14 Haziran 2025 00:03

Faiz indirimleri başlarsa ekonomi toparlanır mı?

Mayıs ayı enflasyon verisinin beklentilerin biraz altında gelmesi ve 19 Mart sonrası yaşanan şokun yavaş yavaş unutulmasıyla Merkez Bankasının faizleri ne zaman indirmeye başlayacağı sorusu yeniden gündeme taşındı. Sanayici ve ihracatçıların uygulanan faiz ve kur politikalarına karşı eleştirilerini yükseltmesi de faiz indirimi beklentisini artırıyor. Faiz indirimlerinin başlamasıyla Şimşek “programı”ndan yumuşak bir şekilde çıkılacağı, böylelikle ekonomide en zor dönemin artık geride kalıp enflasyon ve faizlerin düşmeye, ekonominin canlanmaya başlayacağı bekleniyor. Peki hakikaten mevcut tablonun önümüzdeki dönemde düzelmesini, enflasyon ve işsizliğin düşmesini, reel gelirler ve alım gücünün artmasını bekleyebilir miyiz?

Şimşek göreve başlamadan hemen önce, mayıs 2023’te, TÜİK’in yıllık enflasyon oranı yüzde 39.59’du. Eylül 2023’te açıklanan orta vadeli programın 2025 enflasyon tahmini ise yüzde 15 olarak belirlenmişti. Son açıklanan mayıs 2025 verilerine göre ise yıllık enflasyon oranı yüzde 35.41. TÜİK’in enflasyon verilerinin güvenilirliğini şimdilik bir tarafa bırakırsak, Şimşek “programı”nın iki yılda enflasyonu düşürmekte pek başarılı olmadığı açık. Aslında bu sonuç hiç şaşırtıcı değil çünkü Şimşek “programı”nın ana hedefi zaten enflasyonu düşürmek değildi. Yüksek faizler, dış sermaye çekerek döviz açığını bir süreliğine kapatmak ve giderek artan ödemeler dengesi krizi riskini ortadan kaldırmak için gerekliydi. Bu “program”ın enflasyonda düşüşe yol açması ise faiz oranını enflasyon oranının üzerinde, döviz kuru artış oranını ise enflasyonun altında tutarak yapılmaya çalışıldı. Bu formül, dış sermayeye yüksek getiri imkanı sunarken bir yandan da TL’nin reel olarak değerlenmesine yol açacaktı. Bu reel değerlenmenin ithal girdi fiyatları ile ithal tüketim malları fiyatlarındaki artışı yavaşlatması ile enflasyonda bir miktar düşüş bekleniyordu.

Yüksek faizler ve talebin baskılanması ile enflasyonun düşeceği yönündeki iddia, Türkiye ekonomisinin yapısı, makroekonomik dinamikleri ve içinde bulunduğu koşullar altında herhangi bir geçerliliği olmayan oldukça basit bir makroekonomik modele dayanıyordu. Buna rağmen, Şimşek ve ekibi göreve başlar başlamaz oldukça geniş bir destek almıştı. İktisatçıların büyük bir kısmı Şimşek’i ve yüksek faiz politikasını desteklerken yapılan tek eleştiri “program”ın bütçe ayağının eksik olduğu, yani kamu harcamalarının kısılmadığı yönündeydi. Kendisini muhalefette tanımlayan iktisatçıların dahi Şimşek’e yönelttikleri eleştiri bununla sınırlı kaldı. Oysa “program”ın temel eksikliği, ortada gerçek bir program olmamasıydı. Spekülatif finansal sermaye çok yüksek getiriler karşılığında ülkeye çekilirken, yüksek faizler ve TL’nin reel olarak değer kazanması ekonomiyi boğmaya başladı. Tarım ve sanayideki daralmaya geniş işsizlik oranının daha önce görülmemiş bir biçimde yüzde 32.3’e yükselmesi eşlik ediyor. Buna karşılık yeni bir kredi garanti fonu paketi devreye sokuluyor, yeni yatırım teşvikleri ilan ediliyor ve yakın zamanda faiz indirimleri ve/veya kredi kısıtlarının gevşetilmesi ile kredi genişlemesine yavaş yavaş izin verileceği açıklanıyor.

