3 Ağustos 2013 19:06

Yeşilçam’ın izi çok seyrek

Kaya Özkaracalar

Ailece gittiğimiz bu ‘aile komedilerinden’ sonra ise ilk gençlik yıllarımda Yeşilçam’ın en son dönemine ait Toprağın Teri, Unutulmayanlar gibi birkaç filmi yine Mıstık sinemasında izledim. Unutulmayanlar, finalde Cüneyt Arkın’ın kameraya dönerek “bizi de pek ciddiye almayın ama unutmayın da” dediği ve perdeye ‘son’ yazısı geldiğinde Selma Güneri’nin “içimizde, kalbimizde yaşayacaksınız, unutulmayacaksınız!” sözlerinin duyulduğu, adeta Yeşilçam’ın jübilesi niteliği taşıyan çok ilginç bir üründür!
Başta Filiz Akın filmlerini olmak üzere kendi çocukluğumdan öncesine ait ana-akım Yeşilçam filmlerini ise özel televizyonların yaygınlaştığı dönemde televizyonda severek izledim. Derken takriben 1990’lı yılların ortalarında ise Metin Demirhan’ın Atılgan dükkanındaki eski posterler üzerinden Yeşilçam’ın o günlere kadar varlığından bile habersiz olduğum çizgi roman uyarlaması Z-tipi ürünlerinin farkına vardım ve bu filmleri mümkün mertebe temin edip izlemeye, onlar hakkında bilgilenmeye çalıştım. Bu filmlerin bazılarının kopyalarının yurtdışındaki koleksiyonculara ilk olarak benim aracılığımla ulaştığını da söyleyebilirim, öte yandan Türkiye’de bulunamayan ama Almanya’da piyasaya çıkmış videoların bazılarının kopyalarını da yine yurtdışındaki koleksiyoncular aracılığıyla getirttim.

PEK FAZLA BİR ŞEY KALMADI

Maddi olanaksızlıklar veya çok sınırlı olanaklar içerisinde film yapma pratiğini sürdürme çabası ve başarısı Yeşilçam’ın genel olarak ortak özelliğidir diyebiliriz. Yeşilçam filmleri ideolojik olarak ise bir yönüyle erkek egemen ve hatta maço bir söyleme, diğer yönüyle de milliyetçi ve hatta şoven bir söyleme sahipler kural olarak.

Ama bu arada özellikle 1970’lerin ikinci yarısında ülkede yükselen sol dalgayla uyum içinde halkçı sayabileceğimiz çok sayıda popüler filmin de yapılmış olduğu önemli bir tarihsel olgu. Ana-akım Yeşilçam içinde Arzu Film’in bu yıllardaki filmlerinin yönelimi çok net biçimde halkçıdır; hangisi olduğunu anımsayamadığım bir filmde fabrikatör Hulusi Kentmen greve giden işçilerini “nankörlükle” suçlarken karısı Adile Naşit “elalem aya gidiyor, işçiler greve gitmiş çok mu?​” diye onu tersliyordu! B-tipi Yeşilçam’da ise yine aynı yıllarda finali Maden-İş’in MESS grevi mekanlarında çekildiği anlaşılan ve Cüneyt Arkın’ın, grevdeki işçileri işaret ederek “özgürlüğün temsilcileri karanlığın bekçilerini yenmekte” dediği Yıkılmayan Adam başta olmak üzere pek çok vurdulu-kırdılı filminde grev kırıcılarla mücadele ettiğini görürüz. Tabii aynı Cüneyt Arkın’ın aynı dönemde anti-komünist Güneş Ne Zaman Doğacak’ta da oynaması ise madalyonun diğer yüzüdür. Ancak 1975-80 arasında Yeşilçam’ın faşizmin yanında saf tuttuğu filmler istisna, solun yanında saf tuttuğu filmler ise furya halindedir.

Yeşilçam’daki ‘seks filmleri furyasını’ ise son kertede sosyal bir vakıa olarak Türkiye’de cinsel özgürleşmenin öyle ya da böyle bir unsuru olarak görmek gerektiğini düşünüyorum. Kuşkusuz bu furya içindeki kimi filmlerin, özellikle ‘sert’ (!) erkek oyuncuların ön plana çıktığı bazı ürünlerin, sırf isimlerine bakarak bile hoyrat ve hatta belki misojinist bir cinsellik içerdiği düşünülebilir. Ancak bu furyaya ilişkin ‘büyük resmin’ bundan ibaret olmadığını sanıyorum. Örneğin furyanın son merhalesindeki Dilber Ay’lı hardcore porno Takma Kafanı’nın finali itibariyle bir cinsel özgürlük deklarasyonu olduğunu söyleyebilirim. Bu furya hakkında refleks halini almış ezberlere dayalı değerlendirmelerin ötesine geçecek somut analitik film çözümlemeleri kapsamlı biçimde halen yapılmış değil.

1960’ların klasik Yeşilçam melodramları ise, kuşkusuz çok farklı yönelimlerde büyük bir çeşitlilik barındırsa da, ana yönelimlerinden biri olarak cinselliğin toplumsal bastırılışının hüzünlü bir kabullenilişinin ifadesi olarak görülebilir.
“Yeşilçam’dan bugüne ne kaldı?​” sorusunun yanıtı herhalde ‘pek fazla bir şey kalmadı’ olmak durumunda. İktisadi yapı olarak yeni Türkiye sineması ile Yeşilçam arasında bir devamlılıktan söz edilemez. Filmlerin içeriği olarak ise Eşkiya gibi yeni Türkiye sinemasının erken bazı ürünlerinde saygıyla selam göndermenin ve bambaşka birkaç filmde parodileştirmenin ötesinde Yeşilçam’ın izini çok seyrek görüyorum. Son yıllarda, anlatı ve anlatım dili açısından Yeşilçam ekolüne yakın bir film olarak Uzun Hikaye’yi anabilirim. Mahsun Kırmızıgül’ün filmlerinde de belki bazı kısmi paralellikler olduğu söylenebilir.

ÜRETKEN BİR DÖNEM

Post-Yeşilçam sinemayı esas itibariyle olumlu değerlendiriyorum. İktisadi olarak canlı, üretken bir sinema oluşu bu olumluluğun bir yönü. Ayrıca bu filmlerin nispeten geniş bir yelpazede çeşitlilik arz etmesi de sevindirici. Hem popüler mecrada, hem ‘sanat’ mecrasında çok beğendiğim, çok sevdiğim çok sayıda film çıktı son 15-20 yılda. Bu arada şahsen korku türüne özel bir ilgi duyan bir sinemasever olarak bu türde bir furya yaşanıyor oluşu da beni özellikle memnun ediyor.

Öte yandan sol perspektife sahip filmlerin yok denecek kadar azlığı ise kaygı verici. Çeşitli insan hakları ihlallerine duyarlı olmak kuşkusuz solculuğun olmazsa olmaz gereğidir ancak solda sayılmaya yeterli değildir, sınıfsal çelişkileri, sınıfsal sömürüyü de mercek altına almak şarttır. Bu bağlamda son yıllarda izlediğim filmler içinde yalnızca Çoğunluk ve Zerre’yi soldan saydığımı ifade etmeliyim.

Bu arada yeni Türkiye sinemasında erotizmin yokluğunun da neyin semptomu olduğu üzerinde düşünmek gerekiyor.

Not: Yazı, Kaya Özkaracalar’ın “Yeşilçam sinemasının sizdeki karşılığı nedir”, “Yeşilçam neyi temsil ediyordu, bugüne ne kaldı”, “Yeşilçam sonrası (Post-Yeşilçam) sinemayı nasıl değerlendiriyorsunuz” sorularına verdiği cevaplardan oluşuyor.

Evrensel'i Takip Et