13 Eylül 2015 04:49

Kadın bedeni üzerinden haber/habercilik

Paylaş

Sevda ALANKUŞ*

Kullandığımız dil erkek egemen bir dil ve bu dil ya da onun belirli kültürel ve tarihsel bağlamlarda kurulmuş haliyle söylem -feminist psikiyatrinin izleğinden gidersek- bilinçdışı süreçlerle kadının bir “ilk” öteki olarak kurulması ile işliyor. Bunun anlamı ise cümlenin öznesinin ya da nesnesinin kadın olmadığı durumlarda bile, dilin bir yandan kadın bedeni üzerinden bir trafik olarak işlemesi, diğer yandan ötekiye yönelik üstü örtük ya da açık hıncın “onun kadınının” bedeni üzerinden, olmadı bizzat öteki kadınlaştırılarak alınmaya çalışılması.
Medyanın söylemi buna bir istisna oluşturmuyor. Tersine gündelik hayatın bu ötekiyi kadınlaştıran dili, örneğin haber dili içerisinde, yeniden üretiliyor. Elbette dilin erkek-egemen niteliğinin haber anlatısına yansıması bundan ibaret değil. Örneğin, 18. yüzyılın II. yarısından itibaren oluşmaya başlayıp, 19. yüzyılın başlarından itibaren meslek ideolojisi haline gelen haberin üretimi, yazılması, tasarımına dair kod ve kurallar da bizzat haberin eril bir tür olduğunu düşündürecek nitelikte. Bunun bir nedeni de aslında bunların kadınların haber odalarında olmadığı, olanların da kovulduğu zamanlara denk geliyor olması. Böyle olunca da haberin aslında eril bir anlatı türü olduğunu söyleyebiliyoruz. Ve aslında haberi tam da buradan başlayarak sorgulamaya başlayabiliriz. Yani genel geçer kuralları, kodları hatta etiği üzerinden. Ama sorunum bu değil şimdi. Dilin erkek egemen niteliğinin haber daha içkin, örtük, sinsice sızdığı yerden genel geçer haberciliği eleştirmek istiyorum ve sorunun bu boyutunu barış gazeteciliği yapanların bile yeterince dillendirmediklerini düşünüyorum…Yani, haberin ötekinden hıncını, haberin konusunun, öznesinin “erkek” olduğu durumda bile “onun” kadını üzerinden çıkarıyor olması, dahası ötekiyi kadınlaştırarak aşağılamaya çalışması, böylelikle haberin kadınla hiç ilgili olmadığı durumda bile kadın hak ihlali yapan bir tür olarak karşımıza çıkması.

Örnek vereyim, benim yıllardır hep kullandığım bir tane var: 2000 yılında F tipi cezaevlerini protesto etmek amacıyla gerçekleştirilen ölüm oruçlarına karşı, adı medya tarafından ironik biçimde “hayata dönüş operasyonu” olarak konulan devlet şiddetini biliyoruz. O günün Hürriyet’inin birinci sayfa haberi yarım sayfa olmak üzere “Devlet Girdi” şeklinde. Öyle ki; başlık için seçilen büyüklük bile ürkütücü. Böylece bu başlıkla, çok ve hep erkek devlet, işte Kürt, solcu yani sistemin ötekisi bu teröristlere haddini, kadına karşı yapılabilecek en erkek eylemle bildiriyor; “geçiriyor.” Tıpkı gündelik dilde, futbol maçlarında olduğu gibi! Zamanın editör, yayın genel müdürü, sonradan “Nasıl harika bir başlık buldum” diye düşünmüştür ve ihtimal şimdi bu duyduğu şeye şaşırabilir. O kadar içkin ve o kadar sorgulanamaz bir tavır bu. Bu tam, haberin konusunun doğrudan kadınla ilgili olmadığı durumda bile, nasıl ötekinin bedeninin kadınlaştırılması üzerinden bir erkek trafik işletildiğine çok tipik bir örnek oluşturuyor. 

“Kahpe saldırı” klişesi de benzer bir örnek. Kim yapıyor “kahpe saldırıyı”; Kürt yapıyor, Ermeni yapıyor, belki daha önceden de Yunanlı…. “Kahpe” kim ya da ne? TDK sözlüğüne göre, en hafif` anlamını seçerek yazayım “ahlaksız kadın”…Yani öteki, ancak bir ahlaksız kadının olabileceği kadar kötü, yaptığı da öyle… Bir googlayın, ne kadar çok kullanıldığını göreceksiniz. 

