22 Ekim 2022 04:45

"Ekonomi"nin ve popülizmin gölgesinde "hukuki aktivizm"

Joe Biden fotoğrafı basılmış bir gazete

Fotoğraf: Jon Tyson/Unsplash

Paylaş

Ara seçimlerin giderek yaklaştığı Amerika’da, siyaset, hukuk sahnesine hapsolmuş görünüyor. Yüksek Mahkemenin  kürtaj hakkındaki tarihi kararı, Trump’a karşı yürütülen soruşturma ve de son olarak 6 Ocak ayaklanması konusunda süregiden davalar liberal medyanın favori konuları. Muhafazakarlar ise asıl olarak ekonomiye odaklanıp, yükselen enflasyondan duyulan memnuniyetsizliği siyasallaştırmaya çalışıyorlar. Neredeyse son kırk senedir ülkenin kaderini belirleyen iş bölümü -ekonominin sağa, sosyal konuların “sol”a teslim edilmesi- böylece tekrar yeniden üretiliyor.

Büyük ekonomik vaatlerle yola çıkan Biden başkanlığı, Demokratların muhafazakar kanadının sabotajı sonucunda tıkandı. “Sosyal” denilen konulara yönelmek zorunda kaldı. Ancak Amerika’daki siyasetin tuhaflığı tam da bu iki kelimenin (“ekonomik” ve “sosyal”) kendisinde. “Ekonomi” fiyat ve harcama meselelerinden ibaret bir dünya; sosyal alan ise ırk, cinsiyet, çevre sorunları gibi (sözde “ekonomik olmayan”) meselelerden oluşan bir evren olarak algılanıyor.

Bu sınıflandırma sadece siyaseti değil, yerleşik sendikaları dahi içten bölüyor. Tek bir sendikanın bünyesinde bile, ücretler ve çalışma koşulları gibi konulara eğilenler genelde beyaz erkekler oluyor. Azınlıklar ise “toplumsal adalet” başlığı altında, beyazların sendika yönetimindeki ağırlığını azaltmaya çalışıyorlar.

Ekonomi ile toplum arasındaki bu kategorik bölünme, fiyatların ve harcama planlarının oluşumunda sosyal süreçlerin oynadığı rolü görünmez kılıyor. “Hayat pahalılığı” toplumsal ilişkilerden (sermayenin hakimiyetinden) değil de, teknokratların aldığı kararlardan kaynaklanan bir olgu olarak görülüyor. Hâl böyle olunca, teknokratlara karşı popülist öfkeyi örgütleyen aşırı sağ, enflasyon dönemlerinin asıl kazananı oluyor. Gerçi merkez Demokratlar partinin sol kanadını biraz dinleyip, durumun faturasını şirketlere çıkarmaya çalışmışlardı birkaç ay önce. Ama şirket lobilerinin partiyi tekrar kontrol altına alması, merkez Demokratların bu sola kayışının sonunu getirdi.

Aslında kapitalizmin kriziyle içiçe olan çevre krizi de bu sınıflandırmanın (ekonomi-toplum karşıtlığının) kurbanı oldu. Çevrecilerin (Demokratlar tarafından) kabul edilebilir talepleri var. Petrol üretiminin azaltılması gibi. Ancak içinde bulunduğumuz savaş koşullarında, böyle bir azalma doğrudan fiyatlarda aşırı ve hızlı bir artış anlamına geliyor. Halkı bu cendereden kurtarmanın çevreci yolu, bedeli şirketlere ödetmek. (Hatta enerji üretim ve dağıtımını tamamen şirketlerin elinden almak.) Elbette şirketlere ufak bir bedel ödetmek bile Demokratların kolay kolay yapabileceği bir şey değil. Dolayısıyla, Biden enflasyona teslim olmakla doğayı katletmek arasında sıkışıyor.

Yine kapitalizmin gelişimiyle bağlantılı olan ırk sorununu ekonomik süreçlerden koparıp, yoksul beyazların cehaletinden kaynaklanan bir sapkınlık olarak görmek, zaten Amerika’da solun önüne set çekmiş en temel algılardan bir tanesi. Liberalizmin bu hastalığı aşabilecek bir potansiyeli yok.

Tüm bu nedenlerden, Demokratlar ekonomiyi sağa bıraktıkları gibi, çevre ve ırk sorunlarını da “çoğunluğun” oyunu toplamaya yönelik silahlar olarak kullanamıyorlar. Ufukta beliren faşist tehlikeye karşı, elde sadece “hukuki aktivizm” silahı kalıyor.

“Hukuki aktivizm” ifadesini Susan Watkins, feminizmin Amerika’da geldiği yeri anlatırken kullanmıştı. En çok proleter kadınları vurduğu için Latin Amerika’da geniş emekçi hareketleri tetikleyen cinsel taciz belası, Amerika’da daha ziyade elit kadınlara saldıran elit erkekleri mahkemeye vermeye (Ve/ya sosyal medya aracılığıyla itibarlarını zedelemeye) yönelik bir kampanyayla sınırlı kaldı. Patriarkanın kapitalizmle bağlantısı yine gözden uzak tutuldu.

Seçim sürecinde bu hukuk odaklı aktivizmin başka bir yüzünü görüyoruz. Diğer tüm konulardan umudunu kesmekte olan Biden, kürtaj konusundaki kısıtlamaların apolitik kadınları dahi Cumhuriyetçilere karşı sandığa taşıyacağını umuyor. Bu yüzden de zehir zemberek bir söylev verdi geçtiğimiz salı. Ancak bu hesap da tutmayabilir. Zira Demokratların ve Cumhuriyetçilerin oyları için savaştıkları Hispanik kesimin kürtaj konusunda muhafazakar bir hassasiyeti var.

Aşırı sağ her geçen gün daha da sokağı örgütlerken, liberaller kurumlara hapsolmuş durumda. Hukuku da en büyük payandaları olarak görüyorlar. 6 Ocak duruşmalarına bazen saatler ayrılıyor ana akım medyada. O ayaklanmanın askerlerine karşı koyacak sokak gücünü kurmak kimsenin aklına gelmiyorsa, bu sadece kıt fikirlilikten değil, toplumsal dinamiklerin bunu neredeyse imkansız kılmasından.

Bir ülke, faşizan yükseliş, kapıda bekleyen resesyon, çevre yıkımı ve giderek şiddetlenen depresyon ve adli şiddet dalgalarıyla boğuşurken, hukuki aktivizm ne getirir, önümüzdeki haftalar gösterecek.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...