01 Kasım 2022 04:55

Türk olmaktan gurur duymak…

29 Ekim kutlamaları

Fotoğraf: DHA

Paylaş

Geçtiğimiz pazar günü Merdan Yanardağ arkadaşımızın BirGün’de “Solda Türk Kompleksi” başlıklı bir makalesi yayımlandı.

Yanardağ, “Türkiye solunun açıkça tartışılmayan, daha doğrusu tartışmaktan kaçınılan ciddi bir sorunu var; Türk ya da Türklük kompleksi.. Bu kompleks, esas olarak ‘Türk solu’ diyebileceğimiz siyasal ve entelektüel alanda, yakıcı bir sorun haline gelmiş durumda. Öyle ki, Türkiye sosyalistleri, neredeyse Türk olmaktan utanıyor, bu kimliğini adeta gizlemeye çalışıyor… genel olarak solun, özel olarak sosyalist ve devrimci hareketin içinde şekillendiği kültüre ve topluma yabancılaşmasına yol açan, bu adı konulmamış kompleks, ülkeden, toplumdan, hatta sınıftan da kopmaya yol açıyor. Sosyalist hareketin kitleselleşememesinin nedenlerinden birini de bu olgu oluşturuyor” diyor.

Yok mu böyle bir şey? Türk kökenli sosyalistler göğüslerini gere gere Türk’üm deyip Türklükleriyle öğünebiliyorlar mı? Saptama yanlış değil, evet, böyle bir sorun yok denemez.

Yanardağ sorunun kaynağını da yanlış saptamıyor: “Türkiye solunda, Kürt olmak, Ermeni olmak, Rum olmak anlaşılır nedenlerle prestijli bir konumken, Türk olmak sanki ayıp sayılıyor. Bayrakla, ulusal marşla anlamsız bir kavga devam ediyor. Bu durum ya da gelişmenin (özellikle marş, bayrak vb. tepkisinin) esas olarak 1980 sonrasında, 12 Eylül zulmünün ve zindanlarının da büyük etkisiyle ortaya çıktığını saptamak gerekiyor. Ancak, solda Türk kompleksinin özellikle 1990 sonrasında, Kürt hareketinin, yükselen İslamcılığın ve sol liberalizmin etkisiyle daha belirgin bir hal aldığı da açık.

Evet, 12 Eylül zindanlarında Müşerref Akay’ın Türk bayraklı fonda, koridorlardaki, sesi sonuna kadar açılmış hoparlörlerden zorla dinletilen “Türkiyem, Türkiyem, cennetim” şarkısı eşliğinde geçirildiğimiz zorbalık ve işkenceler görmezden gelinemez. Hemen ardından gelen ve insanı bırakalım Türklüğünden, insanlığından utandıran Kürt hareketinin bastırılması amacıyla yürütülen şiddet kampanyası da.

Ve Yanardağ’ın sadece bunlar değil, bizim devrimlerimiz, mücadelelerimiz ve kahramanlarımız da var içerikli söyledikleri de yanlış değil. Doğru, liberal solcularımızın baştan aşağı karaladıkları İttihat Terakki’yle dincilerin vurgulu katkılarıyla yok sayılmaya çalışılan Kurtuluş Savaşı ve kahramanları tek yönlü olarak yok sayılamaz. İttihatçılık sadece Alman işbirlikçiliğiyle ülkenin bir emperyalist savaşa sürüklenmesi ve Ermeni katliamı değildir. Ermeni, Arnavut, Türk…lerden oluşan çok uluslu merkez yönetimleriyle İttihatçıların başını çektikleri bir “İstibdada karşı hürriyet” yüceltisi olan 1908 devrimidir de. Kurtuluş Savaşı da, evet, sadece daha 1921’den başlayan Kürt tenkilleri değil, aynı zamanda antiemperyalist karakterli bir milli devrimdir.

Türk bayrağını ve hiçbir bayrağı yere atıp çiğneyemez, ulusal değerleri aşağılayamayız. Elinde bayrak mücadele edene karşı çıkmak işimiz olamaz. Ancak başkasının bayrağına saygısızlığı ve bayrakların başkalarının cesetleri üzerine dikilmesini de kabullenemeyiz.

Ve bizim mücadeleleriyle öğündüğümüz Sinanlarımız, Denizlerimiz, Mahirlerimiz var kuşkusuz.

Bunlar hep doğru. Ancak bunlardan ibaret değil ve bir adım daha atmamız şart. “Esas olarak ‘Türk Solu’ diyebileceğimiz” diyemeyiz, bundan kaçınmalıyız.

Şuradan başlayalım: Bizim örneğin Hüseyin İnan’ımızla Yusuf Aslan’ımız da var. Hüseyin bir Kürt, Yusuf ise Çerkesti. Biz, halkları eşit ve kardeş biliriz.

Ve bilmeliyiz ki, Türkiye çok uluslu bir ülkedir; ezilen ulusların varlığının üzerinden atlayamaz, ulusların tam hak eşitliğini savunmadan edemeyiz. “Kürt sözcüğü, karda yürürken çıkardıkları kart kurt sesinden geliyor”dan başlayıp “Var diye düşünmezsen Kürt sorunu yoktur”a, “Türk vatandaşı olan herkes Türk’tür”e uzanan inkarcılıkla mücadele etmeden ilerleyemeyiz.

Evet, sosyalistlerin toplumla ve özellikle sınıflarıyla birleşme ve kitleselleşme sorunu var ve bu yalnızca Türklükle öğünme/öğünmeme, bayrak ve İstiklal Marşı'nı sahiplenme/sahiplenmeme ile ilgili değil. İşçi sınıfı ve alt sınıflara gitme ve sınıf içinde çalışmada ısrar eksikliğiyle genele kayıp yukarıdancılıkla malul olma “sol”un önemli handikaplarından. Ancak ulusallık ve ulusal değerlerle bağlantılı olarak, ulusların tam hak eşitliğini savunmaktan en hafif tabiriyle geri durma da “sol”un küçümsenemez bir handikabı. Kürt sorunu bağlantılı bir nedenle tutuklanan Şebnem Korur Fincancı’yı sahiplenmeye eli ve dili varmada yetersizlik, bunun son bir örneği.

Dinsel dayatmalara karşı çıkma ve Türk milliyetçiliğinin tekelci dayatmaları koşullarında Kürtlerin hak eşitliğini savunma kolay iş değil şüphesiz. Savunanı zorlamakla kalmaz, marjinalleştirip tecride götürme tehlikesini de barındırır. Ancak Marx’ın sözlerini de biliriz: “Başka ulusları ezen uluslar özgür olamaz”! Ve köleliğe baş kaldırmadan, başka ulusları ezer ya da ezenlere karşı sessiz kalırken özgürleşemeyeceğimiz gibi, Fransızlığımız, İngilizliğimiz ya da Türklüğümüzle gurur da duyamayız. Ne zorbalık ne de kölelikle gurur duyulabilir!

Ulusal baskıya karşı çıkmayan egemen ulusun sosyalistlerinin sosyalistlikleri yarımdır. Lenin’in I. Dünya Savaşı’nda “Ana vatan savunması” adına kendi ülkelerinin burjuvazileri ve emperyalist çıkarlarıyla sömürge yağmalarını savunan sosyal şoven II. Enternasyonal züppelerini ne denli aşağıladığı herkesin malumudur.

Aynı Lenin, “Büyük-Rus Ulusal Gururu Üzerine” bir makale de kaleme almış, “Rus milleti de devrimci bir sınıf yarattı diye; o da insanlığa yalnız büyük katliamlar, sıra sıra darağaçları, zindanlar, büyük aileler ve papazlara, çarlara, toprak sahiplerine ve kapitalistlere büyük baş eğmeler değil, özgürlük ve sosya­lizm uğrunda mücadele için büyük örnekler de sun­du diye gönlümüz milli gururla dolup taşıyor” diye başlayıp şunları da söylemiştir:

Marx ve Engels, ‘Başka milletleri ezen hiçbir millet özgür olamaz’ demişlerdi. Proleter devrimi, işçilerin tam milli eşitlik ve kardeş­lik ruhuyla uzun bir süre eğitilmelerini gerektirir. Dolayısıyla Büyük-Rus proletaryasının çıkarı, Büyük Ruslar tarafından ezilen bütün milletlerin tam eşitliğini ve kendi kaderlerini tayin hakkını en büyük bir azim, tutarlılık, cesaret ve devrimcilikle sa­vunmaları için yığınların sistemli olarak eğitimlerini gerektirir. Büyük Rusların milli gururunun (kölece anlamda gururunun değil) çıkarı, Büyük-Rus (ve diğer) proleterlerin sosyalist çıkarlarıyla birdir. Biz kendimize her zaman Marx’ı örnek alırız. O Marx ki, uzun yıllar İngiltere’de yaşayıp yarı yarıya İngiliz olduğu halde, İngiliz işçilerinin sosyalist hareketi­nin çıkarları adına İrlanda için özgürlük ve milli ba­ğımsızlık istemiştir.

Türk kökenli işçileri ancak Kürt kökenli işçiler ve emekçi Kürt halkının hak eşitliğini savunmaya da ikna ederek sınıf bilinciyle donatmak mümkündür. Yoksa birleşmek denebilirse, sınıfla ve toplumla, halkla yani, başka türlü de birleşilebilir, ama bu, işçi sınıfı ve halkı milliyetçi bir platforma mahkum etmek ve egemen burjuvazinin yedeği yapmak olur.

Evet, komplekse kapılmamalı ve Türk olanlarımız Türklükleriyle gurur duymalıdır. Ama bilmeliyiz ki, Türklükle gurur duymak, eğer milliyetçilik ve şovenizmin yedeğine düşmek olmayacaksa, başka şeylerin yanında, ancak Kürtlerin dışlanıp yok sayılmaları ya da aşağılanmalarıyla mücadele ederek mümkündür.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...