Kritik bir seçime giderken Kürt sorunu
Fotoğraf: Şerif Karataş/Evrensel
2010 yılında Diyarbakır’da kurulmuş bir düşünce kuruluşu olan Dicle Toplumsal Araştırmalar Merkezi (DİTAM), önceki gün ‘Türkiye siyasetinde Kürtler ve seçimler’ başlıklı bir toplantıya ev sahipliği yaptı. Evrensel’de görüşlerine sıkça başvurduğumuz Prof. Dr. Hamit Bozarslan’ın Paris’ten zoom bağlantısı ile katıldığı Diyarbakır’da gerçekleşen ve çevrim içi olarak katılımların olduğu toplantıdaki tartışma başlığı ve Bozarslan’ın vurguları önemliydi.
Türkiye’nin şu anda paramiliterleşmiş bir yapı tarafından yönetildiğini belirten Bozarslan, Kürtlerin Türkiye’de 1960’lardan itibaren bir özneleşme süreci yaşadığına vurgu yaptı. Bozarslan, Kürtler açısından ‘zulüm ile özgürleşme’ arasında paradoksal ve aynı zamanda diyalektik bir bağ olduğunu, Kürtlerin bugün sahip olduğu hakların verilen değil, kazanılan haklar olduğunu söyledi.
Bozarslan, 14 Mayıs seçimlerinde muhalefetin kazanmasının ‘Büyük bir nefes yenilenmesi’ getireceğini belirtirken, iktidarın değişmesinin, her zaman hakim siyaset paradigmasının değişmesi anlamına gelmeyebileceğine de dikkat çekti.
Bu yazının asıl meramı ise Türkiye kritik bir seçime giderken Kürt sorununa dair yaklaşımlar ve imkanların neler olduğu.
Türkiye’de devleti en üst düzeyde yönetmiş siyasilerin Kürt sorununa dair yakın tarihimizdeki söylemlerine bakıldığında, bu söylemlerde konjonktürel özelliklerin belirleyici olduğunu görüyoruz. Bu da bize siyasette söylem ile gerçek arasındaki makas farkı atlanarak tutum almanın, yorum ve değerlendirme yapmanın yanlış sonuçlara götürebileceğini söylüyor.
Örneğin, 1991 genel seçimleri sonunda kurulan DYP-SHP Koalisyon Hükümeti, ilk bakanlar kurulu toplantısını Diyarbakır’da yapmış ve dönemin Başbakanı Süleyman Demirel, 1992 yılında bu kentte “Kürt realitesini tanıyoruz” ifadelerini kullanmıştı.
Recep Tayyip Erdoğan, dönemin başbakanı olarak Diyarbakır’da 12 Ağustos 2005 günü, “Kürt sorunu benim sorunumdur” dedikten sonra, İstanbul’da yaptığı konuşmada, “Bugün benim söylediklerimi 15 sene önce rahmetli Özal da söyledi, Sayın Demirel de söyledi...” ifadelerini kullanmıştı. Ancak Demirel, Diyarbakır’daki o konuşmasından 13 yıl sonra, Gazeteci Fikret Bila’ya şu açıklamayı yaptı: “Ben ‘Kürt realitesi’ derken, Kürt diye bir insan vardır, bunu kabul ediyoruz dedim. (…) Başbakan olarak Kürt realitesini tanıyoruz dedim. Yani, Türk milleti içinde başka ırktan gelenler de vardır, bunu tanımak, kabul etmek gerekir demiş oldum. Sözün önemi buradan gelir. Ama bunu bir millet sorunu olarak görmedim.” (Fikret Bila, Demirel’in ‘Kürt realitesi’ ile Erdoğan’ın ‘Kürt sorunu’, Milliyet, 17 Ağustos 2005)
Erdoğan da bugün Demirel’i açık ara geride bırakarak, HDP’nin eş genel başkanlarının, yerlerine kayyum atanan belediye başkanlarının hapsedildiği bir döneme imza atarak ve HDP ile ittifak yapılmasını bile kriminalize ederek seçimlere gidiyor.
Bir restorasyon seçeneği olarak gündeme gelen Millet İttifakının Cumhurbaşkanı Adayı Kemal Kılıçdaroğlu, henüz bu düzeyde bir söylem kullanmadı. Kendisi ve partisi, Kürt sorununun çözüm adresinin parlamento olduğu söylüyor. Ancak, sınırlarını da biliyoruz.
Tüm bu siyasal fotoğraf içinde Emek ve Özgürlük İttifakının varlığı, 14 Mayıs sonrasında Kürt sorununun demokratik çözümü için atılması gereken adımlar bakımından kritik bir öneme sahip.
Kürtlerin bugünkü temsil potansiyelleri kadar, söylemle gerçek arasındaki farka dair büyük bedellerle dolu deneyimleri de bir o kadar önemli. Hatta kayyumlar süreci ve HDP’yi kapatma davası düşünüldüğünde, ikincisi belki daha da önemli.
Sermaye partilerinin konjonktürel söylemlerinin tarih karşısındaki anlamları kadar not edilmesi gereken bir başka önemli nokta, liberal çevrelerin çözüm yaklaşımlarındaki tutum ve duruşlardır. Geçmişte AKP’nin Kürt sorununu çözeceği propagandasının taşıyıcılığını yapmış olan liberallerden bazıları bugün Millet İttifakı ile Emek ve Özgürlük İttifakını çözücü adres olarak gösteriyor. Büyük bir coşkuyla, ‘Kürt sorununu Erdoğan ve AKP çözer’ deyip, kuşkucu yaklaşanlara demediğini bırakmayanlar, bu argüman tamamen iflas ettikten sonra, aynı coşkuyla bugün ‘Bu sorunu CHP çözer’ diyor.
Sadece 14 Mayıs’a değil, ondan sonrasına bakarken de tüm bu deneyimlerin ışığında yol yürümek doğru çözüm arayışları açısından elzem görünüyor.
- IMF, OVP, gezici aşevleri ve emekçinin ayak sesleri 22 Nisan 2024 05:05
- Bayramda ada vapuru 15 Nisan 2024 06:30
- Bir seçimin ardından: Ne yapmalı? 08 Nisan 2024 05:05
- İktidar açısından ciddi bir ‘meşruiyet’ tartışmasının kapısı açıldı 01 Nisan 2024 05:37
- Defansta bir AKP mitingi ve kapıdaki emekli 25 Mart 2024 05:20
- 31 Mart öncesi Diyarbakır: Barışa ve ekmeğe aç 18 Mart 2024 05:25
- Bir piramidin tepesinde yalnız başına 11 Mart 2024 05:25
- 2 Mart darbesinden 30 yıl sonra 04 Mart 2024 04:55
- Funda Bakış: Kadınların, emekçilerin gücü olacağız 26 Şubat 2024 05:29
- Pablo Escobar'dan İliç'e uzanan yol 19 Şubat 2024 05:10
- 31 Mart'a giderken partilerin rantla imtihanı 12 Şubat 2024 04:10
- İstanbul seçimleri için kritik günler 07 Şubat 2024 04:50