14 Kasım 2016 00:50

Nilgün Marmara’nın defterleri

Murat Gülsoy yazdı: Defterleri okurken çok etkilendim. Her şeyden önemlisi zihnimdeki Nilgün Marmara imajı tamamıyla değişti.

Paylaş

Murat GÜLSOY

Bazen yazarlar yayımlansın diye günlük tutar, bazen de tamamen kendileri için, unutmamak için, akıp giden zamanı kaybetmemek için. Nilgün Marmara’nın defterlerinin eksiksiz baskısı Everest Yayınları’ndan Bülent Erkmen tasarımıyla yayımlandı. Defterin tıpkı basım sayfaları ve tasarımın şıklığı kitabı bir sanat nesnesi haline getiriyor.
Marmara’nın eşi Kağan Önal’ın sunuş yazısında ayrıntılı bir şekilde anlattığı gecikmeli / sansürsüz  yayımlanma süreci üzerinde durmak istemiyorum. Ama iyi ki bu şekilde yayımlanmış, bunu söyleyebilirim.
Defterleri okurken çok etkilendim. Her şeyden önemlisi zihnimdeki Nilgün Marmara imajı tamamıyla değişti. O güne dek içine kapalı, bunalımlar içinde bir hayalet gibiydi benim için. Haksızca ama öyle. İnsanlar, yazarlar, sanatçılar hakkında çok kolay önyargılar geliştirebiliyoruz. Hatta ne kadar az tanıyorsak o kadar keskin oluyor yargılarımız. Ben de Nilgün Marmara’yı hiç tanımıyormuşum, bu defterler sayesinde bir parça olsun anlayabildiğimi hissediyorum şimdi.
Defterler Nilgün Marmara’nın eşinin işi nedeniyle Libya’ya gitmeleriyle başlıyor. Hatta orada tutulmaya başlanmış günlükler gibi. Önce mektuplar var. Libya’dan ailesine, arkadaşlarına yazdığı mektupların birer kopyasını defterine çıkarmış, kendisinde de bulunsun diye. Eski bir adet. Ne kadar da iyi olmuş. İnsan yazdıklarına sahip çıkmalı diye düşündüm okurken. Bu mektuplarda Libya’daki ortamı ve gündelik yaşantılarından söz ediyor Marmara. İşin ilginç yanı aynı olayları başka kişilere yazarken farklı diller kullanması. Örnek vermek gerekirse, Libya’nın genel atmosferini ailesine yazdığı mektupta şöyle dile getiriyor:
Her şey yarım, tüm yapılar, evler, neredeyse doğa yarım kalmış burada. İnsanlar garip gölgeler, her yerde liderin “Büyük Birader”in posterleri, sokaklarda binlerce [boş] araba, sanki arabalar dolaşmaya çıkmış gibi. Tripoli’nin dış mahalleleri toz, toprak, çöp, Tobruk’unsa tümü öyle. Tenteler yırtık, dükkanlar, kepenkleri parçalanmış. Özellikle böyle yapılmış gibi geliyor insana, böylesi bir atmosfer nasıl oluşturulmuş, düşlenemiyor bile. Şantiye Tobruk’tan 15 dakika uzaklıkta. Geniş bir alan üzerinde arıtma tesisleri neredeyse tamamlanmış, öte yanda ise lojmanlar ve bürolar, koya bakıyor.
Başka aile bireylerine yazdığı mektupta ise şöyle söylüyor:
Kent demek yerinde mi bilmiyorum, garip bir yer sıra sıra dükkanlar, evler, toz, toprak, taş –yerleşik ve hoş hiçbir şey çarpmıyor göze- siyahi insancıklar da hayaletler gibi; ya ağır ağır dolaşıyorlar ya da hiç kıpırtısız durup duruyorlar, sanki burada dirim unutulmuş. Şantiyenin bir yanı arıtma tesisleri, geniş bir saha, koya bakan bölümde lojmanlar var.
İlhan Berk’e yazdığı mektupta dil tamamen değişiyor:
Pencerelerden turkuaz Akdeniz’in bu koyundaki kayalara oturmuş gemi leşi, Sadi’yi, Tagore’yi düşündürten birkaç hurma ağaçlı küçük vaha, tarla faresi yuvalarıyla delik deşik çöl dokusu görünüyor. (…) Geceleri de ulu arıtma tesislerinin yayıldığı geniş şantiye sahasında makinelerin, su havuzlarının garip varlıklarını izleyerek Godard’sı bir atmosferde, ay ışığında gezintiler.
Ece Ayhan’a yazarken atmosfer bir düşünceye dönüşüyor:
Coşkulu, taşkın çocuklar olmak gerek, bu coşkuyu taşkınlığı yazıya geçirmek, bu tamamlanmamış, her an kırılabilir, kopabilir, sökülebilir bağlar ve ağlar içinde azmaktan, azımsanmaktan, yetinmemekten, gülmekten başkaca ne zırh kuşanabiliriz? Toza, küle, talaşa, köpüğe, çapağa, kuma, kırpıntılara dönüştürülmek isteniyorsak ağaç, dağ, kaya olmayı, atomlarımızı değişik bileşimlerde tamamlamayı düşlemekten başkaca ne var?
Marmara’nın defterlerinde sadece mektuplar yok, yazdığı oyun, şiir taslakları, rüyaları, düşünceleri ve bir yazarın dünyasını tanımak için çok önemli veriler sunan okuma notları var. Borges’den, Nietzsche’ye, Deleuze’den Oğuz Atay’a çok geniş bir yelpazeye yayılıyor Marmara’nın yazarları. Freud’a da çok özel bir önem veriyor, özellikle Totem ve Tabu adlı kitabına. Freud’un Frazer’dan yaptığı bir alıntıyı o da defterine kaydediyor:
“…Bir Gilyak avcısı ormanda bir avın izini sürerken, evde kalan çocukların tahta, ya da kum üstüne resim çizmeleri yasaktır; yoksa ormandaki patikalar tıpkı resimdeki çizgiler gibi birbirine karışır ve avcı dönüş yolunu bir daha bulamaz…”
Birkaç sayfa sonra da Borges’in Yolları Çatallanan Bahçe’sini de çağrıştıran şu dizeleri yazıyor defterine:

