11 Şubat 2023 04:13

Deprem kabusunun küresel arka planı

Enkaz çevresinde insanlar, arkada yürütülen çalışmalar

Fotoğraf: Emin Sansar/AA

Paylaş

Hepimiz üzgünüz. Hepimiz kızgınız. Öfke, bu ülkeyi başka birçok açıdan da mahvetmiş olan iktidara yöneliyor. Bununla el ele giden bir “coğrafya”ya ya da şarklılığa küfretme hali de yaygın.

Tepkinin bir hedefe yönlendirilmesi, gündelik siyasetin olmazsa olmazıdır. Yirmi yıldır bizi yöneten tayfanın artık elbette bu işten el çekmesi elzem. Taktik olarak, eleştiri oklarının oraya yöneltilmesi doğrudur dolayısıyla.

Ancak, stratejik ve uzun erimli düşündüğümüzde, sadece görünürdeki suçluya değil, temel süreçlere bakmamız gerekiyor.

Sıkça belirtildiği gibi, bugün yaşadıklarımız, iki yaz önceki orman yangınlarındaki acziyeti anımsatıyor. Bu benzerlik rastlantı mı, bir düşünelim.

Sorun aslında basitçe deprem değil, ekoloji sorunu. Bundan kastım, toplumun doğayla kurduğu denge, bağlantı ve iç içelik. Bu ilişki özellikle AKP rejimiyle birlikte altüst oldu. “Metabolik yarılma” diye de adlandırılan bu denge bozukluğunun en son önderi AKP. Ama 1980’den beri aşırı yıkıcı bir yola zaten girilmişti. Coğrafyamızın kapitalistleşmesiyle birlikte başlayan doğa katliamı, kâr hırsının önündeki toplumsal engelleri kaldıran 12 Eylül düzeniyle birlikte her hücremize iyice damgasını vurdu. Yangınların ve depremin üç benzerliği, durumu özetliyor:

1) Yapılaşmanın ormanların içlerine kadar yayılması, orman yangınlarının verdiği hasarın artmasının temel sebeplerinden. Ormanın içine kadar bina kuran zihniyetin, fay hatlarının üzerine de havaalanı kurması şaşırtıcı olmasa gerek.

2) İki felakatte de yardımların yetersiz kaldığı aşikar. Çünkü sermaye birikimini önceleyen bir anlayış, felaketlere yönelik hazırlık yapılmasını elbette zül sayar.

3) Elektrik hatlarını yenilemeyip yangınlara çanak tutmak ve memleketin her tarafına çürük bina dikmek de insanı değil kârı gözetmekten kaynaklanıyor.

Tüm bunları bir tek partiye atfetmek, diğer düzen partilerinin de bu çarkın parçası olduğunu gözardı etmek, sadece bu yıkımın devamıyla sonuçlanabilir. Meselenin temeline inmeden, piyasa zihniyetinin her şeye hakim olmasına dur demeden belimizi doğrultamayız.

Bunun önündeki en büyük engellerden biri, “medeni” kapitalist ülkelerde felaketlere karşı hazırlığın çok daha iyi olduğu gerçeğine yaslanarak, bizdeki durumu “coğrafya”yla, şarklılıkla açıklamak. Öyle ya... Asıl sorun kapitalizm olsa, Japonya’da taş üstünde taş kalmaması gerekirdi her depremden sonra. Yani... Biraz Batılılar ve Japonlar gibi medeni olsak, işi liyakat sahiplerine teslim etsek, başımıza bunlar gelmeyecek.

Bu itirazın kökeninde, kapitalizmin bir dünya sistemi olduğunu anlamamak yatıyor. Doğayla, mekanla ilişkilerimizin katlinin baş aktörü yüzyıllardır “medeni” ülkelerdi. Kendi ülkeleri pisliğe battıkça, doğaya karşı saldırganlıklarını giderek dışsallaştırdılar. Başka bir deyişle, en ağır işlerin dünya çapında azınlıklara ve göçmenlere yıkılması gibi, metabolik yarılma da kolonilere ihraç edildi. Bugün en ileri, hatta “çevre dostu” teknolojilerin gerektirdiği ham maddeler, hâlâ Kongo’dan, Bolivya’dan çalınıyor. Hem de doğaya en ağır hasarı vererek.

Türkiye gibi ülkeler aynı derecede kurbanlaştırılmadı. Ama bu talandan aynı şekilde pay da alamadı. Dünya hiyerarşisinin ne en tepesinde, ne en aşağısında olan bu tarz ülkelere genelde iki yol bırakılıyor. Ya ortadan gidip, hiçbir zaman kazananlar kulübüne giremeyecekler. Ya da mini-emperyal maceralarla tepeye doğru gidişi zorlayacaklar. Elbette bu zorlama sürecinde, bu ülkelerin ilk başta kendilerini sömürmeleri, kendi doğalarını yok etmeleri de kaçınılmaz. Türkiye 1980’e kadar ilk yolu tutturmuştu. Özal ve Erdoğan’la birlikte bir koyup beş alma hevesine kapıldı.

Özetleyecek olursak... Sermaye birikiminin “medeni” ülkelerde, 2023 depreminin yarattığı korkunç manzaraları yaratmamasının yapısal sebepleri var. Bizim dünya sistemindeki konumumuzdan dolayı, hem alabildiğine kapitalistleşip, hem de bu tarz bedellerden kaçınmamızın yolu yok. Yani bunlar “medeniyetsizlik”ten, “cahillik”ten olmuyor.

Doğru, bu hırsızlar acilen dümenden uzaklaştırılmazsa, yıkım dönülemez boyutlara gelecek. Ama uzun vadede bu yarılmayla yüzleşmenin yolu, oyunun kurallarını tamamen reddetmekten geçiyor.

AKP yırtıcılığının şu andaki alternatifi, dünya dengelerinde Türkiye’nin yerine teslimiyet. Fakat, Çin ve Rus emperyalizmleri bu dengeleri zaten her geçen gün daha da altedeceği için, teslimiyetin zemini hızlıca ortadan kalkmakta. Emperyalistler arası rekabetin açtığı boşluklara güvenip, kendine büyük misyonlar atfeden AKP’nin delüzyonel bir düzlemde yaşadığını, bu deprem vesilesiyle tekrar görmüş olduk. Ama AKP’ye karşı “gerçekçi” diye sunulan muhalefet de, bugünün dünyasında değil 20. yüzyılın sonlarında yaşıyor. Oysa, Türkiye’de o yüzyıl 1999 depremiyle bitti.

Üçüncü bir hat topluma ve ekonomiye yeni bir yön vermezse, daha çok 1999 ve 2023 yaşayacağız.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...