25 Temmuz 2021 00:55

Bir ‘andıç’ eksikti

Gazete tomarları ve sosyal medya logoları üzerinde yasak işareti

Görseller: Pixabay, Kolaj: Evrensel

Paylaş

Afganistan’da Taliban rejiminden kaçıp, toplu halde Türkiye sınırını geçen mültecilerin görüntülerinin insanlık dramı, mülteci / göç politikaları, pazarlıkları çerçevesinde tartışılması beklenirken kısa sürede konu dönüp dolaşıp medyaya sansüre geldi. Bu süreçte emeği geçenlere tek tek bakmakta yarar var:

Türkiye’de 2011’de başlayan ve halen devam eden iç savaş nedeniyle çok fazla göç aldı. Zorunlu göç edenlerin yaşadığı insanlık dramlarına çokça tanık olduk. Bunda başta uygulanan politikalar, ardından siyasetçilerin ve medyanın sorumluluğu büyük. Birkaç sorumlu gazete ve gazeteci haricinde medya bir yandan mültecilerin koşulları ile ilgili çarpıtılmış bilgilerin yayılmasına neden olurken diğer yandan bu yeni koşullardan tedirgin olan insanlar için bir tartışma zemini yaratmada da başarısız oldu. Derin bir konu elbette, ancak ekonomik sıkıntılar içinde boğuşan insanların yaşadığı korkunun nefrete çok kolayca dönüşebileceği bir iklim bu; tarihte de defalarca deneyimlendiği üzere. Bunca yolsuzluk ayyuka çıkmış, iktidar partisi ve ortağı ciddi oranda destek kaybetmeye başlamışken toplumdaki öfkenin dere yatağını değiştirip mültecilere yöneltmek başta atmış olduğu tweet’lerle CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun ve ekibinin iletişim ‘başarısı’ olsa gerek. Dış politikada Türkiye’nin Kabil Havalimanı’nı neden ve hangi koşularda korumaya soyunduğu, Taliban rejiminin böylesine güçlenmesine yol açan sebepler, içeride Akbelen ormanını korumaya çalışan köylülerin direnişi, Karadeniz’de kötü yapılaşma nedeniyle oluşan sel felaketi ve sorumluları tartışılacakken gündemimiz ırkçılık oldu. Üstelik kışkırtılan mültecilere yönelik öfke nedeniyle bağlam “ırkçıysak ırkçıyız ne var!”a kadar genişledi. İktidar tarafından sürekli ötekileştirilen, kutuplaştırıcı söylemden mustarip bir partinin bunu bilmemesine imkân olabilir mi? Kemal Can’ın Gazete Duvar’daki yazısında referans verdiği söylemlere sosyal medyada bolca rastlanıyor elbette, ama mülteci politikasından ve onun yarattığı toplumsal dönüşümden korkan insanların tümü ırkçı olmadığı gibi, ne mülteci ne de ırkçılık sorununun böyle ‘oy kaygısı’ taşıyan söylemlerle tartışılması ve çözümlenmesi mümkün değil.

Bu kısır tartışmanın medya ayağını Oda TV harladı. “Amerikan vakfı Türkiye’de hangi medyaya ne para verdi... Rekor 476 bin dolar ile Medyascope” başlıklı haberin içeriği yeni olmadığı gibi dili de ilginçti.  “Türkiye’de kritik kuruluşların ABD merkezli vakıf olan Chrest Foundation’dan yüz binlerce dolarlık hibe aldığı ortaya çıktı” cümlesiyle başlayan haberi okumaya devam ederken insanın gözü “kritik” kuruluş arıyor haliyle, lakin bulamıyor. Türkiye’de kadın hakları, kadın üretimi ile ilgili faaliyetler yürüten kurumlar, Anadolu Kültür Derneği, Hrant Dink Vakfı ve birkaç medya kuruluşu. Medyascope’un bu kurumdan fon aldığı zaten yıllardır sitesinde belirtiliyor yani “ortaya çıkan” bir şey yok, üstelik rekor denilen tutarın dört senelik fon toplamı olduğu da nedense belirtilmemiş. Böyle bir haber yapılabilir mi? Elbette yapılır, ama yeni bir bilgi değilse bağlamına dikkat kesiliyoruz ister istemez.

1998’de Şemdin Sakık’ın ağzından çıkmadığı halde Evrensel gazetesi de dahil olmak üzere, bazı gazeteciler, gazeteler ve sivil toplum kuruluşları ‘PKK tarafından fonlanıyor’ diye haberler yapıldı bu ülkede, Akın Birdal suikasta uğradı. “Andıç” olarak andığımız o vahim skandala imza atanlar bugün halâ utanıyor. Bu kadarla da kalmadı, Oda TV genel yayın yönetmeni Soner Yalçın Hürriyet günlerinde insanları soyadlarına göre Sabetaycılıkla etiketledi. Daha geçen yıl yine Oda TV’de “FETÖ’nün ‘solcuları” başlıklı bir yazıyla aynı içerikte Hikmet Çiçek imzalı bir kitap tanıtıldı. Pek çok yazar, gazeteci katılmadıkları halde Abant Toplantıları’na katılmış gibi gösterildi, üstelik Abant Toplantıları’na katılmak suç değilken… Sanırım muhataplarının açtığı davalar halen sürüyor.

İktidar kalemleri Oda TV’nin geçen hafta atlattığı haberin üstüne elbette hemen atladı. #FondaşMedya etiketinin açılması bir saat bile sürmedi. Gelirleri konusunda şeffaf olmayan kim varsa konunun üzerine atladı, bayrağı bir önceki hafta tartışılan TRT yönetim kurulu kadrosuna yerleştirilenler taşıdı.

