Ekonomide kritik viraj
Bu haftaki yazıda, ekonomik ve siyasi gidişatı ilgilendiren üç önemli gelişme üzerinden 19 Mart operasyonu sonrası süreci ele almaya devam edeceğim. Kritik bir viraja yaklaşıyoruz. İktidar önlemlerini sıklaştırıyor, bir kere daha gözler muhalefetin neler yapacağında olacak.
Özel konjonktüre uygun özel önlemler
Önce iktidarın pozisyonundan başlayalım. Cumhurbaşkanı Erdoğan 12 Mayıs’ta yaptığı bir açıklamada, ‘iş çevrelerimiz kesinlikle kaygıya kapılmasın’ demiş, çeşitli iç ve dış gelişmeleri kastederek ‘Bu muhataralı [tehlikeli] süreçten de hükümet olarak yine alnımızın akıyla hatta daha da güçlenerek çıkmayı başaracağız’ şeklinde mesaj vermişti.
Erdoğan 22 Mayıs’ta ise, ekonomideki sıkışmanın etkileri daha net ortaya çıktığında, yeni önlemlerin geleceğini açıkladı:
“Kredi Garanti Fonunu ben de önemsiyorum. Yani bu noktada adım atıp Kredi Garanti Fonundan tulumbaya suyu dökmekte fayda var ki hareketlensin. İnşallah yeni dönemde çok daha farklı bir adımı atacağız. Bu konuyla ilgili olarak da ilgili arkadaşlarımıza gerekli uyarıları da yaptım. Şu anda bunun hazırlığı içerisindeyiz. Bu adımı atmaya mecburuz.”
Bu açıklamadaki ‘mecburiyet’ kısmını hem siyasi hem de ekonomik olarak okumak mümkün. Zira geçtiğimiz haftaki yazıda belirttiğim üzere, özel bir konjonktürden geçiyoruz, CHP üzerindeki baskıların arttığı bir konjonktürde, özellikle emek yoğun sektörlerdeki sorunlar giderek büyüyor.
Henüz bu ekonomik ve siyasi sorunlardan mustarip olan kesimler arasında bir diyalog ve eş güdüm yok, ancak olması ihtimali iktidarı endişelendiriyor olsa gerek. Zira yukarıdaki ‘mecburiyet’ vurgusu, bu endişeyi de kapsıyor olabilir. Tam da bu özel konjonktürde, özel konjonktürlere has bir müdahale aracı yeniden gündeme geldi: Kredi Garanti Fonu (KGF).
KGF kredileri, başka bir özel konjonktürde de (2017 referandumu öncesinde) iktidarın kullandığı ve olumlu sonuç aldığı bir araçtı. Zamanın Başbakanı Binali Yıldırım, KGF uygulamasının iktidar açısından getirdiği faydayı şu şekilde özetlemişti: “Eğer, 250 milyarlık kredi hacmini oluşturmasaydık bugün 30 bin tane sanayici, iş adamı göçmüştü. Bankalar zora girmişti.” Zira böyle bir durumda 2017 referandumunun iktidar tarafından kazanılması söz konusu olmayacaktı.
2017’dekine benzer şekilde, KGF şimdi de devreye sokuluyor. Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, KGF aracılığıyla 17.5 milyar lirası işletme, 7.5 milyar lirası yatırım harcamalarında kullanılmak üzere toplam 25 milyar lira kefalet limitli destek paketini yürürlüğe alacaklarını açıkladı. Önceki paketle karşılaştırıldığında henüz oldukça mütevazı bir destek, ancak gerektiğinde artırılabilecek bir olanak söz konusu. Kısacası, özel zamanların özel önlemleri yeniden uygulamada.
Merkez’in enflasyon hedefine 19 Mart dopingi
Geçtiğimiz hafta ikinci kritik gelişme, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının (TCMB) açıkladığı enflasyon raporuna ilişkin yaptığı bilgilendirme toplantısıydı. TCMB başkan ve yardımcılarının gazetecilerin sorularını yanıtladığı bu toplantıda, TCMB 2025 yılındaki tahmini değiştirmedi.
Esasında, enflasyon konusunda ekonomi yönetimi için işler iyi gitmiyordu. Enflasyon oldukça yüksek olmasına rağmen faiz indirimlerinin başlaması, eleştirilen bir konu halini almıştı. Ancak 19 Mart operasyonunun ekonomik etkilerini sınırlandırmak için atılan adımların ek finansal sıkılaştırma ile sonuçlanması, ironik bir şekilde TCMB’nin enflasyonla mücadele hedefi için doping etkisi yaptı. Bu etkiyle, TCMB yetkilileri enflasyon hedefini değiştirmeyerek, finansal sıkılaştırmanın enflasyon üzerindeki olumlu etkilerinin görülmeye başlanacağına vurgu yaptılar.
Durgunlukla gelen cari dengelenme
Üçüncü önemli gelişme de Şimşek’in, Türkiye Bankalar Birliğinin 68. Genel Kurul toplantısında yaptığı konuşmaydı. İçinden geçmekte olduğumuz küresel konjonktürün ve Türkiye ekonomisinin çeşitli boyutlarına değindiği konuşmasında Şimşek, cari denge görünümünde iyileşmeler beklediklerini belirtti. Şimşek’e göre küresel büyümedeki yavaşlama, dış talebi yani ihracatı zayıflatacak. İç talep ise uygulanan ek parasal sıkılaştırma ve reel ücretlerin baskılanması nedeniyle zayıflayacak. Dış talebin yanında iç talebin de zayıflaması, yani genel olarak ekonomik durgunluk ithalatı zayıflatacağı için, cari denge görünümünde iyileşme gerçekleşecek.
Şimşek bunu bir başarı olarak sunuyor. Ancak açıklanan bu mekanizma, esasında Türkiye ekonomisini takip edenler için bir sürpriz değil: Cari denge görünümündeki iyileşme, durgunluk alametidir, ancak ekonomi yavaşlayınca görülür. Hatta, tam da bu nedenle, cari fazlanın yüksek olduğu yıllar, Türkiye’nin kriz yıllarıdır.
Şimşek programı olarak adlandırılan ekonomi politikası, bağımlı gelişme patikasının bir sonucu olarak ortaya çıkan bu denklemi değiştirmeye yönelik değildir. Bunun anlamı şu: Ekonomik durgunluk cari denge görünümünü iyileştirirken, ekonomik canlılık, yani büyümenin yeniden başlaması, cari denge görünümünü kötüleştirecektir.
Bu kısır döngüye neşter vurmayan herhangi bir ekonomi programı, ancak mevcut kısır döngünün devamına yarar. Peki ekonomi yönetimi bunun farkında değil mi? Elbette farkında. Şimşek, konuşmasının son bölümünde aralarında yatırım taahhütlü avans kredisi ve diğer teşvik programlarının da olduğu, fiili ithal ikameci uygulamalara değinerek, ‘çıkış programlarının’ bu yönde olacağı imasında bulundu. Ancak daha önceki yazılarda belirttiğim gibi, istikrar programının gölgesinde kaldığı sürece bu önlemlerin anlamlı sonuçlar vermesi oldukça zor.
Ara sonuç
Yukarıda sıraladığım üç gelişme, iktidarın adımlarını özetliyor. 19 Mart operasyonu sonrasında ortaya çıkan güçlü toplumsal muhalefet iktidarı sendeletti. Ancak iktidar, hızla bu sendelemeyi aşacak önlemleri devreye sokuyor. Bazı muhalif kesimlerde var olan, ‘Ekonomik durumun iktidarı otoriter konsolidasyon yolundan çevireceği’ inancının hatalı olduğunu belirtmiştim. Zira bu yaklaşımın ima ettiği, iktidarın ekonomik durum nedeniyle neredeyse ‘otomatik olarak’ demokrasiye yaklaşmak zorunda kalacağı varsayımı, her geçen gün yanlışlanmaya devam ediyor.
Bu ortamda, Özgür Özel’in geçtiğimiz hafta CHP’nin İstanbul Pendik’te yaptığı miting konuşmasındaki “Asgari ücrete temmuzda zam alacağız” vurgusunu iyimser olarak yorumlarsak, CHP’nin ‘Adalet mücadelesinin ekmek mücadelesiyle birleştirilmesi’ doğrultusunda adım atmaya hazırlandığını söyleyebiliriz. CHP’nin geleneksel pozisyonu bu doğrultuya uzak, bunu biliyoruz. Ancak özel konjonktüre özgü özel bir strateji belirlenmesi, pek çok açıdan kritik sonuçlar doğurabilir.
Evrensel'i Takip Et