23 Mayıs 2025 00:03

Demokrasi mi demiştiniz?

Bahçeli’nin komisyon önerisi, Meclisin devreye girmesini savunan pek çok politik çevre tarafından genellikle olumlu karşılandı. Mevcut gerçeklerden soyutlanarak ele alınınca sorunun Mecliste görüşülmesi önerisi elbette değerlendirilmesi gereken bir öneridir. Ama şu politik gerçeklere dikkat etmek zorunlu: Bu komisyon mevcut Meclis bileşiminin, yani iktidar çoğunluğunun ve anlayışının komisyona taşınmış halidir. Bugünkü Meclisin, önerilen komisyonun yapması varsayılan işleri yapmaması için ortada ne gibi bir gerekçe ve engel var? Öncelikle her partiden bir milletvekili ve sonrasında partilerin Meclisteki milletvekili oranına göre dağılım ve kararların salt çoğunlukla alınması önerisi, mevcut Meclisin komisyonda vücut bulmuş halidir. Tüm partilere birer üye verilmesi bu gerçeği değiştirmiyor.

Bu söylediklerimiz fazlaca abartılmış kuruntular gibi görünebilir. Ama gerçekler ortadadır:

İlk olarak: İBB’ye ilişkin operasyonlar kesintisiz sürmektedir. İktidarın belediyelerin yetkilerini budama ve yerel yönetimleri vali ve kaymakamlar üzerinden Saray’a bağlama hamleleri gündemdedir. İktidar yasaya, kararnameye ihtiyaç duymadan kolayca alınabilecek hiçbir kararı -Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi kararlarını uygulamak gibi- uygulamamıştır. Kürt siyasi hareketi Öcalan liderliğinde PKK’nin feshi gibi çok önemli kararları almış ve uygulamaya geçmiştir. Buna karşın iktidarın attığı -küçük bir jest olsun niyetiyle- tek bir adım bile yoktur. Ama antidemokratik uygulama ve saldırılar sistematik olarak devam etmektedir.

İkinci olarak: Mevcut Meclis bugün ülkedeki politik gelişmelerin merkezinde olan bir Meclis değildir. Tek adam yönetimi Meclisi bütünüyle bir noterlik kurumuna çevirmiştir. Diğer bir önemli gerçek ise bu Meclisin bugün halk kitlelerinin ulaştığı politik gelişmişlik düzeyini yansıtmamasıdır. Esasen bu gerçek son yerel seçimlerde tescillenmiş bir gerçektir. Normalde demokratik bir ülkede yerel seçim sonuçları belli olduğunda mevcut iktidarın bunu bir güvensizlik belirtisi sayarak istifa etmesi ve yeni seçim kararını açıklaması gerekirdi. İktidar, ana muhalefetin o zamanki tutumunun da -normalleşme, yumuşama- yardımıyla içine düştüğü bu kötü durumdan sıyrılmış, bununla kalmamış demokratik muhalefete, kırıntısı kalmış hak ve özgürlüklere giderek şiddeti artan bir saldırı yürütmüş, bu saldırı 19 Mart’ta keskin bir biçimde sertleşmiştir. O günden bu yana halk muhalefeti büyümüş, kararlılık kazanmaya başlamış, zaman zaman milyonluk gösteriler, iktidarın kale saydığı illerde yapılan mitingler halkın ulaştığı yeni politik bilincin göstergeleri olmuştur. CHP bu muhalefetin ufkunu seçimlerle sınırlamaya çalışsa da, halkın istek ve talepleri köklü ve geniştir.

Bütün bu gerçekler bizi zorunlu olarak şöyle bir sonuca götürmektedir: Bu Meclis ve onun herhangi bir komisyonu Türk ve Kürt halklarının istediği ve talep ettiği demokrasiyi, eşitliği, hak ve özgürlükleri karşılayabilecek bir potansiyele sahip değildir.  Tabii şu ileri sürülebilir: Meclis dediğiniz nedir ki? İktidar sahibinin dediği gibi “İndir kaldır” değil mi? İktidar ne isterse Meclis çoğunluğu onu onaylayacaktır! Zaten sorun da bu: İktidarın tepesindeki adamın istediği sınırsız bir güçtür ve bunun da demokrasiyle en küçük bir ilişkisi bile yoktur. Yapılması gereken ise bellidir: En kısa sürede demokratik koşullarda yapılacak bir genel seçim ve buradan çıkacak, kurucu meclis olma potansiyeli de taşıyabilecek yeni bir meclisin oluşturulması.

Üçüncü olarak: Son İmralı görüşmesinde Öcalan’ın “kardeşlik hukuku üzerinde yeni sözleşmeye ihtiyaç” olduğunu belirttiği açıklandı. Kürt hareketinin bu sözleşmenin asıl olarak halkların zeminine dayanması ve demokratik olmasını talep ettiğini var saymak için güçlü nedenlerimiz var. Çünkü demokrasi, eşitlik ve barış Kürt hareketinin temel talepleri durumunda. Ama iktidarın bu süreci yeni gerici bir anlaşma olarak uygulamak istediğine ilişkin epeyce güçlü kanıtlar var. Örneğin belediyelere ilişkin atılmak istenen adımların Kürt illerini de kapsamadığını politik gelişmeleri takip eden, aklı başında hiç kimse ileri süremez. Politik mahkumların, içlerindeki ağır hastaların, zindanlarda tutulan politikacıların, kayyımların durumları ortadadır. KCK davası ve tutukluluk halleri devam etmektedir. İktidarın demokrasi yönünde attığı tek bir adım bile yoktur. İktidar tutumu, çölde susuzluktan ölmek üzere olan bir insana bir yudum su karşılığında geride kalan tüm hayatını kendisine kölelik ederek geçirme şartını ileri süren kan içici birinin tutumu gibidir.

Sonuç olarak: Tek adam rejimi demokrasi, demokratik hak ve özgürlükler, hak, hukuk, adalet diyenlere diktatörlük, gericilik ve şiddetle yanıt vermektedir. Buna rağmen özellikle Kürtler arasında tereddütlü de olsa bir beklenti yaratmayı başarabilmiş olmasının nedeni Kürt sorununun ağırlığı, mevcut yaşanmışlıklar, bölge halkının tüm bunlara rağmen umutlu olma iradesidir. Ama bilinmelidir. Ne Türkler ne Kürtler gericiliğe ve faşizme teslim olmayacaklar. Umudu gerçeğe dönüştürmenin tek yolu ise başlamış olan mücadeleyi geliştirmek, yaygınlaştırmak ve daha da güçlendirmektir, Kürt sorununun çözümünün gerçek güvencesi de budur. Hiç kuşku duyulmasın: Hesaplarını, adamın kişisel hırsları da içinde olmak üzere, ülkeyi daha da geriye götürme üzerine yapan iktidar ağır bir fatura ödeyecektir. Onu Trump’ta kurtaramayacaktır.

ABONE OL

Ahmet Yaşaroğlu

Demokrasi mi demiştiniz?
0:00 0:00
1.00x
0:00 / 0:00
1.00x

Evrensel'i Takip Et