27 Şubat 2021 21:53

ABD’den yeni dönem için ‘NATO’ sinyali!

Biden’ın Münih Güvenlik Konferansının dijital konferansında yaptığı konuşma “NATO geri dönüyor” olarak yorumlandı... Fransa’da iki haftadır “Islamo-solculuk” üzerine tartışma yeniden canlandı...

ABD’den yeni dönem için ‘NATO’ sinyali!

Joe Biden, Kamala Harris | Fotoğraf: White House

ABD Başkanı Joe Biden’ın Münih Güvenlik Konferansının dijital konferansında yaptığı konuşma “NATO geri dönüyor” olarak yorumlandı. Batılılar batının ilerisinde tüm dünyaya sinyal vermekteydiler. Verilen sinyal AB’nin ABD’nin eşit haklara sahip partneri olarak yola çıkmak istediği ve bu yolda bazı tavizlerin verilebileceği ama bazı özgün durumların ortaya çıkabileceği şeklindeydi.

Fransa’da iki haftadır “Islamo-solculuk” üzerine tartışma yeniden canlandı. Yüksek Öğrenim Bakanı Frédérique Vidal, Islamo-solcu akademisyenlerin üniversiteleri kangrenleştirdiler fikri üzerinden başlattıkları anket çalışması üzerinden aylar geçti. Tartışma yeniden alevlendi. 600’den fazla akademisyen bir bildirge yayımlayarak bakanın istifasını istedi. Politis haftalık dergisinden çevirdiğimiz yazı, bu kavramın neyi amaçladığını inceliyor.

İngiltere’de mahkeme tarafından yasa dışı hareket ettiği belirlenen Sağlık Bakanı Matt Hancock, KKD tedariği için arkadaş ve yandaşlarına verdikleri gizli ihaleleri “Hayat kurtarmaya çalışıyorduk” diyerek savunmaya çalıştı. Milyarlarca GBP’lik kontratlar acil kovid yasaları kullanılarak hükümet yandaşlarına aktarılırken tedarik edilen malzemenin kullanılmaz oluşu da işin cabası. İngiltere’nin bir “dostokrasi” (chumocrasy) ile yönetildiği kesin.


‘İTTİFAK GERİ DÖNDÜ’

German Foreign Policy

Biden ve Merkel, “transatlantik ortaklık” NATO’yu destekliyor. Rusya, Çin ile cezai tarifeler içeren farklı yaklaşımlar hâlâ devam ediyor.

‘BATISIZLIĞIN ÖTESİNDE’

Üst düzey diplomat Wolfgang Ischinger’in etrafındaki Münih Güvenlik Konferansının organizatörleri, bu yıl ki etkinliği tematik olarak geçen yıl ki konferansa alternatifmiş gibi tasarladılar. Geçen yılın sloganını “Batısızlık” olarak belirlemişlerdi. Dikkati batının uluslararası siyaset üzerindeki azalan etkisine çekmesi gereken uydurma bir kelime. 2020 Güvenlik Konferansına eşlik eden bir kitapçıkda Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, “18. yüzyıldan beri Batı hegemonyasına dayanan uluslararası bir düzene alışmıştık. İşler değişiyor.” demişti. Bu yıl düzenlenen konferansın kısa çevrim içi versiyonu “Batılılığın Ötesinde” sloganıyla yapıldı ve esas olarak Trump dönemindeki anlaşmazlıklardan sonra geri dönen yeni bir transatlantik ittifakı kutlamak için kullanıldı. İlk defa, BM Genel Sekreteri António Guterres ve DSÖ Genel Müdürü Tedros Adhanom Ghebreyesus dışında, ABD Başkanı Joe Biden, Federal Şansölye Angela Merkel ve NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg dahil olmak üzere eski batının önde gelen politikacıları davet edildi.

‘DÜNYAYA BİR SİNYAL’

Aslında, transatlantik paktın yenilenmesine yönelik gösterişli taahhütler video konferansın büyük bir bölümünü kapladı. ABD Başkanı Biden konuşmasında: “Amerika geri döndü. Transatlantik ittifak geri döndü. Ve geriye bakmıyoruz, birlikte ileriye bakıyoruz.” dedi.  Merkel, Almanya’nın “yeni bir sayfa” açmaya hazır olduğunu açıkladı. AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen: “İş birliğimizi yeniden güçlendirmek bize, Amerika Birleşik Devletleri’ne ve Avrupa’ya kalmıştır. Omuz omuza hareket etmeliyiz. Bu bütün dünyaya verilen bir sinyaldir” derken, AB Konseyi Başkanı Charles Michel de AB ve ABD’nin “vatandaşlarımız için daha büyük bir refah” yaratmak için “güçlerini birleştirmesi” konusunda ısrar etti: “Ortaklığımızı bir merkez yapalım daha iyi bir dünya yaratmak için güç merkezi yapalım” dedi. AB “güçlü ve güvenilir bir ortak” olmak istiyordu. Konferansı düzenleyenler daha sonra “Transatlantik ittifakının yeniden inşası ve yenilenmesi” konusunu tartıştıklarını açıkladılar. Dijital toplantının ardından bu yıl diğer etkinlikler ve mümkünse her zamanki yüz yüze formatta büyük bir konferans gelecek.

RUSYA: AYNI ZAMANDA İŞ BİRLİKÇİ TEKLİFLER

İttifak’ın şaşaalı sözlerine bakılmaksızın bugüne kadar transatlantik farklılıkların önemli ölçüde devam ettiği çoktan anlaşıldı. Bu, örneğin Rusya politikası için geçerliydi. Şansölye Merkel video konferansta yaptığı açıklamada, Kırım’ın Rusya Federasyonu’na kabulüne ilişkin anlaşmazlıkta veya “Minsk Süreci” nde önemli bir ilerleme kaydedilmediğini ifade etti. “Bu nedenle, ortak bir transatlantik Rusya ajandası sahibi olmalıyız.” dedi. Nitekim, “Minsk Süreci” ile doğu Ukrayna’da düzenleyici bir güç olarak hareket etme iddialarının daha önce başarısız olması nedeniyle, Berlin ve Brüksel, sonbaharda ABD’nin yaptığı gibi yeni yaptırımlarla Rusya politikalarını sertleştirdiler.  AB dışişleri bakanları daha fazla zorlayıcı önlemlerin dayatılması için de görüşüyorlar. Ancak Merkel AB ve ABD’nin ortak Rusya politikasının “İş birlikçi teklifler içermesi” gerektiğini de vurguladı. Bu, örneğin federal hükümetin tutunmayı planladığı Nord Stream 2 doğal gaz boru hattı için geçerliydi.

ÇİN: BELKİ DAHA DA KARMAŞIK

Çin politikasında kalıcı farklılıklar belirgin hale geliyor. Münih video konferansında Biden, transatlantik güçlerin “Çin ile uzun vadeli stratejik rekabete ortaklaşa hazırlanmalarını” talep etti: “Çin ile rekabet şiddetli olacak”; ancak böylece “Gelecek için yarışı kazanabiliriz”.  Öte yandan Merkel, “Çin’e karşı ortak bir gündem” geliştirmenin, ortak bir Rusya politikası üzerinde anlaşmaya varmaktan “belki daha da karmaşık” olacağını öngördü. Bunun nedeni, Berlin’in, yoğun bir iktidar-politik çatışmasına rağmen, Pekin ile devam eden ekonomik iş birliği için çabalarıydı. Buna karşılık, Çin’e karşı askeri stratejileri gözden geçirmek için yakın zamanda bir Pentagon görev gücü kuran Biden yönetimi, Halk Cumhuriyeti’ne karşı agresif ekonomik önlemleri hedef almaya devam ediyor. Washington düşünce kuruluşu Carnegie Endowment’ın Avrupa Direktörü Erik Brattberg, bu durumun “Avrupa’nın Çin ile ekonomik ve ticari ilişkilerini sürdürme arzusuna taban tabana aykırı olduğunu” söylüyor.

YAPTIRIMLAR VE ‘AMERİKAN SATIN AL’ YASASI

Transatlantik anlaşmazlıklar, özellikle ticari ilişkilerde devam ediyor. Şimdiye kadar AB’nin, Biden yönetiminin, Trump yönetiminin uyguladığı cezai tarifeleri kaldırmaya çağrısı başarısız oldu. Buna ek olarak, ABD Başkanı Biden, ilk resmi işlemlerinden birinde, ABD hükümet kurumlarının yalnızca kendi ülkelerinde üretilen malları ve yalnızca ABD hizmetlerini satın alması ilkesini tanımlayan bir kararnameyle “Amerikan Satın Al Yasası” nı sertleştirmesi. Bu durum Berlin ve Brüksel’de ciddi bir hoşnutsuzlukla karşılandı. Bunun nedeni, söz konusu sipariş hacminin etkileyici bir 600 milyar ABD doları olduğunun tahmin edilmesi. Geçen perşembe, AB Komisyonu Başkan Yardımcısı Valdis Dombrovskis, Brüksel’in Biden’ın “Amerikan Satın Al” uygulamalarının DTÖ kurallarına uyup uymadığını “dikkatle inceleyeceğini” açıkladı.

Çeviren: Semra Çelik


İSLAMO-SOLCULUK ÜZERİNE YÜRÜTÜLEN TARTIŞMALARIN GÖSTERDİĞİ

Denis Sieffert / Politis – Başyazı

Bir bakan, bakan olunduğunu unutabilir mi? Mümkün değil gibi sanılır. Oysa ki (Yüksek Öğrenim Bakanı) Frédérique Vidal’ın “üniversitede İslamo-solculuk üzerine bir “anket” başlatmak istediğini belirttiğinde tam da bu yaşandı. Ona göre üniversitelerde bu sorun “kangrene” dönüşmüş. Vidal bir vatandaş olarak istediği herkesten, İslam, İslamizm, solcular ve hatta genel olarak soldan nefret edebilir. Ama sorun o bir bakan ve dahası üniversitelerin bakanı. Kuşkusuz, (…) CNews televizyon kanalında bunları ifade etmesi ve JDD gazetesinde geriye pedal atmaya başlaması arasında tam bir hafta geçti. İstediği “anket” bir hafta sonra bir “incelemeye”, ve (İslamo-solculuk) kavramı ise gele gele bir “his”e indirgendi. Fakat Sayın Vidal hâlâ bakan. İşte bundan dolayı akademisyenler kaygılandı ve ciddi bir tepki gösterdiler. Zira anket kavramı bir sosyolog ile bakanın ağzında aynı anlam taşımıyor. Cadı avına çıkmak değilse burada ifade edilen ne olabilir ki?  (…)

Devlet üniversitelere çalışmanın koşullarını sunmalıdır ama akademik bilgiyi keyfince yönetmemelidir. İşte Sayın Vidal’in, üstlendiği görevi hiçe sayarak, çiğnediği kutsal kural tam da budur. Bu sadece basit bir gaf değildir. Öğrenciler dramatik bir kriz bataklığında boğuşurken, başlatılan ideolojik bir tartışma tercihine işaret ediyor, zira aslında burada yaşanan sosyal sorunlardan sürekli kaçınan bir liberal doktrine ışık tutuyor. Amaç kamuoyunu sürekli başka bir alana yönlendirmek.

Tamda İslamo-solculuk isnadı buna hizmet ediyor. Tam ne anlama geldiğini belirtebilecek kimse yok, fakat art niyette neler olduğunu hissedebiliyoruz. Öncelikle tuhaf bir hipotezi çürütelim: “İslam” a ya da “İslamcılığa” tahvil eden “solcu” tanımıyoruz. Genelde “solcu” diye tanımlanan kesimin Tanrı ile ilişkisi mesafelidir…. Fakat bunlar arasında gayet iyi bir şekilde İslamcılığın kökenlerini, ve daha genel anlamıyla dini olayların doğmasının, “kutsal” kitapların edebi incelemesinden çok, sosyopolitik koşullarla açıklayanlar var. Sayın Vidal, eğer Şah rejimi altında İran halkının durumuna ilgi göstermezse 1979 İran İslamcı devrimi anlayamaz. (…) Sayın Vidal’ın bağlı olduğu düşünce akımı sosyal ya da sömürge tarihine atıfta bulunmayı da hiç sevmiyor. İslamo-solculuk kavramını icat eden kişi (Ondan önce kullanan var mı bilmiyorum) olan Israil taraftarı Sosyolog Pierre-André Taguieff bundan farklı düşünmüyordü. 2002 yılında bu kavramı ilk defa kullandığında Batı Şeria ve Gazze’de kullanılan buldozer ve bombalara karşı mücadele edenleri madaraya düşürmeyi amaçlıyordu. Ona göre bu kişilerin öfkesi onları İslamcılarla iş birlikçi haline getiriyordu. Militan sosyolog, Arafat’ın bin Laden’le eşleştiren Ariel Şaron’un izinden gidiyordu. Filistinlilerin topraksal taleplerinin tutarlı bir yanının olmadığı ve İntifada’nın ise dinsel bir olgu olduğunu göstermek istiyordu. Böylelikle Fransız laikliği de şüpheli bir kavganın aracı haline getiriliyordu. Diğer tarafta ise “İslamo-solcular” sömürge sorununu sorunun merkezine koyuyorlardı. Bugünkü Fransız toplumunda da aynı bölünmeyi görmek hiç de zor değil. “Ayrıcılık” tartışmaları onu her şeyden önce dışlayıcı, gettolaştırma politikalarının bir sonucu olarak inceleyenlerle, onu sadece Kuran’ın yanlış bir yorumu olarak görenler arasında bir tartışma konusudur.

Bu mesele bir yanıyla da görülmesi gereken bir siyasi gerçekliğe işaret ediyor. Hükümet nezninde güzel bir karışıklığa yol açtı. İlk önce Frédérique Vidal, (Başbakan) Jean Castex ve Emmanuel Macron’un mesleki gölgesi olan (Hükümet sözcüsü) Gabriel Attal tarafından yadsındı. Ardından (İç İşleri Bakanı) Gérard Darmanin ve (Eğitim Bakanı) Jean-Michel Blanquer tarafından gürültülü bir şekilde desteklendi. Bunda hiç şaşıracak bir şey yok, zira Blanquer ekim ayında, her şeyi birbirine karıştırarak, İslamo-solculuğa, sömürgeciliğin son bulmasına, post-kolonyalizme ve cins üzerine araştırmalara karşı zaten saldırıya başlatmıştı. Fakat esas şaşırtıcı olan hükümetin bu iki “ağır topunun” Başbakan ve hükümet sözcüsünün eleştirilerinden sonra tekrar bu konuyu savunmalarıdır. Kim bu hükümeti yönetiyor? Bu olayda Cumhurbaşkanı nerede?

Pazar günü RTL radyosunda Gabriel Attal’ı dinleyen herkese Elize Sarayı’nın bu konuda duyduğu rahatsızlığı hissetmiştir. 2017’den bu yana Emmanuel Macron bu konuda her şeyi ve tersini söyledi. Sağ kanadında ondan daha kararlı ve ideolog bakanlar grubu bulunuyor (…) bunlar (Le Pen’in partisi) Ulusal buluşma’nın seçmenlerini Macronculuğa çekebilirler. Fakat aynı sırada kamuoyunun bir kesimi içinde Macron’un aşırı sağa karşı direnme konusunda yeterince güçlü olmadığı ya da tersinden onunla ittifak yapma konusunda yeterince yetkin olmadığı fikrine de varabilirler. Görüldüğü gibi bir tartışmanın ardında başka bir tartışma da yatabilir.

Çeviren: Deniz Uztopal


BİRLEŞİK KRALLIK HÜKÜMETİNİN KOVİD İLE SAVAŞMAK İÇİN HARCADIĞI MİLYARLARI İNCELEMEK GEREKİYOR

Simon Jenkins/The Guardıan

Brexit savunucularına göre Brexit’in asıl amacı İngiltere’yi hoş görülemez AB kurallarından kurtarmaktı. Bunlardan biri, devlet sözleşmelerinin her zaman şeffaf rekabetçi ihaleye gitmesi gerektiğiydi. Bunun, verimliliğe yardımcı olması ve belirli Avrupa ülkelerinin endemik yolsuzluklarını önlemesi gerekiyordu. İngiltere artık tam da böyle bir devlet gibi görünüyor.

Ulusal Denetleme Dairesi (NAO) geçtiğimiz kasım ayında, koronavirüs salgını başladığından bu yana Whitehall’ın satın alma sözleşmelerinde, büyük oranda kişisel koruyucu ekipman tedariki ve test ve izleme hizmetleri için, bu alanda daha önce hiç bir tecrübesi olmayan firmalar da dahil olmak üzere, 18 milyar sterlin olduğunu tahmin etti. Hükümet ayrıca bakanlar, lordlar ve milletvekillerinin şahsen tanıdığı insanlara yapılan sözleşmeler için VIP şeridi adı verilen gizli bir hızlı kanal kurmuş.

Beklendiği gibi bu da yakınlar için bir devlet kuşuna dönüştü. NAO’nun incelemesine göre harcanan 18 milyar GBP’nin 10.5 milyarlık bölümü doğrudan rekabet olmadan verildi. Fast-Track sisteminden tedarik etmek için her 10 tekliften yaklaşık biri başarılı olurken, bu oran açık ihalelerde yüzde 1’e düşüyor. Bu arada satın alma danışmanlığı şirketi Tussell, sağlık departmanı sözleşmelerinde ekim ayına kadar kişisel koruyucu donanım (KKD) satın almak için harcamanın 15 milyar sterlin olduğunu fakat yalnızca 2.68 milyar sterlin değerinde sözleşmenin detaylarının yayımlandığını ortaya koydu.

Bu tutarlar ve ziyan potansiyeli ürkütücü. Ağustos ayında, ulusal sağlık sisteminde (NHS) kullanıma uygun olmayan 50 milyon yüz maskesinin Hazineye 155 milyon GBP’ye mal olduğu rapor edildi: Uluslararası ticaret alanında İngiltere Ticaret Kuruluna danışmanlık yapan kıdemli danışmanlardan birisinin şirketi olan Ayanda Capital ile yapılan 252 milyon sterlin değerinde bir sözleşmeden geldiler. NAO, Ayanda ve Public First ile imzalanan anlaşmalarla birçok eksiklik buldu.

Geçen hafta, Dominik Cummings’in kovid odak grupları için “İki uzun süreli iş arkadaşı tarafından işletilen bir araştırma şirketi” verilen sözleşmede merkezi rolünü gösteren mahkeme belgelerini gördük. Sözleşme, kamu çıkar grubu İyi Hukuk Projesi tarafından ele alınan bir davada, bir yargı incelemesinin konusu.

Cuma günü, yüksek mahkeme hakimi, Sağlık Bakanı Matt Hancock’un milyarlarca sterlin tutarındaki kovid sözleşmelerinin ayrıntılarını yayımlamaması nedeniyle yasa dışı davrandığına karar verdi. Dava, üç KKD sözleşmesini de vurgulayan İyi Hukuk Projesi tarafından da ele alındı: “Bir finans şirketi olan Ayanda Capital ile yüz maskesi tedariki için 252 milyon GBP’lik bir sözleşme; daha önce yalnızca şekerleme ürünleri sağlayan Clandeboye acenteleri ile 108 milyon GBP’lik sözleşme ve Pestfix olarak ticaret yapan bir şirketle 345 milyon GBP’lik KKD sözleşmeleri.” Hükümetin bu kontratların detaylarını vakitli bir şekilde yayımlamadığını, şeffaflık ve tahkiki engellediğini iddia ediyor...

Yargıç Chamberlain kararında şunları söyledi: “Dışişleri bakanı 2020 yılında salgın hastalıkları ile ilgili satın alımlar için çok miktarda kamu parası harcadı. Halk bu paranın kime gittiğini, ne için harcandığını ve ilgili sözleşmelerin nasıl verildiğini görme hakkına sahipti.” Bakan ayrıca, kuralları ihlal ettiğini kabul etmemekle kalmayıp, savunma için harcadığı 207 bin GBP’lik kamu parasını harcamakla da eleştirildi.

Acil durumların bilindik bir özelliği, hükümetlerin normal zamanlarda verilmeyecek yetkileri alma hakkına sahip olduklarını düşünmeleridir. Hancock, kabus gibi bir yıl geçirdiği için sempatiyi kesinlikle hak ediyor. Ancak, diğer muhafazakar  üyelerin bağlantılar ağının izlerini sözleşmelerin verilmesinde görüyoruz: Çok tartışılan “chumocrasy” kayırıcılığı. Hancock’ın şeffaflık eksikliğini “Hayat kurtarmanın ardında ikinci sırada” olduğu mazeretiyle başından savmaya çalışmasının da bir karşılığı yok.

Halkın sempatisi, bu durumda olanın aksine, kötüye kullanılmayan acil durum güçlerine dayanır. Vergi mükelleflerinin parasının hastalıkla mücadele etmek ve güçlüğü ortadan kaldırmak için harcandığı bir dönemde, yolsuzluktan kaçınmak için tasarlanmış kuralları çiğnemek, halkın desteğini ve sempatisini sadece azaltabilir.

Hükümet, kovid aşısı ile elde ettiği başarının salgının ilk günlerindeki başarısızlıklarının anılarını silmesini umuyor. Yine de, KKD sözleşmelerine yönelik hızlandırılmış yaklaşımı İngiltere’nin dünyadaki en yüksek kovid ölüm oranlarından birine sahip olduğu gerçeği katkıda bulunmuş olabilir. Bu acil durum sona erdiğinde, geniş çaplı bir soruşturmaya ihtiyaç duyulacaktır: Yalnızca bu, acil durum güçlerinden yararlanmaktan çok mutlu bir hükümetin gerçekten sonunu getirecektir.

Çeviren: Haldun Sonkaynara

Evrensel'i Takip Et