31 Temmuz 2022 03:55

Uykusuzluk-Uyanış sayıklamaları

Görsel: Pixabay 

PAZAR
Paylaş

En zoru yazı teslim günü geldiğinde boş bir sayfaya, gözlerin ekranın beyaz ışığından yaşarana kadar bakmak. Keşke konusuzluktan olsa, ortada pespayelik o kadar çok ki insanın bazen hiçbirini seçesi gelmiyor.

“Bu hafta yazamadım” diyebilenlere inceden hayranım. Düğünde cenazede yazıyorum, kendimi parçalayarak. Bir hafta kaçırsam hayatım tepetaklak olacakmış gibime geliyor, Bekçi Murtaza’nınki gibi hastalıklı bir ruh hali. Hayatlarımız zaten tepetaklak.

Saat gece yarısını geçti. İzmir'de ailemin evindeyim, herkes uyuyor. Çok sıcak. Son 72 saatte toplam 7 saat uyumuşum. Birer saatlik setler halinde. Başımı soğuk suya sokup duruyorum, beyaz sayfaya bir daha bir daha bakıyorum. Annem ufak kalmış el sabunlarından sıvı sabun yapmayı başarmış, gururla anlatıyordu. Oldukça güzel kokuyor. Habire yüzümü yıkıyorum.

Bu ömürlük tasarruf halinin haksızlığını düşünüyorum. Maydanozların sararmasına bile üzülecek hale gelmemizi. Bunları yazmak istemiyorum. Düşünmemeyi de tercih ederdim ama olmuyor. Haksız zenginleşme ve göz göre göre yoksullaşmadan bahsetmek artık yoruyor. Bazı günler gerçekten kahır gibi çöküyor insanın üzerine. Geçtim yazı yazmayı, sabahı görmek bile bir başarı.

Böyle zamanlarda çıkışı da ancak yazma disiplini sayesinde bulabiliyorum. Çünkü yazının teslim zamanı var, ışığa baka baka eninde sonunda bir çıkış bulacağım, biliyorum. Arıyorum.

Gündeme baktım bir daha.

Adamın emrine ortam dinleme aracı verildi iddiaları var, ekrana geçip "Benim dinozorumun gözleri parlaktı" demiş. Adamın yolsuzlukları hakkında Murat Ağırel'in yazdığı iki kitap var, daha da beş cilt çıkar diyordu. Adam ekranda "Dinozorlarla ilgilenen çocuklar zeki oluyor, Google'a sor." diyor. Argoya kaçmadan yorum yazmak zor. Hakaret davasından buna tazminat ödemek istemiyorum.

Yıllar önce neler yazıyormuşum. İçinde aşk var, heyecan var. Mizah yazıları da yazıyordum bir zamanlar. Şakasının bittiğini görmek insanın ağrına gidiyor.

Sosyal medyaya bakıyorum, bir kesim yarınlar yokmuş gibi geziyor, denize atlıyor, içiyor. 

Haklılar, yarınlar olacaksa, bugün yapmasalar zaten zarar. Yarınlar yoksa, imkan varken yapmamak pişmanlık. Birikimleri eskiden tenezzül etmedikleri ekonomik tatillerde eziyor orta sınıf ya da eskiden cesaret edemedikleri lüksle "olmuşken vur dibe" diye diye. O birikim ancak bir tatile yeter artık ne ev aldırır ne araba.

Birikimi olmayan dar gelirlinin de öfkesine yeni bir dalga oluyorlar öte yandan. Tatil denilen şey resimli çocuk kitaplarından bir masal gibi büyük bir kesime.

Bir zamanlar tüm imkanları zorlayarak yaşamayı başardıklarımızın "iyi ki"sine tutunmak bir çare değil, şükürcülük taleplerin ve çıkışın önünü tıkar. 

Yine de aklım geçmişe gidiyor. Beyrut'a gitmiştim çok seneler önce. Mezhepçiliğin, iç savaşın acısını fazlasıyla çekmiş bu ülkede, insanların yaşamı kucaklayışına çok şaşırmıştım. Öyle çok acı yaşamışlar ki her günü yaşanmış kılmak adına büyük bir çaba içindeydiler. "Ölümlü dünya kafası…"

Cuma gecesi Zaitunay Bay'da eğlenmeye gidenlerin araçları büyük bir trafik oluşturuyordu. Trafikte takılı kalan araçlarda, camı indirip kapıya oturup müziği açıp daha yolda eğlenmeye başlıyordu insanlar. Gözümün önünde bir araçta, vites kolunun oraya nargileyi kurdular. "Hayat çok kısa" buydu genel mantıkları. Yiyip içiyorlardı, sahiller dolu, sokaklar şenlik havası, binalarda hâlâ şarapnel oyukları.

Sonrası biliyorsunuz, korkunç bir ekonomik kriz geldi, dolar karşısında paraları aşırı değer kaybetti, asgari ücret iki depo benzinden daha az hale geldi ve büyük bir halk isyanı başladı. Arada bir de büyük liman patlaması...

İsyan çok büyüktü. Protestocuların talepleri mezhepçi değil teknokrat bir yönetim, daha demokratik ve modern bir Lübnan'dı. Kesintisiz elektrik, genel sağlık hizmetleri, eğitim, sosyal güvenlikte acil devrim niteliğinde adımlar, hükümetteki yolsuzluk ve kayırmacılığın kaldırılması talepleri vardı.

Tabandan gelen hareket, tüm mezhepleri, tüm yaş gruplarını, sınıf ayrımı olmaksızın kapsıyordu.

Şiddetsiz protestolar iki haftada hükümeti düşürdü. Geçici hükümet çare olmadı, kriz derinleşti, şiddetsiz eylemler banka yakma noktasına geldi.

Hizbullah yanlısı El Ahbar;

"17 Ekim ayaklanmasının grupları, 'sivil toplum' ve muhalefet partileri bir koalisyon cephesi inşa etmeye çalıştıklarında, gökyüzünün renginde bile çatışırlar. Devrimciler arasında onları birleştirecek bir güç yok" diyordu.

Acı bir maalesef...

Liderlik eksikliği yanlış mesajların yayılmasına, şiddetin artmasına, bazı protestocuların sokaktan çekilmesine sebep oldu.

Sonrasında başını gençlerin çektiği yüz binlerce kişilik bir göç dalgası.

O devrime yaklaşmanın coşkusunu, tasarruflarına el konulduğunda kalplerine gömüp ülkesini terk etmek zorunda kalan yüz binler.

Mayıs 2022 seçimlerine "gençler ekonomik krizin intikamını istiyor" manşetleriyle girdiler. Hizbullah çoğunluğu kaybetti, reformcular 13 koltuk kazandı.

Yeter mi? Bilemiyoruz, Lübnan'ın önünde uzun bir yol var hâlâ.

Şurada yaşandı hepsi, dibimizde oldu. Neyin nasıl yanlış yapılabileceğini ya da bazen nasıl yapılması gerektiğini gösteren bir örnek işte.

Boş sayfaya bakarken bunu düşündüm. Seneler önce Beyrut'ta, "Bu insanlar her şeye rağmen nasıl böyle yaşayabiliyor?" demiştim. Bugün aynı cümleyi Instagram'a bakarken kendimiz için kurduğumu fark ettim.

Türkçe netameli dil. Çok uykum var demek aslında hayatımda uyku eksik demek. Uyku eksikse uykun var oluyor. 15 senedir uykum var çünkü ya çalışmaktan ya da huzursuzluktan uyuyamıyorum.

Uyku ancak böyle kavurucu yaz gününde serin bir çarşafa ayaklarını sürerken iç huzuru ile daldığında doyulan bir şey.

Çünkü uyku bir halk hep birlikte uyanışa geçmeden tadını vermiyor.

O uyanış da belirlenmiş net hedefe, ortaklaşmayı başaran toplum içinden liderler eşliğinde, firesiz halk hareketiyle yönlendirilmeyince zafere kolay ulaşamıyor. Üç beş koltuk hesabıyla bir memleketin pusulası değişmiyor.

Ne Beyrut gidilebilir halde ne de ben gidebilirim. 

Gönlümü kaptırdığım her güzelliğin çöküşünden bıkmış haldeyim.

Gün sabaha varmak üzere, bangır bangır müzikle bir araba geçti sokaktan, nasıl eğlenebiliyorlar dinozorlara rağmen...

Annemin ufacık kalmış sabunlarla vakit kaybetmediği, uykumu alabildiğim, hayatın tepe taklak değil akışında rahat olduğu günler hayal ediyorum.

İçimize bağırdığımız tekil, bireysel isyanlar, anı yaşamaya çalışma çabaları değil, büyük bir uyanış diliyorum.

Sayıklıyorum…

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...