Gazozuna maç yapmanın keyfini unutan ‘üstad’
Ebru Nihan CELKAN*
“Susan: Sen hiç depresyona girdin mi?
Stevie: Depresyon burjuvalar içindir. Biz sadece sabah uyanır ve yollara düşeriz hepsi bu...”**
Geçen hafta yayımlanan bir röportajı okuduğumda ilk olarak aklıma bu diyalog düştü. Tiyatronun “üstad”larından biri olan Ali Poyrazoğlu birtakım tespitlerde bulunmuş, tiyatromuza kerteriz noktaları belirlemiş, tiyatroları sınıfsal olarak bölmüş, “bir delik” bulup tiyatro yapmaya çalışanları yırtıp atmış, bu da yetmemiş yerlerini, bulundukları ligi bildirmiş, tanımlarından var oluşlarına ana akım hariç tiyatroların ve tiyatrocuların üstlerinde tepinmiş.
Ödüller konusunda ağır depresyonda olduğunu düşündüğüm “üstad” bilmeli ki büyük sahnelerde oynamayan küçük tiyatrolar sabah işe koyulur ve tiyatrolarının kapanmadan günü tamamlaması için emek verir. Ödül alamadığı için basın toplantısı düzenleyecek, röportajlar verecek, televizyonlara konuşacak zamanı olmaz “küçük” sahnelerin ve “küçük” tiyatroların. Yaşam mücadelesi vermektedirler. Sahneleri gün aşırı kapanma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Kusura bakma “üstad” küçük sahneler senin pembe dünyanda yaşamıyor. Küçük sahneler için ödüller, var olma mücadelesini sürdürürken düşünecekleri en son durak. Aynı zamanda bu tiyatrolar Gezi Parkı eylemlerine destek verdikleri için devlet desteği de alamamışlardır. Devlet desteği alanlarsa ek 14. Maddeyle “genel ahlak kurallarına uygun”lukla imtihan edilme tehdidi ile yaşamaktadır. Uzun lafın kısası küçük sahne ve tiyatro için hayat ve ekmek aslanın midesindedir “üstad”. Zordur bu ülkede kimseden destek almadan tiyatro yapmak. Dün ne kadar zorsa bugün de o kadar hatta muhafazakar kapitalist iktidarla beraber daha da zordur. Hayallerini gün aşırı kovalamak zordur. Bu zorlukları gençlik zamanından hatırlamayan “üstad”a belki bu satırlar hatırlatıcı olur.
POYRAZOĞLU’NUN DİLİNDEKİ İKTİDAR BENZERLİĞİ
Ali Poyrazoğlu sadece söylediği cümlelerle değil kurduğu dil ile iktidar üslubu ve yaklaşımını özenle ve aynen benimsemiş görünüyor.Bu haliyle bakıldığında hayallerini kaybedenlerin düştüğü trajikomik durumun canlı ve en iyi örneği olarak karşımızda duruyor. İktidar makulu sever, kendine benzeyene şehvetle tutkundur. O yüzden kendisi dışında olanın isimlendirilmesi bile onu rahatsız eder. Ali Poyrazoğlu’nun kendi tabiriyle “1.lig” olanlar ve “öteki”ler vardır.”Alternatif” diye bir şey yoktur. “Alternatif” adına takıntısı “ana akım” olmayanların tanımlanmasından kaynaklanıyor çünkü tanımlanmak kabulü getiriyor. O kendisi dışında olanı kabul etmiyor. Kendi belirlediği ve benimsediği kurallar çerçevesinde; “ana akım” olmayana saldırgan, agresif ve izansız yaklaşımıyla tiyatroya emek veren kendisi gibi olmayan herkesi oyun dışında bırakmaya, onları hizaya getirmeye ve eğer bunu yapamıyorsa yok olmaları için onların önünü kesmeye muktedir görüyor kendini. O yok diyorsa “alternatif” yok oluyor sanıyor. Aynı devletin, iktidarın kendine benzemeyenleri yok sayması gibi “küçük” olanları “az” olanları yok sayıyor.
BAZILARIMIZ FUTBOLU ARSADA SEVER
“Üstad”ın içine düştüğü diğer acıklı husus ise futbol üzerinden vermeye çalıştığı örnekler. Tribün kültüründen ve futbol ahlakından bir nebze olsa haberdar olsaydı üstad; birinci, ikinci, üçüncü lig takımlarının çeşitli kupalar için karşı karşıya geldiğini bilir, böyle cahilce bir teşbihte bulunmaz, hataya düşmezdi. Kaldı ki tiyatro sanatını futbol müsabakasıyla yan yana koyarak örnek vermesi tiyatroya hangi perspektiften baktığının başka bir göstergesidir. Yarıştır “üstad” için tiyatro. Bir diğerini yenmektir. Belli bir nizam içinde hadleri bildirilen “takımlar” yerleri gösteren “ekipler” aynı “lig” içinde birbiriyle mücadele etmelidir. Büyük olana öykünmeli onun hayalini kurmalı oraya ulaşmaya çalışmalıdır. “Üstad”ın atladığı şudur; bazılarımız futbolu arsada tiyatroyu dar alanda severiz. Bugün isimleri alternatif olarak geçen tiyatrolar perspektiflerini, birbirleriyle rekabet üzerinden değil birbirlerine destek olmak, beraber varolmak üzerinden şekillendirmektedir. Aralarında bir rekabet varsa bile bu rekabet gazozuna arsada oynanacak maç tadındadır. Bir gün biri gazozu ısmarlar diğer gün bir başkası.
“Üstad” bütün bu sözleri sarf ettikten sonra megaloman olmadığı konusunda ikna dalışları yapıyor röportajında. Daha önce www.grizine.com için kaleme aldığım ödül yazısından alıntılayarak;
“Kimsenin kimseyi sevmek için, anlamak için, dinlemek için zamanı olmadığı bu acımasız çağda tiyatronun abc’si olarak okuduğumuz klasiklere geri dönüp bakarsak “ego”nun nasıl yaralar açtığını görebiliriz.
Bu noktadan hareketle ve gönül rahatlığıyla yıllar içerisinde ödül gürbüzü haline gelmiş büyüklerimize şunu sormak isterim;
Okuduğunuz klasik eserleri anlamadınız mı? Anladınız da yıllar içinde unutup heyecanını kaybeden egolara mı döndünüz?”
Hayallerini kovalayan insanları elinde tecrübe sopasıyla dövmek için bekleyen ödül oburu “üstad”ların bir an evvel Türkiye tiyatrosunun içinde bulunduğu durumu fark etmesini ve ödül alamadığı için sergilediği üstün performansı tiyatroları yaşatmak için sergilemesini umuyorum. Bu beklentinin boş çıkması mümkündür lakin “öteki” yaratmak değil hep beraber var olmak isteyen alternatif tiyatro emekçilerinden ve gönül verenlerinden biri olarak bu çağrının “üstad”lara unuttukları hayalleri hatırlatmasını umuyorum.
* Tiyatro metin yazarı
** ‘Riff-Raff’ (1991) Ken Loach
Evrensel'i Takip Et