Petrol imparatorluğunun yoksulları

TÜPRAŞ’ın Kırıkkale Rafinerisi işçileri, 14 Kasım 2005’te, özelleştirme kapsamında kuruma gelen Koç heyetini, rafineri önünde eylem yaparak içeri almamıştı. (Fotoğraf: AA)
Vehbi Koç’un hayali “büyük bir petrol şirketi” ile ortaklık kurup petrol arama ve satışında pay sahibi olabilmekti. “Eğer 1950 yılında böyle bir büyük şirketle iş birliği kurabilseydim” diyordu, “Türkiye’de iyi bir mevki sahibi olabilirdim.” Esasında 1928’de Koç, Mobil Oil’in Ankara acenteliğini almıştı. Sovyet petrol şirketi Neft Sendikat’ın ‘38’de Türkiye’den çekildiğini, Boğaz’daki tesislerinin devralınarak Petrol Ofisi’nin kurulduğunu gördü. Petrol Ofisi’nin, uluslararası tekellerin elinden bir hayli müşteri aldığını yazdı: “En çok mal satan şirket haline geldi. Bütün şirketler büyük şehirlerdeki acenteliklerinin hemen hemen hepsini kapattılar. Bütün satışlar benzin istasyonlarındaki pompalardan yapılır oldu. Bu bizi de etkiledi, müşteriler doğrudan ana şirketlerden mal almaya başladılar. Eski bir işimizi kapatmamak için acenteliğimizi, küçük çapta bir şirket şeklinde sürdürmekteyiz.”
Kâr küçüktü. Petrol rafinerisi kurmaya sermayesi yetmedi. 1961’de likit petrol gazı işine Aygaz ve Gazal ile girdi. Ticareti görmüş, devlet ihaleleri almış, petrolü tanımış, ham petrol yüklü tankerlerin bozduğu Batman asfaltından geçmiş, Anadolu’da büyük petrol rezervi olduğuna inanmış biri için 30 milyon ton petrol işleme kapasitesine sahip dört rafineriye sahip olmak büyük bir mucizedir.
Koç’un hayali 2005'te gerçekleşti. Yapılan özelleştirme sonrası Koç Grubu TÜPRAŞ’ın yüzde 51’lik hissesini 4.1 milyar dolar karşılığında ele geçirdi. Ele geçirilen stratejik şirketle esasen Koç Holding de strateji değiştirdi. Buzdolabı, gaz, otomobil satan holdingin dört ilde petrol işleyen stratejik mekanizması siyasal alanda hegemonik gücünü artırdı. Esasında bilançolarda ölçülemeyen budur.
Görünen yüz ise şudur: Sadece 17 yıl içinde 17.2 milyar dolar net kâr. Bugünkü kurla bu rakam, yaklaşık 663.5 milyar TL’ye denk geliyor. Bu da Koç Grubunun dolar bazında yüzde 390 gibi olağanüstü bir sermaye getirisi elde ettiğini gösteriyor. Aynı dönemde doların küresel enflasyonu sadece yüzde 55 civarındaydı. Bu tablo, büyük bir kaynak transferini, hatta açık bir “kamusal yağmayı” işaret ediyor.
Yağmanın diğer yüzünde işçiler var. TÜPRAŞ’ın 17 yıl boyunca yılda ortalama 6 bin işçi çalıştırdığı -esasında ortalama işçi sayısı daha az- varsayalım. Bu yıllık bir işçi başına 168 bin dolar net kâr edildiği anlamına gelir, aylık işçi başı net kâr 14 bin dolar, günlük ise 462 dolardır.
Son yılın tamamında bir TÜPRAŞ işçisi şirkete 135 milyon TL ciro getirdi. İşçi başı aylık getiri 11.2 milyon TL’yi buldu. 2010’da yüzde 3.94 olan net kâr marjı 2023’te yüzde 10.7’yi buldu.
İşçilere verilen yüzde 35’lik ücret zammı ise yoksulluk sınırını bulmuyor.
Bu tablo, Türkiye’nin en büyük sanayi kuruluşu olan TÜPRAŞ ile süren sermaye birikiminin sınıfsal boyutunu gözler önüne seriyor. Vehbi Koç’un yarım asırdan fazla süren hayali, nihayetinde büyük bir ekonomik ve politik güce dönüştü; ancak bu hikayesinin ardında emeğin giderek değersizleştiği, servetin ise yukarı doğru yoğunlaştığı bir gerçek yatıyor. TÜPRAŞ’ın kamudan özel sektöre devriyle birlikte ortaya çıkan devasa kârlar, kamu kaynaklarının özel sermayeye aktarımı sayesinde mümkün oldu. Sermaye için mucize olan bu dönüşüm, işçi sınıfı için sömürünün derinleşmesi anlamına geliyor. Sonuç olarak, bir ‘sanayi başarısı’ değil, Türkiye’de ekonomik gücün kimler tarafından nasıl elde edildiğinin ve kimler pahasına sürdürüldüğünün çarpıcı bir özetidir.

TEMU
Milyarder gibi harca
Evrensel'i Takip Et