12 Ağustos 2022 04:19

Cemevi faciası: İnsan hakları ve eşit yurttaşlık mücadelesinde 'laikliğin' yeri

Erdoğan Cemevi ziyareti sırasında

Fotoğraf: Mustafa Kamacı/AA

Paylaş

Basiretleri bağlanmamış, daha fenası basireti bağlamak üzere yola çıkılmış.

“Bir musibet bin nasihattan yeğdir/evladır.” Bilgi ve eğitim varken, okuma anlama varken, akıl ve düşünme varken, sağduyu ve insanlık varken hâlâ “musibet” aramak neyin nesi diye sorulabilir. Somut yaşanan bir olay; yüzyıllardır ağır bedeller ödenmiş, büyük fitnelerden-mezhep savaşlarından, Haçlı seferlerinden faşizme ve IŞİD’e kadar, Maraş’a Sivas’a kadar katliamlara yol açmış temel bir sorunu ve buna karşı insan hakları ve yurttaşlık konusunu bir kez daha gündeme getirdi.

Geçen hafta sınav hırsızlığını konuşuyorduk. Başkanın cemevi ziyaretinde yapılanlar, bununla birlikte LGS’de, YKS’de, devlet memurluğu yazılı veya sözlü sınavlarında Sünnilik anlayışını temsil eden sorular sorulması, güvenlik soruşturmalarında din ve mezhep kökenlerine, etnik kökenlere yasal veya gayrı yasal bakılması, KPSS yolsuzluğu, memurlukta yükselme, yüksek makam veya mahkemelere yükseltme veya atamalarda yaşananlar ve daha nicesi, aralarındaki bağ ve ilişkileri konuşmayı gerektirmektedir.

ADALETİN ASGARİ SINIRI EŞİT MUAMELE Mİ?

İnsanlar arasında onurlu ilişkinin asgari sınır veya sınırları, asgari şartları nedir acaba? Toplum olabilmenin asgari şart ve sınırları nedir? Demokratik devletlerin meşruiyet kaynağı/kaynakları nedir acaba? Adalette eşitliğin yeri nedir?

Adaletin biçimsel asgarisi; herkese aynı tarzda uygulanması, yargılama ve uygulamada eşitlik ilkesidir. Adil bir dünyanın daha nitelikli ölçüsü ise sadece yasada belirlenenin değil insani ve toplumsal eşitliğin netliği ve bunun sağlanabilmesidir, en azından “eşitliğin” bir “ilke”, “ideal” ve “amaç” olmasıdır.

CEMEVİNE YAPILAN EŞİTSİZ MUAMELEDEN ÖTE KÖKTEN DİNCİ İNANÇ DAYATMASI

“Cemevi” veya “Alevilik” ve onların toplanma veya ibadet yeri, bir “tüzel kişilik”i oluşturuyor. Ziyaret sırasında bir inanç grubunun inandıklarının ve ritüellerinin ayrıntı veya özellikleri, öne sürdükleri yargı veya önermelerin doğruluk veya yanlışlık değeri konu değil “tüzel kişiliği” söz konusu. Bu bir Alevilik veya Sünnilik, cemevi ve cami kıyaslaması veya temsil ettiği akait ve ayinin tartışılması meselesi değil, kişilik tartışması değil.

Hak ve özgürlük ilkesi, saygı ilkesi, adalet veya eşit muamele ilkesi başka, inanç dayatması başkadır.

YÜZLEŞİLMESİ GEREKEN ANA SORUN: ETNOSANTRİK ÖĞELERİN VE DİNİN DEVLET-KAMU DÜZENİNDEKİ YERİ

Ortada duran ana sorun etnosantrik, din ve mezhep gibi bireysel insani veya toplumsal oluşumların “resmi” karşılığının ve yasama-yargı-yürütme süreçlerindeki yerinin ne olduğu ve olacağı sorusudur.