“Kimler kimlerle beraber kadere bak”la dertlenilecek bir sorun değil bu. Bir medya kurumunun fon almasına karşı olabilirsiniz, muhtemelen alanların da ilk gelir tercihi değil bu, ancak şartlar bu sütunlarda da defalarca tartıştığımız üzere böyle. Olay TV’nin tecrübesini hatırlayın, sermayenin cesareti yok, reklam gelirleri giderek düştüğü gibi yine geçen haftalarda tartıştığımız üzere iktidar medyasına akıyor (üstelik reklama dayalı modelin sakıncaları fona dayalı modelin sakıncalarından hiç de az değil, Evrensel’de Cengiz Holding’in reklamını görseniz bir daha bu gazeteyi alır mısınız? Ama bilirsiniz ki Evrensel o reklam teklifini kabul etmez).

HİÇBİR TEPKİ OKUYUCUYU APTAL YERİNE KOYMAK KADAR TEHLİKELİ DEĞİL  

“Okuyucu bedava habere alıştı para vermek istemiyor” deniliyor ama okuyucunun da gücü belli. Günlük haber takip ettiğimiz her kuruma ayda 50 TL versek çıkacak toplamı kaçımız karşılayabiliriz? Mecbur kalıyoruz seçimler yapmaya, bir de bunun dizi, film platformları var, genç okuyucunun güncel habere ilgisizliği var… Peki, kim ödeyecek İstanbul Sözleşmesi’ne sahip çıkan kadınların protestolarını, Suruç katliamının altıncı yıldönümünü görüntülerken darp edilen, gaza, plastik mermiye maruz kalan habercilerin maaşını? Siz yine de fon almaya karşı olabilirsiniz, haberciliği zedelediğini düşünebilirsiniz, ‘başka çözümler bulmak gerek’ diyebilirsiniz… O durumda, bu geliri zaten saklamayan medyayı takip etmezsiniz, yayınlarını eleştirirsiniz, yanı sıra destek olmazsınız. Haberciyseniz daha iyisinin yapılabileceğinizi gösterir başkalarına örnek olursunuz.

Ve gelelim sürecin son ve esas aktörüne: Cumhurbaşkanlığı propagandasından sorumlu İletişim Başkanı Fahrettin Altun, AKP’nin mülteci politikasını eleştirmek isterken ırkçılık tartışmasıyla neredeyse savunmaya düşen muhalefetin hamlesini, sansür hazırlığında olduklarını açıklayarak büyük bir ustalıkla taca çıkardı. Kendisi muhalefet için çok büyük şans, umarım AKP iktidarda olduğu sürece o gökdelenin kaçıncı katında olduğunu bilmediğimiz koltuğunu korur.

Geçen hafta önce Yeşil Top başarısıyla andığımız AKP Grup Başkan Vekili Mahir Ünal sosyal medyaya yeni düzenlemeler getirileceğinin “müjdesini” verdi, Altun da üstüne, ülke dışından fonlanan medyayla ilgili yeni önlemler hazırlığı yaptıklarını açıkladı. Arada ABD’den referans vermeyi de ihmal etmedi. Verdiği referans ABD ve Rusya hatta şimdi Çin’le genişleyen esasen propaganda amacı taşıyan devlet destekli kuruluşların “foreign agent” yani yabancı ajan sayıldığı The Foreign Agents Registration Act (FARA). ABD’de pek çok medya, yayınları ya da habercilik projeleri için fon alıyor, devlet destekli PBS’in, örneğin en önemli geliri fon kuruluşlarından geliyor, yabancı vakıflara ihtiyaç duyulmaması şaşırtıcı değil, lakin yasa yürürlüğe girdikten bir yıl sonra FCC’ye (Federal Communications Commission – yayıncılık alanını düzenleyici kurum) raporlananlar arasında önemli bir kurum var Anadolu Ajansı. Propoganda amaçlı yayın yapmakla eleştirilen AA’nın FCC’ye yasal yapısını, finansmanını ve niteliğini açıklaması gerekirken beş cümlelik bir e-posta yolluyor. 2020’de de TRT kendisini yabancı ajan olarak kaydettiriyor.

Türkiye, Almanya’daki sosyal medya yasasını örnek gösterip sosyal medyayı kısıtlar mı? Kısıtlar. FARA’yı örnek alıp uluslararası fon akışını keser mi? Hepsini yapamaz elbet ama keyfi olarak onu da yapabilir. Lakin seçim öncesi hazırlığı olarak görülebilecek bu adımlar kendisine fayda sağlar mı? Sağlamadığını daha önce gördük.

23 Temmuz’da İkinci Meşrutiyet’in ilan edilmesinin ardından haberi alan gazeteciler ilk olarak sabah kapılarına habersiz gelen sansür memurlarını kovmuşlar. Sansürün kaldırılışının 113. Yıldönümünde, siz yine de izlediğiniz medyanın sahibine, gelir kalemlerine ve bunun haber içeriklerini etkileyip etkilemediğine bakın, sorun, sorgulayın. Şeffaf olmayan kurumlardan kuşkulanın. Sansürcünün ömrü maşası olduğu iktidar kadar; hesap verebilenlerin, destek ya da eleştiri, izleyici/okuyucusundan başka muhatabı yok. Olsaydı mülteci meselesine gelene kadar fark ederdiniz.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa