29 Ocak 2022 04:31

Ekonomik büyücülüğün son demleri

Banknotların önünde düşüş gösteren grafik.

Görsel: Pixabay

Paylaş

Dünya 1980’lerde piyasa ekonomisine geçtiğinden beri, halk kesimleri, adı (resmi olarak) konulmamış, tuhaf bir denge siyaseti ile idare ediliyor. Bu dengenin ekonomik antropolojideki ismi “sihirli kapitalizm.”

Sihirli kapitalizmin en büyük özelliği, servetin kaynağı olan emeği, üretimi saklaması. Ücretleri geçinemeyecek düzeyde tutup; geçimi refah, borç, hizmet, veya kredi uygulamalarına dayandırıyor bu yeni düzen. Sahte cennetler kuruyor. Üretimi de gözden uzak, gönülden ırak ülke veya bölgelere hapsediyor. Piyasa ekonomisinin demokrasi ve refah ile el ele gitmesini sağlayan, bu mıntıkalardaki diktatörlükler.

Fakat büyü çarkı artık tıkanmış durumda. Bunun bazı nedenlerini, 4 Aralık 2021 tarihli yazımda anlatmıştım. AKP ve benzeri hükümetler, demokrasinin bir kısmını açıktan rafa kaldırıp, üretimi de, emek sömürüsünü de, yoksullaştırmayı da görünür kılmaya başlamış durumdalar. Fakat Türkiye’de, hedeflenen “Çin modeli”ne (yani devlet kapitalizmine) geçiş bir türlü tamamına erdirilemiyor. Kapsamlı bir dönüşüm, toptan bir savaş ve iç savaş ekonomisi gerektirecek.

Geri dönülmez bir yola girmiş olmamıza rağmen, sihir hülyalarında vakit kaybedenler bol. Küresel para akışlarının kuruduğu bir ortamda, resmi muhalefetin “AKP’nin ilk dönemi” ya da “Özal yılları” vaatleriyle meydana çıkması, kalpazanlığın en ucuzu. Kalpazanlığın sözlük tanımı, piyasaya karşılığı olmayan para sürmek. Resmi muhalefet de karşılığı olmayan bir borç ve tüketim ekonomisiyle bir on yılı daha kurtaracağımızı umuyor. Rejimin tavrı bile bundan daha dürüst -“ortodoksi” dediği (ve kendisinin perçinlemiş olduğu) tuzaktan tam çıkışı kolay kolay gerçekleştireceği konusunda açıktan yalan söylüyor olsa bile.

Durumu daha da karmaşıklaştıran, aslında (yürürlükteki ya da kurulmaya çalışılan) “devlet kapitalizm”lerinin, piyasa kapitalizmlerine göbekten bağlı olması. Çin’deki arz fazlası, örneğin, Amerika’nın yapay olarak şişirilmiş talebine muhtaç. Yani aslında, bunlar birbirine alternatif görünse bile, birbirine besleyen sistemler.

Yine de en azından görünürde ve kısa vadede iki yol var Türkiye’nin önünde: Amerika’nın, Özal’ın, Derviş’in, Babacan’ın temsil ettiği piyasa kapitalizmi. Ve bunun karşısında Çin’in, Bayraktar’ın, Erdoğan’ın temsil ediyor göründüğü devlet kapitalizmi. Bu iki yol arasında sıkışan Türkiye’nin, iki uç arasında (son tüketim tarihi belirsiz) bir salınıma girmesi de olası.

Her koşulda, tablo giderek kararacağı için, sokakta tepki kaçınılmaz. Mesele artık sokağa çıkılıp çıkılmayacağı değil, ne için çıkılacağı. Sokak (piyasa ve devlet kapitalizmlerine karşı) ne talep edebilir?

İşin zor tarafı, dünya çapında herhangi bir alternatif modelin henüz (sürdürülebilir şekilde) hayata geçmemiş olması. Latin Amerika’daki pembe dalga da, Güney Avrupa’daki sol popülizm de kötü sonuçlandı. Bunlar, ya ekonomik bir model geliştirmenin kilit bir mesele olduğunu atladılar. (Güney Avrupa ve kısmen Venezuela’da yaşanan buydu). Ya da alternatif modeli soyut (neredeyse akademik) düzlemde kurguladılar. Toplumsal mücadelelerin belirleyeciliğini atladılar. (Pembe Dalga ekonomilerinin temel sorunu, kendi tabanlarını örgütsüzleştirmeleriydi).

Evet, çok somut bir model yok ortada. Ancak önümüzdeki yıllar, birçok deneye sahne olacak. Neyin işlemediği aşağı yukarı biliniyor ama, yerine neyin geçeceği muamma. Şunun farkında olmak zorundayız: Ekonominin dümeni kimin elinde olursa olsun, gelecek belirsiz ve zor.

Sokaktan çıkabilecek sonuç, herhangi bir model değil, halk kesimlerinin örgütlülüğü… Eğer bu başarılırsa, ekonomik deneyler yapılırken, toplum sessiz kalmaz… Deneyler toplumsal bir boşlukta değil, halk kesimlerinin basıncı altında şekillenir.

Resmi muhalefetin, “Sokağa çıkmayın” çağrılarının anlamı nedir? Elbette, haklı olarak, rejimin büyük bir ihtimalle kazanacağı bir iç savaştan korkuyor olabilirler. Ama korkuları bununla sınırlı değil. Sokağın meşru olduğu bir ortamda, Babacan-vari ekonomik büyücülüğü kotarmanın imkanı yok. Şu andaki koşullarda, piyasa yanlısı reformlar ancak daha çok sokak hareketi körükler. Resmi muhalefet, ezkaza iktidarı ele geçirirse, bunun önünü kesmeye çalışıyor.

Toplumsal olarak ödev sokağın örgütlenmesiyse, siyasi ve ekonomik rota ne olmalı? Hükümetin devletçi arayışlarına ve resmi muhalefetin piyasacılığına karşı toplumcu bir üçüncü odak elbette oluşturulmalıdır. Ancak yeni bir ekonomiye geçişin küresel bir mesele olduğunu unutmadan. Üçüncü bir odak, yeni bir ekonomiye doğru yol almaya başlayabilir. Fakat bunun işleyen bir modele dönüşmesi, dünya çapında bir seferberliği ve dayanışmayı gerektiriyor. Ve de her şeyden çok, alternatif bir model yaratmanın öncülüğünü yapacak ülkelerde, halk kesimlerinin örgütlülüğünü.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...