İhracatçılar ise bir süredir TL’nin değerli olmasından ve ücretlerin döviz cinsinden yüksekliğinden şikayet ediyor. Türkiye, bir yandan geniş kesimlerin geçim sıkıntısı ve yoksulluk içerisinde yaşadığı bir yandan da döviz cinsinden pahalı bir ülke haline gelmiş durumda. Ücretli çalışanların neredeyse yarısının ancak asgari ücret civarında bir ücret alabildiği bir ekonomide ücretlerin yüksekliğinden dolayı dış piyasalarda rekabet edilemediğinden şikayet ediliyor olması düşündürücü. Bu durum, ayrıca tartışılması gereken daha derin sorunlara işaret ediyor.

İhracatçıların talebi, TL’nin değer kaybetmesiyle rekabet gücünü artırmak. Aslına bakılırsa bu talep uzunca bir süredir neredeyse periyodik olarak gündeme getiriliyor. Fakat TL’nin değer kaybetmesi ihracatta kalıcı bir rekabet avantajına yol açmıyor. İthal girdi kullanım oranının yüksek olduğu bir ekonomide, TL’deki değer kaybı hızla maliyetlerin ve fiyatların yükselmesine, bu da yeniden kur artışı talebine yol açıyor. Nihayetinde ithal girdi kullanımını ve dış borç bağımlılığını azaltacak kapsamlı bir ekonomik programın yokluğunda bir kur-enflasyon sarmalıyla karşı karşıya kalıyoruz. Yüksek ithal girdi kullanımı, enflasyonun döviz kurlarındaki artışa duyarlılığını artıran en önemli neden.

Öte yandan, yüksek reel faiz politikası ve TL’nin reel değerlenmesi daha fazla ithal girdi kullanımına ve daha fazla dış borçlanmaya yol açıyor. Son dönemde hem dış borçlarda hem de yurt içinde yabancı para cinsinden borçlanmada artış var. Bu ise ekonominin döviz kurlarına duyarlılığını ve dış dengenin kırılganlığını artıran bir gelişme.

Kısacası, önümüzdeki dönemde geniş kesimlerin refahında bir artış beklememize sebep olacak herhangi bir gösterge yok. Tersine iç ve dış şoklara açık, kırılgan bir ekonomik tabloyla karşı karşıyayız. Tarım ve sanayinin daraldığı, işsizliğin arttığı, reel ücretlerin gerilediği bir ekonomide faiz indirimlerinin başlamasıyla ekonomide yaşanması beklenen canlanmanın boyutlarını ve sürdürülüp sürdürülemeyeceğini esasen dış sermaye girişlerinin nasıl seyredeceği ve yeni bir kur şoku yaşanıp yaşanmayacağı belirleyecek. Uluslararası ekonomik, finansal ve politik gelişmeler ise bu konuda iyimser olmanın önünde engel.

Şimşek “programı”ndan beklenen, ekonomik büyümeyi istikrarlı bir rotaya sokmasıydı. Ancak geldiğimiz noktada bunun sağlanamadığını görüyoruz. Ekonomik yeniden üretimin istikrarlı bir biçime kavuşamadığı şartlarda, siyasi iktidarın mevcut toplumsal düzeni yasal ve ideolojik olarak yeniden üretmesi de giderek zorlaşır. Bu ise daha fazla yasa dışına çıkmayı ve daha fazla şiddeti kaçınılmaz hale getirir.

ABONE OL

Özgür Orhangazi

Faiz indirimleri başlarsa ekonomi toparlanır mı?
0:00 0:00
1.00x
0:00 / 0:00
1.00x

Evrensel'i Takip Et