12 Ekim 2022 04:22

Kültür kavgası ve aile

Görsel: Pixabay

Paylaş

3 Ekim’de CHP Genel Başkanı ve Ana Muhalefet Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun kamu kurumlarında başörtüsünü yasal güvenceye almak için TBMM’ye kanun teklifi vereceklerini açıklaması hem iktidar hem muhalefet cephesinde tepkilere neden oldu. İlk tepkiler muhalefetten geldi: Başörtülü kadınlar mevcut rejim altında yıllardır ayrımcılık bir yana, neredeyse ayrıcalıklı bir statüden yararlanıyordu. Kılıçdaroğlu ise başörtüsü çıkışıyla popülizm yapmakta, sağa kaymaktaydı. AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan kendi deyişiyle “santrfor” olarak sahaya çıkıp “golü attı”: Kendisi sadece yasal değil, anayasal değişiklik öneriyor ve üzerine LGBTİ+'lara karşı bir madde de ekliyordu.

Özellikle HDP’ye karşı husumet besleyen altılı masa çevrelerinde bu son tartışma Kılıçdaroğlu’nu itibardan düşürmek ve adaylığını engellemek için kullanıldı. Öyle ki Erdoğan zafer turunu kendi tribününden ziyade muhalefet tribününden gelen alkışlar eşliğinde attı. Dolduruşa gelenlerin gürültüsünde önemli bazı ipuçları dikkatten kaçtı:

- Başörtüsü mevcut rejimde bir sorun olmaktan çıkmış olabilir, ancak başörtülülerin -tıpkı sosyal yardımlardan yararlananlar gibi- AKP sonrası için endişe duyduklarını tespit etmek zor değil.

- Erdoğan’ın bir yandan başörtüsünün artık bir sorun olmaktan çıktığını belirttikten sonra yasal değil anayasal düzenleme yapmayı önermesindeki tutarsızlık Kılıçdaroğlu’nun önerisini pek de bir “pas” olarak görmediğini gösteriyor. Erdoğan ilk davranma avantajını kullanmayı seven, inisiyatifi hiç elden bırakmamaya çalışan bir politikacı. Dolayısıyla bu tartışmada Erdoğan’ın kendisinin ve muhalefetin bir kısmının iddia ettiği kadar rahat olduğunu sanmıyorum.

- İktidarın LGBTİ+'lara ve ailelere yönelik hamlesi Kılıçdaroğlu’nun önerisinden aylar önce başlamış bir kampanyanın son ürünü. Bu bakımdan CHP liderine fatura kesilmesi doğru değil. Ancak muhalefetin aile, toplumsal cinsiyet ve cinsellik konularında “yaşam tarzı” söylemi ötesinde bir politika üretemediği, üretmediği gün gibi aşikar.

Sosyalistler dahil olmak üzere muhalefet henüz, Aristoteles’ten Hegel’e ve Marx’a siyaset felsefesinde mülkiyetin ve iktidarın temel yapı taşı olarak işaret edilen aileyi siyasi bir alan olarak kavrayabilmiş değil. İktidar ve sivil uzantılarının aylardır sürdürdüğü aile kampanyalarına AKP’nin aile ve sosyal güvenlik politikalarını aşan bir seferberlikle cevap veremedi. Halbuki AKP’nin aile üzerinden gerçekleştirmeye çalıştığı hamleyi boşa çıkarmanın yolu simge, sembol, kimlik, kültür kavgasından kaçmak değil, bu unsurları sınıfsallaştırmaktan geçiyor. Kılıçdaroğlu’nun hatası başörtülü kadınların endişelerini gidermeye çalışmak değildi; bunu yaparken başörtüsünün sınıfsal bir simge olmasını gözardı etmesiydi. CHP sağa çekiyor, evet. Ancak başörtülü kadınlara ayrımcılığı engelleyecek yasal düzenleme önerdiği için değil, sermayeyi karşısına almadığı, siyaseten emekçilerin ihtiyaçlarını yükseltmediği için.

Kültür siyaseti -ya da şimdilerde yeniden popülerleşen deyimle “kültür kavgası”- siyasete ve sınıflar arası çatışmaya sonradan giydirilen bir elbise değildir, bizatihi sınıf çatışmasıdır. Aksini düşünmek sınıf mücadelesini kısa vadeli ve dar ekonomik, sektörel çıkarlara hapsetmek, sınıf bilincini akamete uğratmak demektir. TÜSİAD’ın Kılıçdaroğlu-Erdoğan tartışmasından birkaç gün önce düzenlediği “Küresel Siyasette Kültürel Kimlik Çatışması” başlıklı web seminerindeki ana tartışma konusu da Türkiye’deki kültür siyasetinin sınıfsal bir boyutta ele alınıp alınamayacağı üzerineydi. Prof. Dr. Evren Balta’nın yönetimindeki toplantıda Prof. Ersin Kalaycıoğlu Almanca Kulturkampf (kültür kavgası) terimine atıfla Türkiye’deki siyasal çatışmayı modernleşme kuramları ve Şerif Mardin’in çevre-merkez kavramları üzerinden yorumladı. Kalaycıoğlu’nun ardından Doç. Ali Yaycıoğlu, Doç. Seda Demiralp, Prof. Ali Çarkoğlu ve KONDA araştırmalarıyla tanınan Bekir Ağırdır, Kalaycıoğlu’nun tezlerini tartıştılar. Tartışmada iki başlık öne çıktı: Bir, Türkiye’nin kendine özgü, başka ülkelerle karşılaştırılamayacak, hatta belki de açıklanamayacak bir biçimde kültürel bir çatışma yaşayıp, yaşamadığı. İki, kültürel çatışmanın sınıfsal mücadelelerin bir ifadesi, daha doğrusu sınıf kavgalarının muharebe alanı olup olmadığı. İlginç olan her iki başlığın da Kulturkampf deyiminin devşirildiği Almanya tarihinin de başlıca tartışma noktaları olması. Nitekim, Prof. Kalaycıoğlu’nun tercih ettiği modernleşme kuramlarında Almanya, ekonomik kalkınmaya rağmen demokratikleşmenin gerçekleşmediği bir anomali olarak kabul edilir. “Özgün yol” (Sonderweg) olarak tabir edilen bu olağan dışı toplumsal gelişim çizgisi kimi zaman kültür, kimi zaman devlet, kimi zaman jeopolitikle açıklanır fakat ana tema değişmez: Almanya nevi şahsına münhasır bir ülkedir ve diğer kapitalist ülkelerde geçerli olan sosyal bilim modelleri buradaki siyaseti açıklayamaz.

1980’lerdeki meşhur Tarihçiler Kavgasından (Historikerstreit) bu yana Almanya tarihçiliğinde gözden düşmüş olan “biz bize benzerizci” yaklaşımlar Türkiye tarihçiliğinde ve siyaset biliminde hâlâ geçerliliğini koruyor. Bu bağlamda TÜSİAD toplantısında hadiseleri genel ve soyut yasalarla açıklamaya çalışan Kalaycıoğlu ve Çarkoğlu gibi siyaset bilimciler Türkiye’nin biricik özelliklerini vurgularken, hadiseleri özgün ve somut bağlamları içinde yorumlamaya uğraşan tarihçi Yaycıoğlu’nun Türkiye’yi küresel karşılaştırmalarla ve başka ülkelerle senkronik bir şekilde içinde ele almayı önermesi çok dikkat çekiciydi. Türkiye’nin seçkin akademisyenleri arasındaki tartışmayı bir köşe yazısında hakkıyla özetlemek mümkün değil. Ancak ilerideki yazılarda Almanya-Türkiye tarihi karşılaştırmalarıyla tartışmayı genişletmek mevcut kültür kavgalarına ışık tutabilir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...