ÇOK KATLI DİLEK

*Yaralanmasın melekler anne!
Çevirme bıçağını yukarı
Çizme kuma çatallar
Bulsun izlerini avcılar
Yolları kapanmasın.

EDEBİYATIN ÖLÜMLE KESİŞİMİ İNSANI BÜSBÜTÜN ÇARESİZ BIRAKIYOR

Bu dizelerin ortaya çıkışındaki çöl deneyiminin, Borges’in, Freud aracılığıyla Frazer’ın etkilerini görebilmek bana sonsuz bir haz verdi.
Defterler pırıltılı bir zihnin felsefe, edebiyat ve hayat içindeki yolculuğunun kaydını veriyor bize, bu yüzden çok değerli. Kitabın en sonuna eklenmiş olan intihar mektubu ise hem intiharın ya da seçilmiş ölümün büyüsünü bozuyor, hem de insanın yüreğini sıkıştırıyor. Keşke böyle bir seçim yapmasaymış ve keşke bu defterler daha uzun yıllar yaşayan ve üreten Nilgün Marmara’nın çekmecesinde dursaymış demekten alamadım kendimi. Edebiyatla yaşamın kesişimi haz verir, edebiyatın ölümle kesişimi ise insanı büsbütün çaresiz bırakıyor şu korkutucu dünyada.

(Murat Gülsoy’un yazısı muratgulsoy.wordpress.com adresinden alınmıştır.)

ÖNCEKİ HABER

İonna Kuçuradi: Önce insan hakları

SONRAKİ HABER

Alpay'dan Erdoğan, Yıldırım ve Kılıçdaroğlu'ya mektup

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...