21 Haziran 2021 01:42

Kutuplaştırmanın sınırlarına hapsolmak

HDP İzmi il binasına yönelik saldırıda katledilen Deniz Poyraz, binlerce kişinin katıldığı cenaze töreniyle toprağa verildi.

Fotoğraf: Mahmut Serdar Alakuş/AA

Paylaş

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, perşembe günü HDP İzmir il binasında Parti Üyesi Deniz Poyraz’ın katledilmesiyle ilgili iki gün sonra yaptığı açıklama birçok bağlamıyla üzerinde konuşup, tartışmamızı gerektiriyor.

Erdoğan, partisinin Antalya il teşkilatının toplantısında yaptığı bu konuşmada şöyle dedi: “İzmir’deki provokatif saldırıyı kınadık, kınıyoruz ve benzerlerini de kınayacağız. Yakalanan failin önündeki ve arkasındaki tüm ilişkiler ortaya çıkartılarak en ağır cezayı da alacağına inanıyoruz.”

Failin arkasındaki ilişkilerin ortaya çıkarılacağı iddiasını, AKP iktidarının geçmiş pratikleriyle değerlendirdiğimizde iyimser olabilmek mümkün gözükmüyor.

Şırnak’ın Uludere ilçesine bağlı Roboskî köyünde 28 Aralık 2011 gecesi TSK tarafından Irak sınırından geçen köylülere 4 bomba atıldı. Grupta çocukların da olduğu 38 köylü ve en az 50 katır bulunuyordu. Bombardıman sonucu 34 kişi hayatını kaybetti. Ölenlerden 19’u, 18 yaşından küçüktü.

Erdoğan dönemin başbakanı olarak, olayın aydınlatılacağı sözünü verdi ve gelen eleştiriler karşısında da, “Biraz sabredelim ölen 34 kişiyle ilgili yargı kararını bekleyelim” dedi. 26 Mayıs 2012 günü AKP Kadın Kolları 3. Olağan Kongresinde yaptığı konuşmada ise, “Her kürtaj bir Uludere’dir” ifadelerini kullandı. Aradan geçen zamanda katliamı yapanlar cezasızlıkla ödüllendirildi.

Suruç ve 10 Ekim Katliamları, Erdoğan’ın aydınlatılacağı sözünü verdiği Hrant Dink davası ve diğer hiçbir davada mağdur yakınlarının, toplumun adalet duygusunu tatmin edecek bir sonuç çıkmadı.

Erdoğan’ın açıklamasını tartışmaya devam edelim. Normalde böyle bir cinayet karşısında bir ülkenin cumhurbaşkanının katledilen kişinin ailesine ve partisine başsağlığı dilemesi beklenirken, Erdoğan HDP’nin adını ‘mağdur’ bir konumda anmak istemiyor ve “Türkiye’de en çok saldırıya uğrayan siyasi parti AK Parti’dir. Sadece son 6 yılda 20’ye yakın teşkilat mensubumuz sırf AK Parti saflarında oldukları için şehit edilmiştir” diyor. Muhalefete yüklenmeyi sürdürerek, “Bunlar sadece adı millet olan, illet ittifakıyla bir şeyler yapıyor. Bunlar PKK terör örgütüyle ittifak halindeler” diyerek HDP’yi yine “terör” bağlamı içine oturtuyor.

Yani bir HDP’li hunharca katledilirken de ‘mağdur’ olan AKP’dir, HDP ancak “terörle iltisaklı”, uzak durulması gereken partidir.

İzmir’deki saldırıyı kınadığını belirtirken, “Benzerlerini de kınayacağız” ifadelerini kullanması ise cümlenin akışından gelen bir dil sürçmesi midir yoksa İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in Rize’de uğradığı saldırıya dair olarak kullandığı, “Bunlar iyi günleriniz” gibi bir bağlama mı sahiptir?

Her iki açıklamayı koşullandıran bilinçaltının benzer bir biçimde çalıştığını anlıyoruz. Buna, Erdoğan’ın Kılıçdaroğlu’na Ankara Çubuk’ta yapılan saldırının ardından kullandığı, “Sen siyasi istismar için oraya gidiyorsun, şehit için değil” ifadelerini de ekleyin.

Erdoğan’ın bu açıklaması önemli bir başka noktaya daha işaret ediyor, kendisinin ve iktidarının sınırlarına.

Erdoğan, partisinde başbakanlık yapan Ahmet Davutoğlu ile başbakan yardımcılığı yapmış olan Ali Babacan’ı kaybettiği siyaset yapma tarzını aşarak, kendisini yeniden kurabilecek bir yeteneğe sahip değil. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin ve dolayısıyla kendisinin bekası ile ülkenin bekasını eşitleyen bir söyleme doğru daralan bu kutuplaştırma siyaseti, uyguladığı ekonomi politikalarının sonuçlarıyla birleşerek iktidara her gün biraz daha güç kaybettiriyor.

Muhalefeti ‘zillet ittifakı’ olarak nitelendirirken kendisini sorgulanamaz addeden bu siyaset, giderek kendisine hilafet gücünde bir mutlaklık atfetmeye dönüyor. Erdoğan ve ortağı Bahçeli, sıkıştıkları zeminde hâlâ kutuplaştırma siyasetinin iş gören yegane strateji olduğunu düşünerek oradan devam ediyorlar.

Ancak daha önce Cumhur İttifakına destek mitingleri yapan Mafya Lideri Sedat Peker’in, oyunun dışına itilmesiyle birlikte yaptığı açıklamaların da, iktidarın bakanları, çeşitli aktörleri ve iktidar medyasının gazetecilerine dair yıpratıcı bir etki yarattığı yadsınamaz. Kuşkusuz henüz göreli bir etkiden söz ediyoruz. O kadar ciddi iddialara rağmen şu ana kadar iktidar medyasının belli isimlerinin yıpranıp oyundan düşmüş olmalarını izliyoruz. Ancak tüm bunların bile aşağıya doğru kayışa dair süreci desteklediği unutulmamalı.

Belki paradoks olarak görülebilir ama iktidarın artık kopamayacağı kadar bağlandığı ve kendi sınırlarını her geçen gün içeriye doğru daraltan kutuplaştırma siyaseti, ona hem kazandıran, hem kaybettiren bir strateji olarak iki yönlü işliyor. Kaybettirme özelliğinin öne çıktığını gösteren işaretler artıyor.

Bu noktada mesele, muhalefetin seçim ittifakının da ötesinde, hayatın içindeki temel sorunlar etrafında sürekli bir direnci örgütleme ve yeni olanı kurabilecek bir yetenek taşıdığını gösterip gösteremeyeceğinde.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa