6 Haziran 2025 00:10

Futbolun modern başkentinde yerel dinamikler, küresel taraftarlık

Dünya futbolunun son 50 yılı için bir başkent belirlememiz gerekse kuşkusuz en iddialı aday Barcelona olur. Rinus Michels ve Johan Cruyff’un Total Futbol devrimini 1970’lerin başında kente getirmesiyle güçlü ve zengin bir futbol takımının evi olmanın ötesine geçerek modern futbol felsefesinin de ihraç merkezine dönüşen Barcelona, bunu La Masia’nın muazzam bir altyapı tesisine evrilmesiyle taçlandırdı. Cruyff, 1988’de kulübün başına teknik direktör olarak döndüğünde artık elinde oyun felsefesini hem altyapıda hem A takımda uygulayabileceği bir yer vardı ve devamında kupalar sel olup aktı. 28 La Liga şampiyonluğunun 18’i, 5 Şampiyonlar Ligi şampiyonluğunun tamamı 1990 sonrasında kazanıldı. Daha da önemlisi Barcelona’nın futbol tarzı hem İspanya’nın geçmişte “Furia española” olarak anılan sert, mücadeleci oyun karakterini dramatik şekilde değiştirdi ve onu daha zarif, daha teknik bir tarza çevirdi hem de dünyanın geri kalanını kendisine uyum sağlamaya mecbur bıraktı.

FC Barcelona’nın uzun süredir iyi yönetilen bir kulüp olduğu söylenemez ama ’70’lerde atılan tohumlarla şekillenen gelenek, kulübün bünyesinden bazen Anka kuşları çıkarmasını sağladığı gibi bazen de başka şartlarda sıradan kalabilecek altyapı oyuncularından belli bir oyun felsefesi içinde maksimum verim alınabilmesini beraberinde getirdi. Barcelona’nın bu yıl Hansi Flick’le yaptığı çıkışta Flick’in tarzının, onun Barça modeline kattığı çeşitliliğin rolü çok büyük. Ama onun bugün Barça’yı zenginleştiren oyun tarzının kökeninde dahi yine Cruyff var. Kimi zaman “futbolun zehirlenmesi”, “futbolun robotikleşmesi”, “futbolun monotonlaşması” gibi somut gerçeklerden koparak yapılan ağır eleştiriler duysak da o kadar zengin bir futbol mirasından bahsediyoruz ki gencecik oyuncularıyla FC Barcelona, Inter’e şanssız şekilde elendikten sonra kupayı kazanan yine o gelenekten gelen Luis Enrique oldu.

İki paragrafta özetlemeye giriştiğimiz bu miras, Barça’yı 1990’ları takip eden süreçte futbolun en büyük küresel markalarından biri haline getirdi. Futbolda televizyon ve diğer yan gelirlerin bu kadar baskın olmadığı, kulüplerin bilet hasılatları kadar güçlü olduğu dönemde FC Barcelona, kentin orta ve üst sınıflarının benzersiz sadakati sayesinde müthiş bir gelir elde ediyor ve Camp Nou’nun 100 bini aşan kapasitesinin hakkını veriyordu. Bugünse tablo biraz değişmiş durumda. Barça stadı, uluslararası bir marka olmanın getirdiği avantajla dünyanın her yerinden turist taraftarları ağırlıyor ve talebin yüksekliği artık bilet fiyatlarını da uçurmuş durumda. 2024’te The Athletic’e konuşan bir kulüp yetkilisi, her maç biletlerin yüzde 52’sinin İspanya dışından gelenlere satıldığını açıklamıştı. Aynı haberde kentin zengin mahalle birlikleri geleneğinin bugünkü temsilcilerinden Marti Cuso, “Bugün Barça’yı izlemeye gittiğinizde, her seferinde yanınızda farklı biri oturuyor, tezahüratları bilmeyen ve maçtan çok Instagram için fotoğraf-video çekmekle ilgilenen biri… Bu ’90’larda ve 2000’lerde Camp Nou’ya gitmenin nasıl bir şey olduğuna dair deneyimi tamamen kişiliksizleştiren, ona ihanet eden bir şey” diyordu. Geçtiğimiz haftalarda da Bağış Erten, Oksijen’de İnan Özdemir’le yaptıkları Yaz Deftere programında “Barcelona’da büyüsem Espanyol’u tutabilirdim” diyerek aslında bu ilginç tartışma konusuna parmak bastı ve bana da bu seri için ilham verdi.

Öyleyse hazır sezon da sona ermişken, önümüzdeki hafta futbolun modern başkenti Barcelona’nın rehberliğinde biraz tarihe, biraz güncele dalalım; küresel taraftarlığın yerel dinamiklere etkisini ölçelim, Barça’yı Barça yapan kast sistemine, göçlerle şekillenen Barcelona işçi sınıfının Espanyol’a teveccühüne bakalım.

Bu kadar girift bir sektörün modern başkenti Barcelona’ysa bunu salt futbolla açıklayabilmek garip olurdu, öyle değil mi?..

ABONE OL

Mithat Fabian Sözmen

Futbolun modern başkentinde yerel dinamikler, küresel taraftarlık
0:00 0:00
1.00x
0:00 / 0:00
1.00x

Evrensel'i Takip Et