. Nasıl olacak peki?
Hasan: Ya aslında şöyle mesela, benim en azından twitterdan gördüğüm kadarıyla insanlar film eleştirisinden çok film listeler falan paylaşmayı seviyorlar. Ciddiye almadığım sinema siteleri var. İsmini vermeyeyim, vereyim alma sen. Ne bileyim şeyini çıkarma olayı yani. Bu listeler de rağbet görüyor. Film eleştirisi yok, ama film listesi var.
Evrim: Gazeteden okumuyor insanlar, telefondan okuyorlar. Tak tak tak.
Şenay: Gerçekten bu kadar yazın içerisinde sağlıklı düzgün bir eleştiri bulmak giderek zorlaşıyor sayı arttıkça. Diyarbakır’da bir adamla tanıştım ben, evladım dedi hastane kurdular hastalık arttı, okul kurdular cahillik arttı, genelev kurdular fuhuş arttı. Yani sinema yazarı ve sinemacı artınca iyi film bulmak da iyi eleştiri bulmak da zorlaştı, şimdi bunun kaynakları da azalıyor. Ben en azından şöyle bakıyorum; internetin, derginin ve gazetenin fark etmez, bana google’da bulamayacağım bir şey söylemeli yani. Filmin gösteriminden sonra birileri başyapıt ilan ediyor, sinema yazanlar bunlar. Niye başyapıt olduğuna dair iyi bir yazı okumak istiyorum. Yani tüm doneleriyle, çünkü bittiğinde niye kötü olduğunu ortaya koymak kolaydır ama filmin niye iyi olduğunu ortaya koymak daha zordur.

Yazarken böyle, televizyonda nasıl yapılacağını kestirbiliyor musun?
Evrim:
Ben birkaç haftadır hem Agos’ta yazıyorum filmi, hem burada anlatıyorum, çok farklı şeyler olduğunu fark ettim. Dün mesela İnterstellar’dan çıktıktan sonra hemen yazdım. Bir köşem var, bazen onu iki filme üç filme ayırıyorum. Orada bir oyunum oluyor, ben koyuyorum kuralları ve açıyorum, bir oyuncak buluyorum, bir fikrin etrafında çeviriyorum, bağlıyorum, bu arada da olabildiğince sübjektif bir yerden genelde çakıyorum, köşede daha sert oluyorum burda olduğundan. Burada kendi aramızda bir dinamik var, Hasan benden önce sert çakacağı için iyi polisi oynamayı tercih ediyorum.
Hasan: Başladığımız haftadan beri çok çakılacak film geldi arka arkaya, Balık’ı kaçırdık, ona güzel çakılırdı. Olmuyor yetişemiyorsun.
Evrim: Diyalog bu ya, içimizde başka bir dinamik oluyor.


NE ŞAHANE OLDU!

Biz sinema programına başladığımızdan beri ne şahane oldu gibi tepkiler geliyor.
Hasan:
Gelmesin mi?

Gelsin tabii, sizin program insanlara öneri sunma gibi bir şeye karşılık geliyor ya, böyle hissediyor musunuz yani. Bizim söylediklerimize göre filmi sevecekler ya da sevmeyecekler, gidecekler ya da gitmeyecekler..
Şenay:
Ben düşünen ekoldenim yani ben kime yazdığımı düşünerek yazarım. Hayat TV’nin bir hitap etmeyi uygun gördüğü, kitle olarak seçtiği seyirciye uygun bir film olması gerektiğini düşünüyorum. Bu hafta Hunger’ı seçerken de aynı.

Sizce de kötü filmin kötü olduğunu bildiğin halde izlemeniz lazım mı?
Evrim:
Biraz önemli. Başka kriterlere göre de değişiyor, üzerine bir şeyler söylemek anlamlıysa evet ama gerçekçi olalım imkansızı istemeyelim. Kıyıda köşede o kadar kötü film oluyor ki.
Şenay: Doktor diyor mu ben de insanım, bugün dördüncü ameliyatımı yaptım, sabahtan beri kalp ameliyatı yaptım, bademcik ameliyatı yapacağım diyor mu? İşi olarak görüyor, gidecek yani.
Hasan: Ben isim vererek söyleyeceğim, mesela filmi izledim, Sümela Şifresi’ni izledim, Moskof’un Şifresi onu da izledim, Oflu Hocanın Şifresi’ni izlemeyeceğim, gerek yok. Neyi yaptığını biliyorum. Gerçekten filmleri izlemek zaten zul. Şenay’ın sözlerine katılıyorum, kötü film sana çok şey öğretir ama 150 film çekiliyor 120’si kötü zaten.
Evrim: Bazı filmleri yönetmeni bile ikinci defa izlemiyormuş gibi geliyor bana, ben artık utanıyorum insanlara izlemelisin demeye, hemen örnek vereyim; İngiltere’nin Oscar adayının ilk izlediğimiz kopyası Antalya Film Festivali’nde gösterildi, filmin jeneriğinde filmin adı yazmıyor. Adam izlememiş o filmi, bayağı yönetmen izlemiş olsa filmin adının yanlış yazdığını bilebilir, ben mi izleyeceğim adam izlemiyor.
Hasan: Ben de bir örnek vereyim, programda kaçırdık, Balık mesela. Bence çok kötü film ama kesinlikle izlenmeli. Derviş Zaim’in sinemasının, önceki ve sonraki filmlerinden geldiği noktayı görmek açısından önemli.


TÜRK SİNEMASI NEREDEN BAŞLAR?

100. yılı Türk’ten başlatmak bizim genel hastalığımız. Kasımın başından beri gündem, Türkiye sinemasının 100. yılı...
Evrim:
Türk sinemasının 100. yılı filan değil, bunu da herkes biliyor. Birincisi öyle bir film olduğuna dair bir kanıt yok. İlk film bayağı kayıp olmaktan öte, belki çekilirken yandı belki de hiç çekilemedi. Adam eline kamerayı aldı. Bir tane fotoğraf var, Ayastefanos’ın yıkılışı sırasında çekilen, dikkat edin filmden bir kare değil o.
Şenay: IMDB’de 85 kişinin 8.5 notu var.
Evrim: Bu filme not veren ruh psikopatı var, o kadar kişi bu filmi notlandırmış, bu kayıp filmi. Sinemayı  gayrimüslimler başlattı işte. İlk gösterimi var mı? Kanıtlanabilir olan Manaki Kardeşler. Neticede elimizde 1905 ila 1907 yıllarından kalma Osmanlı topraklarında bayağı padişahın izniyle padişahın geçidini, Meşrutiyet’in açıklanmasını, Meşrutiyet’ten sonra manastırda yapılan törenleri kaydeden resmen devletin propaganda aracı gibi çalışmış sinemacılar var. Manaki Kardeşler, Müslüman olmadıkları için şu an sinemayı onlardan başlatmıyoruz. Düzeltilecek noktalardan, yavaş yavaş.
Şenay: Bu sadece bununla ilgili bir şey değil, ben o yazıyı yazdıktan sonra Fatih’le konuşmuştuk mesela Türk solu da tarihini de Mustafa Suphi’den başlatır. Ama Abdülmecit’in Sultanahmet’te astırdığı 10 tane Ermeni sosyalistle başlamaz ya da bu topraklarda sosyalist hareket vardı ama niyeyse Mustafa Suphi’den başlar.
Evrim: Bu çok manidar, en son Nejat’ın ismini Suphi’den alan Nejat’ın o asılan Ermenilerden kod adı olarak seçmesi çok manidar. Gerçekten Türk solunu oradan başlatmak hastalığımız, Türk sinemasını oradan başlatmak hastalığımız.
Hasan: Ama diyelim ki kabul edilen sinema tarihi ve 100. yıldayız diyelim, böyle kabul ettiğimizde bile korkunç bir yüzyıl gördük resmen, sinemanın 100. yılını bununla ilgili ne yapıldı, liste yapıldı. Bakanlığın yapıldığı bir liste. AKM’nin önüne asılan 100 yıl yazısı dışında 100 yılla ilgili bir şey yok zaten. Genel olarak da politikacıların sinemadan anlamadıklarını gösteriyor. Yayınlar anlamında birçok şey yapılabilirdi. Yani 100 yılık bir sinemadan bahsediyoruz, bakanlığın elinde tüm olanaklar var, maddi olarak, arşiv olarak.

ÖNCEKİ HABER

Geleceğin ırk savaşı ırkla ilgili olmayacak

SONRAKİ HABER

Kobanê'nin çocukları

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...