Totaliter çoğunlukçulukla demokratik çoğulculuğu karıştırmamak gerekmektedir, Din, mezhep veya farklı inançtakilere ve inanç grupları aralarında eşit muamele olmazsa ilişki azınlık-çoğunluk ilişkisine dönüşür. Çoğunluğun azınlığı kendine benzetme dayatması totalitarizme, somut geçmiş örnekleriyle “faşizme” varır.

ETNOSANTRİZM İLE AKIL, BİLGİ, LİYAKAT, LAİKLİK, LAYIKLIK, MEŞRUİYET UZLAŞMAZLIĞI

Faşizmde mülakat veya yazılı sınav zaten kökten dinci veya etnosantriktir, daha baştan kategorik olarak sınav hakkını bile kaybeder. Dolayısıyla FETÖ’nün sınav yolsuzlukları faşizmin basit ve temel yol yöntemidir. Sınavların ideolojik öğeler taşıması, LGS ve YKS’de Sünnilik sorularının yer alması, sözlü sınavların büyük ölçüde etnasantrik-dinci-partici soru ve soruşturmalara bağlanması, savcısının-hakiminin-polisinin-askerinin-öğretmeninin bu şekilde dizayn edilmeye çalışılması… Tüm bunların ne anlama geldiği açık, aralarındaki ilişkide açık.

İnsanların din, inanç veya ideoloji sahibi olması, hatta köktenciliği olabilir. Sorun bu değil. Sorun resmi süreçlerde ve devlete dair iş ve işlemlerde bu etnosantrik öğelere yer verilip verilmeyeceğidir.

Üzerinde durulması gereken öncelikli noktalar etnosantrizm ile akıl, bilgi-bilim, liyakat, layıklık, laiklik ve meşruiyet arasındaki ilişkiler veya uzlaşmazlıktır. Ana sorun demokratik bir sistemde eşit yurttaşlığın nasıl sağlanabileceği sorunudur.

AYRIMCILIĞA KARŞI TEMEL İNSAN HAKLARI VE KÜLTÜR-YAŞAM BİÇİMLERİ ÖZGÜRLÜKLERİ

Yok saymak ve görmezden gelmek değil çözüm.

Çözüm var saymak ve eşit muamelede bulunmak. Adı nasıl koyulursa koyulsun, ister resmi süreçlerle ilgili olarak “laiklik ilkesi” densin isterse “insan hak ve özgürlükleri” densin, ne devlet ne de insanlar ayrımcılık yapamaz. Bireylerin yaptığı mikro ayrımcılıktır, resmi-kurumsal olanı makro ayrımcılıktır.

Eşit yurttaşlık hakkının resmi ilkesi laikliktir, devletin hiçbir kişi veya inanç grubuna inanç veya yaşam biçimlerinden dolayı öncelik sonralık veremeyeceği, kayırmacılık veya ayrımcılık yapamayacağıdır.

DAYATMACILIĞA VARAN FACİA: CEMEVİNE VE SINAVLARA YAPILANDAN FESTİVAL YASAKLARINA

Cemevi ziyareti resmi düzeyde ayrımcılığın resmi dayatmacılığa vardığı “facia”dır. Diyanet İşleri Başkanlığı da AKP’nin bakışı ve yönetim anlayışı da “ayrımcılık”tan bile öte din-mezhep-yaşam biçimi zorlaması yani “dayatmacılık” düzeyindedir. Bunun siyasal literatürdeki adı açıktır.

Yazılı ve sözlü sınavlarda dincilik, etnosantrizm veya hırsızlık, festival yasakları, müzik yasakları, toplantı gösteri yasakları ne anlama geliyor acaba? Hepsi temel insan hak ve özgürlükleri ihlali değil mi? Tüm bunlar ayrımcılıktan bile öte dayatmacılık değil mi?

Çözüm hem biçimsel hem içerikli eşitliklerin sağlanmasıdır, eşit muamele görme, eşit yurttaşlık, eşit dünya yurttaşlığına yönelmektir.

Bir soru daha: MEB veya AKP’nin ha bire “değerler eğitimi” dediği halde “değerler” arasında hak, özgürlük ve eşitlik ne kadar geçiyor veya geçiyor mu acaba?

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...