27 Eylül 2022 06:30

Çağla Hoca’nın gözyaşları

anne kucağında bebek

Fotoğraf: Ercüment Akdeniz

Paylaş

Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) tarafından düzenlenen Göç Sempozyumu önemli veriler sundu. Kendi adıma, sempozyuma katılan bilim insanları, saha araştırmacılarından çok şey öğrendim. Güncel saha notları sayesinde, kafamda bir süredir dolaşan tartışmalar biraz daha yerine oturdu.

Denizli’de saha araştırması yapan Doç. Dr. Çağla Ünlütürk Ulutaş, göçmen işçilerin ağzından şu notları paylaştı:  

“Burada öğrendiğim ilk kelime ‘hadi hadi’ oldu. Çünkü hızlı çalışalım istiyorlar.”

“Fabrikada ürünleri koruyorlar. Ama o kadar çok makine gürültüsü var ki biz işçilere kulaklık vermiyorlar.”

“Her gün çorba, her gün makarna olmaz ki!”

“Bir gün işe gitmesek iki günlük ücret kesiyorlar.”

Dünyaca ünlü markalar, bu tür şikayetler itibar zedelemesin diye, fabrikalarda “sosyal uygunluk denetimi” yapmaya başlamış. Çağla Hoca’nın aktarımından anlıyoruz ki, sözü edilen denetimler millet alışverişte görsün türünden. Zira göçmen işçilerin çalıştığı ve ev eksenli sömürüye uzanan fason zinciri takip edilmiyor. Küresel şirketler ağı göçmen sömürüsünü işte böyle görünmez hale getiriyor. Öte yandan hızlı giyim sektöründe sadece ürünler değil göçmen işçiler de “kullan at” muamelesi görüyor. 1 sentin dahi önem kazandığı sektörde, göçmen işçiler boşluk dolduran mobilize güç olarak kullanılıyor. Fred ve Harry Magdoff’un “Kullan at işçileri” makalesi geliyor aklıma. 

Bir saha araştırmacısı karşılaştığı travmatik vakalar karşısında ne kadar soğukkanlı kalabilir? Duygu çıtasını zorlayan aktarımlarından birinde Çağla Hoca gözyaşlarını tutamıyor. Sadece anlatması değil dinlemesi de gerçekten zor:

Tacikistan’dan gelen göçmen aile, kızları Afganistanlı bir göçmenle evlenince tepki gösterir. Kadın hamile kalır. Afgan erkek ülkesine döner, bir daha gelmez. Başka bir eşi ve ailesi vardır. Taliban yanlısı olduğu da sonradan öğrenilir. Tacik aile kızlarına sırt çevirir. Bebek doğar, kadın çocukla bir başına kalır. Çocuk küçükken işe beraber gitmek mümkündür ama yürümeye başlayınca durum zorlaşır. Bir gün, ev temizlik işinde, çocuk oynarken bardakları kırar. Tacik kadının parasını keserler. Bez ve süt alacak parası kalmamıştır. Komşusu ona, kendisini yıkarsa 20 TL vereceğini söyler. Kadın çaresizce kabul eder…

Duygu dolu anlardan sonra Doç. Dr. Emel Coşkun “Bizim de psikolojik desteğe ihtiyacımız oluyor” diyerek Çağla Hoca’yı rahatlatmaya çalıştı. Sosyoloji Mezunları Derneği Başkanı Özgür Aktükün de “Bir atölyede bağlanmış halde çalıştırılan göçmen insanlar gördük” dedi.

Çağla Hoca’nın güncel olayları tarihsel bağlamla tamamlaması da öğreticiydi: 1800’ler İngiltere’sinde yerli işçiler, grev kırıcı olarak kullanılmak istenen göçmen işçilerle arayı açmış ama bir sonuç alamamıştı. Patronlar karşısında birleşmeyi öğrenmenin yolu uzun olmuştu. “Birleşmezsen sonuç alamazsın, hem yerli hem göçmen işçi kaybeder” diyor Çağla Hoca. 

Çağla Hoca’yı dinlerken elimde bir dergi. Makalelerdeki cümlelerin altı tükenmez kalemle çizili. Üç aylık periyodla yayımlanan Teori ve Eylem Dergisi bu. Güz sayısı “Yeni Paylaşım Çağında Göç” dosyasıyla yayımlandı. Orada okuduğum bir makale ile sempozyumda aktarılan sunumlar birbirini o kadar güzel destekledi ki. Makalenin adı “Modern Göçlerin İlerici Anlamı”, yazarı ise Volkhard Mosler.

Mosler, Avrupa’da Birinci Dünya Savaşı’ndan hemen önce baskılayıcı bir göç denetleme sisteminin oluştuğunu söylüyor. Mevsimlik ve geçiciliği esas alan bir çalışma modeli bu. 1890’larda Prusya’da geliştirilen ve 1907’de tamamlanan bu model, “zorunlu meşruiyet” ve kış döneminde zorunlu geri dönüşü şart koşuyor. Zorunlu meşruiyet, göçmene iş sahibinin kefil olması demek. Prusya modeli göçmen işçilerin sürekli rotasyonunu hedefliyordu. Ne ilginçtir ki, bundan yüzyıl sonra (2021) uygulamaya konan AB Yeni Göç ve İltica Paktı da “geçici ve mobilize göçmen iş gücünü” uygulamaya soktu! Yüz yıllık sömürü stratejisinin devamlılığıdır bu. Ortak amaç, ihtiyaç duyulduğunda yedek sanayi ordusunu harekete geçirmek.

Mosler, Ekim Devrimi Lideri V. İ. Lenin’e atıf yaparak modern halk göçünün ilerici yanına da dikkat çekiyor. Çünkü kapitalizm, neden olduğu göçler sayesinde ulusal sınırların ve ön yargıların ortadan kalkmasına da vesile oluyor. Yine Mosler’in makalesinden biliyoruz ki, İkinci Enternasyonal’in 1904 ve 1907 kongrelerinde şiddetli bir göç tartışması yaşandı. Devrimci kanat ile sağ reformcu kanat karşı karşıya geldi. Sağ kanat göçmen işçileri sınırlandırmayı yerli işçilerin çıkarı adına savunurken, devrimci kanat göçmen işçileri de içine alan işçi enternasyonalizmini savundu. 1907 kongresinde göçmen işçilerin örgütlenmesi ve sınıf dayanışması kararı çıktı. Bu bir zaferdi. Ne var ki, 1914’e gelindiğinde durum terse döndü. Birinci Dünya Savaşı’na destek atan milliyetçi şovenizm, işçi hareketine ve sosyalist akımlara sızdı. Rusya proletaryası ve Lenin 1917 devrimiyle işçi enternasyonalizmine selam dururken, İkinci Enternasyonal partileri hem yabancı düşmanlığına hem de emperyalist savaş savunuculuğa savruldu.

Savaş sonrasında, 1922’de faşistler İtalya’da iktidara geldiler. Avrupa’da tekeller eliyle milliyetçi sağ yükselirken 1923’de Sosyalist İşçi Enternasyonali yeniden kuruldu. Ne yazık ki, göçmen işçiler konusunda irade birliği yine çıkmadı. Dünya Göç Kongresinde de görüş birliği oluşmadı. Açılan bu gedikten burjuva siyasal akımlar ilerlediler. Göçmen düşmanlığını kullanarak kitleleri faşist partilerin arkasına yedeklediler. Faşizm sonrası Avrupa’da ise göç ve göçmen emeği ihtiyacı vardı. Bu nedenle göçmen düşmanlığında kısmen gevşeme gözlendi. Fakat sol sosyalist akımlarda ve sendikal harekette burjuva milliyetçi sızıntılar hiç eksik olmadı. 1990’lardan sonra ise göçmenlere ve mülteci haklarına karşı yeniden fütursuz bir saldırı dalgası başladı.

Yüzyıllık bu hikaye, 1800’lerde vahşi ve kölece çalışma düzeninin yerküre üzerine ve dolayısıyla Türkiye’ye yeniden nasıl döndüğünün ironik bir hikayesi olarak okunabilir. Bu büyük geri sıçrama en kolay göçmen üzerinden yapılabilirdi, öyle de oldu. Çünkü onlar işçi sınıfının en savunmasız en güvencesiz olanlarıydı. Ama hedef sadece göçmen işçiler değil bütün bir işçi sınıfıydı.

Duyarlı bir aydın olarak, Çağla Hoca’nın göz pınarında toplanan gözyaşları büyük saygıyı hak ediyor. Bu sömürü düzeninin değişmesi ise kanımca yeniden 1907 kongre kararlarına, işçi enternasyonalizmine dönmeyi, onu geliştirmeyi gerektiriyor. Hem işçi-emekçi sendikaları hem de ulusal ve uluslararası sosyalist hareket için.

Son bir not:

Sosyoloji Mezunları Derneği Başkanı Özgür Aktükün, “Mültecilere etik olarak mülteci diyoruz fakat mülteci hakları yok. Bu kavramı belki de yeniden tartışmak lazım. Siyasi partilerin ‘Mültecilere statüleri verilsin’ demesi lazım” sözleri de çok anlamlı. Benim Özgür Hoca’ya sunacağım formülasyonum ise şu şekilde olabilir: Türkiye’de 11 yıldır Araf’ta tutulan sığınmacılara “mülteci hakları çalınmış mülteciler” diyelim. Ve Özgür Hoca’mızın özlü saptamasıyla bitirelim: “Göç sorunu sınıfsaldır, politiktir. Çözümü de politik olmak zorundadır.”

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...