24 Mayıs 2025 00:02

ABD-Çin rekabeti üzerine: ABD gücünü keyfi olarak kullanacağı sistem istiyor

ABD Başkanı Donald Trump’ın uygulamaya koyduğu ekonomi politikaları konusunda bir ön değerlendirmeyi geçtiğimiz ay yapmış, bu politikaların ana hatlarını çizmeye çalışmıştım. Bu hafta yüksek teknoloji alanında yoğunlaşan rekabete dair bazı notlar düşmek istiyorum.

Çin’in jeostratejik ve ekonomik olarak ABD’ye tehdit oluşturduğu anlayışı, Trump yönetiminin ana gündemini şekillendiriyor. Bu anlamda Biden yönetiminin politika çizgisiyle belirli bir süreklilik gözlemleniyor. Biden yönetimi, Çin’in teknoloji alanındaki atılımlarına karşı ABD’nin kapasitesini artırmayı hedeflerken bunu Trump’dan farklı olarak uluslararası kurumlar ve kurallara dayandırmaya ya da en azından öyle görünmeye önem veriyordu. Yarı iletkenlerin üretimi için kritik olan donanım ve yazılımların Çin’e ihracatına getirilen kısıtlamalar, Huawei ve SMIC gibi önde gelen teknoloji firmalarına karşı alınan kararlar ve Çinli teknoloji şirketlerinin küresel tedarik zincirlerinden dışlanması yönünde atılan adımlar dikkat çekiciydi. Hatta TikTok gibi uygulamalara yönelik ulusal güvenlik incelemeleri de gündeme gelmişti. İçeride ise çeşitli yasalarla yarı iletken yatırımlarına önemli teşvikler sağlayarak yurt içi üretimi güçlendirmek Biden yönetiminin öncelikleri arasında yer alıyordu.

Trump döneminde ise bu genel çizgi daha agresif, öngörülemez hamlelerle sürdürülüyor. Tedarik zincirlerinde Çin’e bağımlı olmaktan çıkmak, sadece ekonomi ve ticaret açısından değil ABD’nin uzun dönemli güvenliği için de oldukça önemli görülüyor. Bunun yansımasını sadece gümrük tarifelerindeki artışta değil teknoloji, enerji, kritik madenler ve mineraller gibi alanlarda devreye sokulan politikalarda da görüyoruz. Uzun vadede bu alanlarda üstünlüğü ve kontrolü elinde tutmak, yeni dönemin öncelikleri arasında yer alıyor.

Örneğin, batarya, elektronik sistemler ve çeşitli mühimmat üretiminde kullanılan nikel, kobalt, bakır ve manganez gibi madenlerin önemi artıyor. Ukrayna’yı yer altı kaynaklarını birlikte işletmeye ikna etmenin veya Grönland ve Kanada’yı ABD’ye katma gibi “çılgın” fikirlerin arkasında, nadir toprak elementleri ve kritik madenlere erişim ve kontrol arzusu yatıyor. Wall Street Journal’da geçtiğimiz hafta yayımlanan bir habere göre, derin denizlerde polimetalik nodül madenciliğinin önünün açılması çabaları da hızlanmış durumda. Buradaki amaç, elektrikli araç bataryalarında, akıllı telefonlarda, tıbbi cihazlarda ve yapay zeka donanımında kullanılan kobalt, nikel, bakır ve mangan barındıran kayaları vakumlayarak toplamak. Bunun da bir yandan yeni teknolojik gelişmeleri ve yatırım hamlelerini tetiklerken, diğer yandan deniz altı kaynakları üzerinde egemenlik mücadelesine dönüşmesi olası. Buna karşılık Çin de nadir toprak elementleri ve lityum, kobalt gibi kritik minerallerin ABD’ye ihracatına hem miktar kotaları hem de ihracat lisansı zorunlulukları getirerek sınırlamalar uyguluyor ve böylece tedarik zincirlerinde Çin’e bağımlı olan ABD sanayisini zorlama gücü olduğunu gösteriyor.

Öte yandan, son dönemde yapay zekaya yapılan büyük yatırımların önemli bir kısmını yazılım ya da modellerden çok altyapı yatırımları oluşturmakta. Donanımı oluşturan ve yapay zekanın çalışması için gereken bilgisayar çipleri ve veri merkezleri için gereken yüksek hızlı bilgisayar, sunucu gibi ekipmanlar yatırımların başını çekiyor. Bu alanda NVIDIA ve AMD çiplerinin Çin’e ihracını kısıtlayan düzenlemelerle Huawei Ascend çiplerinin dünyanın herhangi bir yerinde kullanılmasının ABD’nin ihracat kontrollerini ihlal anlamına geldiği yönünde yapılan açıklamalar dikkat çekici.

Bu bağlamda, ABD’nin müttefiklerine dayattığı şey ise yükün daha eşit paylaşılması. ABD blokunun içerisinde yer alacak olan müttefiklerden ellerini ceplerine atmaları ve özellikle de silahlanma harcamalarını artırmaları talep ediliyor. AB’nin Çin’le olan ekonomik ilişkileri ise ABD nezdinde AB’yi tam güvenilirlikten uzaklaştırıyor. AB ekonomisinin Çin’e olan bağımlılığı ABD için de bir tehdit sayılıyor.

ABD’nin jeopolitik ve ekonomik üstünlüğünü koruma çabası, illaki tutarlı, sonuçları önceden görülebilir politikalar uygulanması anlamına gelmiyor. Bu anlamda birinci Trump dönemi, Biden dönemi ve ikinci Trump dönemi arasında genel bir süreklilik tespit edebilsek de tam olarak neyin nasıl yapılması gerektiği konusu ABD içerisinde de oldukça tartışmalı. Örneğin, Ticaret Bakanlığının Sanayi ve Güvenlik Bürosu tarafından geçen hafta yapılan açıklamada “Trump yönetimi, Amerikan yapay zeka teknolojisini dünya genelinde güvenilir yabancı ülkelerle paylaşmayı hedefleyen cesur ve kapsayıcı bir strateji izleyecek; aynı zamanda bu teknolojinin düşmanlarımızın eline geçmesini engelleyecektir” denilirken bir yandan da “Biden yönetiminin kötü tasarlanmış ve ters etki yaratan yapay zeka politikalarını Amerikan halkına dayatma girişimini reddediyoruz” notu düşülerek bu gösterilmişti.

Nihayetinde atılan her adıma başta Çin olmak üzere diğer ülkelerin vereceği yanıtlar önem kazanırken, bir alanı desteklemek için yapılan şeylerin başka alanlarda beklenmedik sonuçlar ortaya çıkarması ya da çelişkili politika adımları ile arzulananın tam tersi sonuçlara varılması da oldukça mümkün. Kısacası, belirsizliklerin giderek artacağa bir dünyaya doğru ilerliyoruz. Trump yönetiminin ayrıntıları enine boyuna düşünülmüş bir programla ilerlemediği açık. Ancak, kural temelli dünya düzenini güç, hiyerarşi ve egemenliğin keyfi olarak kullanılacağı bir sisteme dönüştürmek ABD’nin uzun vadede egemenliğini korumak için gerekli görülüyor.

ABONE OL

Özgür Orhangazi

ABD-Çin rekabeti üzerine: ABD gücünü keyfi olarak kullanacağı sistem istiyor
0:00 0:00
1.00x
0:00 / 0:00
1.00x

Evrensel'i Takip Et