13 Ekim 2021 00:34

‘Hedging’ ve sarkaç diplomasisi

Erdoğan, Putin ve Biden

Erdoğan, Putin ve Biden | Fotoğraflar: DHA

Paylaş

“Hedging” ya da zarardan korunma stratejisi sigortacılık ve finans piyasalarında risk yönetimine ilişkin öne çıkan bir kavram. Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve ABD’nin tek süper güç olarak belirmesi üzerine uluslararası ilişkilerde de kullanılmaya başlandı. Buna göre ABD’nin tek-kutup haline gelmesi müttefiklere olan ihtiyacını azaltır ve dolayısıyla bu müttefiklerdeki risk algısını yükseltir. İkinci ve üçüncü sınıf güçler, tek-kutbun kendi güvenliklerini sağlayacağına ilişkin kuşku duymaya başlar. Böylece bu devletler ABD’yle ilişkilerin askeri bir krize dönüşebilecek şekilde kötüleşmesi veya ABD’nin kendilerine sağladığı güvenlik ve ekonomik yardımları sağlamaktan vazgeçmesi olasılığına karşı önlem alırlar.

Tek-kutupluluk araştırmalarında güçsüz devletlerin doğrudan hegemona karşı bir denge politikası izlemek (Yani ona karşı bir hegemonyaya karşı ittifak kurmak) yerine hegemonyayı sınırlayacak, etkileyecek veya ondan faydalanacak şekilde hareket edecekleri vurgulanır. Gerçekten, Türk dış politikası da 1990’lı yıllardan başlayarak araştırmaların öngördüğü şekilde bir hedging stratejisi uygulamaktadır. Erdoğan’ın ABD ve Rusya arasındaki “sarkaç diplomasisini” bu bağlam içinde değerlendirmek gerekir. Dış politika ve güvenlik politikası bir tek-adam rejimi tarafından yönetildiğinden hedging stratejisinin iktidarı elinde bulunduran çevrenin çıkarını öncelediği kuşku götürmez. Nitekim devlet bürokrasisinin diplomatik temaslardan dışlanması, görüşmelerin içeriğinin kurumsal devletten gizlenmesi bu yargıyı pekiştiren bir manzara ortaya çıkarıyor. Ancak sarkaç diplomasisinin sadece Erdoğan’ın ihtiyaçlarından kaynaklanmadığı, tersine Erdoğan’a manevra alanı açan yapısal (yani uluslararası sisteme ilişkin) faktörlerin olduğunu hesaba katmak gerekir. Başka bir deyişle, muhalif kesimde sıkça ve sertçe eleştirilen dış politikanın Erdoğan iktidardan ayrılsa bile sorunlu bir alan olacağı kestirilebilir. Erdoğan’a muhalefet eden geniş bir kesimde Libya, Mavi Vatan, Suriye’de güvenlik koridoru gibi politikaların onay gördüğünü, hatta bölgesel hegemonya hevesinin miras alındığını gözlemledik, gözlemliyoruz. O halde sadece(!) Erdoğan’ın siyasi ihtiyaçlarıyla ilgili olmayan bir durumla karşı karşıyayız.

Muhalefetin açık bir jeostratejik teklifinin olmaması krizlere gündelik cevap vermekten ve “Ele güne rezil olduk” yakınmalarından öteye geçememesine neden oluyor. Dünya nereye gidiyor? Bu gidişatta Türkiye’nin hedefleri neler olmalı? Bu hedeflere ulaşacaklar araçlar nelerdir? Bu soruların hiçbirini tartışmadan ABD’nin mi, Rusya’nın mı silahları daha kuvvetli sorusunu tartışmanın bir anlamı yok. Nihayetinde silah tercihlerini strateji belirler. Hedefiniz ne ise aracınızı ona göre seçersiniz. Somut hedeflerin yokluğunda hedging de pek işe yaramaz. Nitekim her yatırımcı hangi risk karşılığında hangi kâr payını hedeflediğini önceden belirler.

Bu düşüncelere önemli bir sorunu daha eklemek lazım: Tek-kutupluluktan çok-kutupluluğa geçen bir dünyada hedging nasıl işleyebilir? Bunun klasik güç dengesi stratejilerinden farkı var mıdır? Hatta: Kutup kavramının kendisi miadını doldurmuş olabilir mi? Bu kuramsal sorular kulağa çok soyut geliyor. Ancak şu anda kendisine ateş açan bir kuvvetten silah alan, bu silahları da kurumsal bağları olan müttefikine karşı koz olarak kullanmaya çalışan bir aktörün davranışlarını yorumlamak için kuramdan başka çare yok.

Uzmanlık alanım olan uluslararası ilişkileri kuramının çoğu okur için ne kadar can sıkıcı olabileceğinin farkındayım. Bu okurlar için Aziz Nesin’in Damda Deli Var başlıklı hikayesini öneririm.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...