Haberin öznesinin doğrudan kadın olduğu durumlardaki anlatıya baktığımızda ise, kadının nasıl bir ilksel -ilk günahın da müsebbibi- “öteki” olarak kurulduğunun binlerce örneği ile karşılaşıyorsunuz. Bu nedenle, yılda ortalama 250 kadının erkek şiddetiyle canını kaybettiği ülkemizde, haber diline bakarsanız doğrudan ya da dolaylı olarak ifade edilen haliyle, aslında fail olanın kadın olduğunu görüyorsunuz!… Yani kendi ölümüne sebebiyet veriyor, kendi kendini öldürtüyor! Bunu da örneğin, bir haberden aktarayım; “Her gün aynı dolmuşa binerek, dolmuş şoförüne doğru dönerek konuşarak, tayt giyerek” yapabiliyor… Bunlar cinayet faili erkeğin ifadesinden, ancak  aktarma olarak seçilmeleri ve başlığa çıkarılmaları bizzat çok eril bir seçim.  
Ancak erkek egemen haber dili, devlet ile onun “düşmanı” addedilenler arasında bir çatışma, gerilim, şiddet söz konusu olduğunda bütün versiyonlarıyla ve en çıplak haliyle karşımıza çıkıyor. Öncelikle, esas olarak barışın taşıyıcısı, sürdürücüsü, savaşı önlemek isteyen kadınlar, yurttaş ve aktivist kadın, kimlikleriyle giriştikleri bu “eylemleri” ile, inisiyatifleriyle haber konusu olmuyorlar, çünkü barış çabaları, haber tanımı gereği, gündelik hayatta bir sıra dışılık yaratmadıkları sürece, haber değeri taşımıyor… Sıcak savaş, çatışma durumlarında ise, elbette ki kadınlar haberin öznesi değiller, sadece ve her zaman olduğu gibi “kurbanlar.” Yani, karşımıza çoğunlukla ve sadece “anne” sıfatlarıyla çıkarılıyorlar ki o da aslında “kurban” anlatısının bir devamı… Bu defa da oğullarını savaşa kurban verme vesilesiyle haber oluyorlar. Kayıpları bulunsun diye, anne olsunlar ya da olmasınlar kendileri, erkekler, çocuklar, daha fazla insan ölmesin diye savaşa karşı eyleme durduklarında bile, basının “Cumartesi anneleri” yakıştırmasıyla yaptığı gibi, kayıplara karşı eylemlerinin meşru sayılması için, kadınları illa “anne” olmaları gerekiyor. Diğer yandan evet “doğru”, savaşın en büyük tahribatı gündelik hayatın akışı üzerinde oluyor, dolayısıyla da en çok kadınlar ve çocuklar üzerinde kalıcı izler bırakıyor... Örneğin erkek zaferinin ya da yenilgisinin izini “ötekinin kadını” üzerinde bırakılıyor, kadınlar tecavüze uğruyorlar ve Saray Bosna’da yaşandığı gibi, bu tecavüzün çocuklarını karınlarında taşıyıp doğursalar da, aldırsalar da, öteki erkeğin “kendi” erkeklerin “onurunu” yaralamak üzere bedenlerinde bıraktıkları bu iz nedeniyle yine onlar hayatları boyunca “suçlu” sayılabiliyorlar…Ya da en kötüsü, Ekin Wan’a yapıldığı gibi, “militan” kadın, eyleyen kadın olduklarında “kadın halleriyle haddini hiç bilmemekten” ötürü, bu en büyük “suçu” işlemiş olmaktan ötürü, hem bedenleri en ağırıyla cezalandırılıyor, hem de bununla “ötekinin kadını” olması sıfatıyla, bütün bir Kürt halkının onurunun yaralanması amaçlanıyor. Bedeni en ağır biçimde hırpalanmakla kalmıyor, medya da teşhiri ile egemen erkeklik “yüceltiliyor”, öteki erkeğin en ağırından aşağılanması hedefleniyor! Sonucunda  kadına yönelik hak ihlalleri katlanıyor, kadının sesi “’Kadın bir sus’ mu demişti kadınların oturuşundan, kalkışından, gülmesinden sorumlu devlet adamımız?” -iyice duyulmaz hale getiriliyor.

Yani, özetle haber kadın düşmanlığı yapan bir tür olarak karşımıza çıkıyor. Bu nedenle eğer barış gazeteciliği yapılacaksa, ya da adı ne olursa olsun haberciliğin farklı bir biçimde yapılması gerekiyorsa -ki bu çok açık- öncelikle kadının ilksel ötekiliği üzerine inşa edilmiş bu zihinsel yapının, bilinç inşasının, birey olma sürecinin değiştirilmesi, dönüştürülmesi gerekiyor. Sürdürülebilir bir barış için de, erkeklerin ve elbette kadınların da kendi içlerindeki (öteki) kadın ile barışmaları gerekiyor. 

*KHAS Üniversitesi İletişim Fakültesi

ÖNCEKİ HABER

1900’lerden bu yana Nişan alll! Yaz!

SONRAKİ HABER

Amaç korkutmak ve sindirmek ama bunun kimseye faydası yok

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa