13 Haziran 2025 00:02

Bir liman işçisinin tasarladığı şehirler

Hayaller ile gündelik hayatın dayattığı gerçeklik arasındaki fark ne kadar derindir? Ya da bir köşede ‘hayal’, öbür köşede ‘gerçeklik’ durur da hiç mi iç içe geçmezler?

Sovyetler Birliği’ne dair en yaygın ön yargılardan biri de bu soruda saklı. Sığ bir bakışla ya ‘fazla hayalci’ bulunur ya da fazla ‘gerçekçi’. Paradoksal bir şekilde her iki yorum da çoğu zaman aynı burjuva-liberal kalemlerden çıkar. Oysa ne biri ne de ötekidir; çünkü asıl hikaye hayaller ile gerçekler arasında kurulmak istenen ve bir ölçüde kurulan köprülerdedir.

Ekim Devrimi ile birlikte toplumsal hayatın herhangi alanında yaşanan hangi gelişmelere bakarsak bakalım, hayal ile gerçeğin her zaman keskin çizgilerle ayrılmadığını görüyoruz. Özensizce karıştırılmış iki renk sulu boya gibi düşünebiliriz; bazen ayrışan, bazen iç içe geçip daha farklı kompozisyonlar oluşturan.

Tıpkı Liman İşçisi, Konstrüktivist Mimar, Ressam ve Şehir Plancısı İvan Leonidov’un (1902-1959) hayatı gibi. Yaptığı tasarımların birçoğu proje aşamasında kaldığı için kimileri onu ‘kağıt mimarı’ diyerek hor görür, kimileri onu bir mimardan çok sanatçı olarak değerlendirir. Kimileri ise Leonidov’un hayal ve gerçek arasında dokuduğu mekiklerle mimarinin ve kentlerin ufkunu açtığını söyler.

Öyle ya da böyle, Leonidov’un eserleri, bizlere son derece özgün birikime doğru bir kapı aralıyor. Sanılanın aksine Sovyetler Birliği’nde yapılan çalışmaların hiç de birbirine benzer olmadığını, hatta kimi eserlerin içinde bulundukları çağı dahi aştığını görebileceğimiz bir öyküye uzanalım, Leonidov’un hayatına ve eserlerine doğru yola çıkalım.

Ivan Leonidov

Limanda bir ressam işçi

Tver Oblastı’nda, 1902 yılında çiftçi bir ailede dünyaya gelen Leonidov’un çocukluğu köyünde geçer. On iki yaşına geldiğinde ise hayatını kazanmak üzere tek başına Petrograd’a doğru yola çıkar ve liman işçisi olarak çalışmaya başlar. Boş zamanlarında her zaman yaptığı üzere bir şeyler karalarken bir ikon ressamının dikkatini çeker. Böylece hayatının yolunu resme doğru çevirir.

Ancak asıl değişim Ekim Devrimi ile yaşanır. Artık çizime ve resme yetenekli bir liman işçisi, maddi koşullar nedeniyle yeteneğini köreltmek zorunda değildir. İlk kez eğitim alacağı Tver’de 1920 yılında açılan ‘ücretsiz sanat stüdyoları’na kaydolur. Burada gösterdiği başarının ardından Moskova’daki Özgür Sanat Atölyeleri-Devlet Yüksek Sanat ve Teknik Atölyelerine yani kısaca VKhUTEMAS’a gönderilir.

VKhUTEMAS, Ekim Devrimi’nden sonra Sovyetler’de serpilen konstrüktivizm ve süprematizm gibi avangart akımların en güçlü kalesidir. Derslere öncülük eden sanatçı, tasarımcı ve mimarlardan bazılarını örnek vermek gerekirse El Lissitzky, Aleksandr Rodçenko, Kazimir Maleviç, Vladimir Tatlin, Moisei Ginzburg, Aleksandr Vesnin gibi isimleri sayabiliriz.

Ivan Leonidov sirk tasarımı

Göğün fethini yerde tasarlamak

Mimarlık fakültesinde ders veren Vesnin, genç Leonidov’un yaratıcığı üzerinde önemli bir rol oynar. En önemli eserlerinden biri olan Lenin Kütüphanecilik Enstitüsü için yaptığı tasarımı da bu okulda yapar. Diploma projesi olarak yaptığı tasarım, her ne kadar gerçeğe dönüşmemiş olsa da tıpkı Moskova’daki Tatlin Radyo Kulesi gibi 1920’lerin Sovyet mimarisi içerisindeki en devrimci eserlerden biri olarak görülür. Maddelerin ‘ağırlık, hız ve hareket yönü’ üzerine yoğunlaşan süprematist bir tasarımdır. Hava balonunu ‘tutarcasına’ gerilen ipler sembolik olarak bunu gösterir. Göğü fethetmek isteyen bir çaba, hem balon-ip ikilisinde hem de yapının kendisinde açıkça karşımızda çıkıyor. Teknik olarak da camın kullanımı da dikkat çekiyor. Tüm bunların 1927’de tasarlandığını hatırlayacak olursak eğer, o gün için dehşet bir ufuk açtığını daha iyi anlayabiliriz.

Şehir plancılığı alanında da Leonidov’un çarpıcı tasarımlarına rastlıyoruz. Sovyetler Birliği’nde sanayileşme atılımı ile birlikte sıfırdan binlerce kent kurulur. Yeni bir sosyalist toplum yaratma iddiasının verdiği coşku, gayet somut olarak bugün bile hâlâ dikkat çeken şehir plancılığı ile kendini gösteriyor. Sanılanın aksine bu kentler ‘sıkıcı’ ya da ‘depresif’ olarak tasarlanmaz, binaların birbirlerine uzaklıklarından tutun, parklara, kreşlere, hastanelere kolay erişim zorunluluklarına... hepsi merkezi bir planlama dahilinde yaratılır. Bu sebeple sosyalist ekonomik model şehir planlamacılarının ve mimarların hem elini kolaylaştırır hem de geniş bir ufuk verir.

Ural bölgesinde yeni kurulan bir yerleşim için Leonidov’un yaptığı tasarım da böyle değerlendirilebilir. Magnitogorsk projesinde Leonidov, kendine yeten ve içerisinde bir dünya barındıran model yerine binaların şehirle bütünleştiği bir yaklaşım tercih eder. Böylece karşımıza lineer bir şehir olarak yaptığı tasarım çıkıyor...

“Ee, peki yapmışlar mı şehri Leonidov’un istediği gibi. Yapmamışlar. O zaman ne anlatıyorsun, yok ufuktu vesaireydi. Demek ki kağıtta kalmasını istemişler yeniliklerin” diye düşünenler olabilir. Gerçekten de Magnitogorsk, Leonidov’un düşündüğü karelerle bölünerek düz bir çizgi olarak inşa edilmedi. Ancak tercih edilen plan, bize yine de şehir planlamacılığı alanda en devrimci örneklerden birini sunuyor. Dolayısıyla Sovyetlerin mirasına dair beylik laflar etmek isteyenler önce Magnitogorsk haritasına göz gezdirip sonra karar verebilir sıradan mı değil mi, hayal mi gerçek mi.

Leonidov’un tarzı, dönemin kimi diğer Sovyet mimarlarının tepkisini çeker. ‘Kağıt üzerinde yaşayan biri’ olarak değerlendirenler eleştirilerini yüksek sesle dile getirir, ‘Leonidovizm’ tartışmaları yapılır. Akademideki yeri tartışılınca Leonidov da kendine daha farklı bir yön çizer. 1930’ların başında devletin şehir planlama bürosunda çalışmaya başlar.

Daha sonra yine çeşitli mimarlık yarışmalarına katılır. 1934 yılında Ağır Endüstri Komiserliği-Narkomtiazhprom için yaptığı tasarım büyük ilgi uyandırır. Bu dönemde Leonidov’un yaptığı çalışmalarda daha gerçekçi bir hava göze çarpıyor. En büyük neden kuşkusuz dönemin kendi atmosferi, 1930’lar Sovyetlerin pratik ihtiyaçlara verilen yanıtlarla şekillenen her anlamda ‘inşa’ sürecinin yoğunlaştığı bir dönemdir. Leonidov’un bu dönemki eserlerinde de 1920’nin devrimci hayal gücü baskın değildir, ancak avangart yaklaşımlara format atılmış da değildir. Sadece yeni dönemin gerçekliği ile yeni ürünler verir. Yani iki renkli sulu boya 1930’larda karışmaya başlar. Narkomtiazhprom tasarımı da işte bu yüzden ayrıca değerli.

Ivan Leonidov tasarımı

Güneş Şehri

İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte 1941 yılında cephede kazmacı olarak görev alır. Faşist saldırı karşısında devir yapım değil yıkım devridir ne de olsa. Bu gerçekliğin tam da kalbinde, yapılan ve yapılacak her şeyin sonsuza dek karanlığa gömülme tehdidine karşı gocunmadan cephelerde kazma sallar. 1943’te yaralandıktan sonra askerden döner. Savaş sonrasında Sovyetler galiptir ancak bu galibiyetin bedeli maddi manevi korkunç bir yıkımdır. Ülkenin ‘kalbi’ sayılabilecek batı bölgelerinde pek çok yerleşim yerle bir olur. Yepyeni bir dönem, yepyeni bir gerçeklik... Leonidov ise Stalingrad, Kiev ve Moskova gibi kentlerin yeniden yapımında görevler üstlenir.

Tüm bu pratik görevlerin yanı sıra Leonidov, aklının paletine aldığı renklere yeniden düzen verir ve hayallerinin çekirdeğine geri döner. Bir dizi eserini ‘Güneş Şehri’ ismiyle bir araya getirir. Ancak bunlar ciddi mimari çalışmalardan öte bir bilim kurgu şehrini andıran ve binaları/şehirleri konu alan sanat eserleri olarak düşünülebilir. Heybesindeki hayallerin bir şehirde buluştuğu bir başlık olarak Güneş Şehri insanı kolayca başka dünyalara sürüklüyor.

Kislovodsk

Hayal ve gerçeğin köprüleri

Leonidov’un tasarladığı eserler arasında tek hayata geçen Kislovodsk’taki merdivenlerdir. Buna karşın 1959’da öldüğünde Moskova’nın bir köy mezarlığında bulunan kabrine, net bir şekilde şöyle yazılır: “Ivan Leonidov, mimar”

Her insanın zihni bir ölçüde yaşadığı zaman diliminin havasını teneffüs ederek şekillenir. Ekim Devrimi’nin hemen ardından doğan devrimci ruh halini öğrenebiliriz, ama ne yaparsak yapalım 1920’lerin heyecanını damarlarımızda hissedemeyeceğiz, çünkü çağımızın ivmesi karanlığa doğru eğilim gösteriyor. An itibarıyla karanlık dönemlerle hemhal olabiliyor oluşumuz kötü haber. Ama iyi haber şu ki, tarihte hiçbir ivme süreklilik göstermiyor.

İşte bu sebeple Leonidov’un eserlerini ya da zihnini düşünmek bize zamanın her zaman ileriye akmadığını, inişli çıkışlı bir ritmi olduğunu hatırlatacaktır. Çünkü yeni bir toplum, yeni bir insan yaratmanın verdiği gücü öğrenmek demek bir ölçüde o coşkuyu hissetmektir. Hele ki o şehirler bir liman işçisinin kaleminden çıkmışsa!

Bugün toplumsal ufuksuzluk bize ‘kaçınılmaz gerçek’ olarak dayatılıyor. Oysa başka bir ihtimal daha var, hep vardı ve hep olacak. Aslolan hayal ile gerçekler arasında inşa edeceğimiz köprülerde.

Lenin’in Pisarev’e atıfla rüya ve gerçek arasındaki bağa ilişkin söylediği sözlerle bitirelim:

“Eğer rüya gören kimse, rüyasına ciddi olarak inanırsa, yaşamı dikkatle gözler, gözlemlerini gökte kurduğu şatolarla kıyaslarsa ve eğer, genel olarak söylemek gerekirse, rüyasının gerçekleşmesi için bilinçli olarak çalışırsa, rüya ile gerçek arasındaki ayrılığın hiçbir zararı olmaz. Rüyalarla yaşam arasında bir bağ varsa, her şey yolundadır.”

Kaynaklar ve daha detaylı bilgilerin yer aldığı adresler:

  1. Ivan Leonidov: Artist, dreamer, poet
  2. La Arquitectura Utopista de Leonídov: El Instituto Lenin
  3. Circus Building
  4. Arquitectura, Rascacielos Y Sedición: Ivan Leonidov, Narkomtiazhprom, 1934  (Comisariado Popular para la Industria Pesada, Moscú)

ABONE OL

Kavel Alpaslan

Bir liman işçisinin tasarladığı şehirler
0:00 0:00
1.00x
0:00 / 0:00
1.00x

Evrensel'i Takip Et