09 Haziran 2021 00:40

Kültür ve sanat dünyasının çığlığı, bizim sessizliğimiz

Fotoğraf: Pixabay

Paylaş

Kültür ve sanat dünyasının salgınla, daha doğrusu salgın politikaları ile birlikte içine düştüğü durum birçoğumuzun içinde adeta bir yara. Geçim sıkıntıları, yaşamı sürdürebilmek adına satılan enstrümanlar, sesimizi duyun çığlıkları, intiharlar… İktidara ulaşamayan sesler, iktidar sahiplerinin vurdumduymazlığı. Salgın koşulları muhafazakar hükümetlere “Sanatımızın içine tükürmenin” başka ve daha kolay yollarını sundu adeta. Bu durum karşısında, kültür ve sanatın nasıl bir ihtiyaç olduğunu unutmuşçasına, sesimiz neredeyse hiç çıkmıyor.

Çok sayıda ülkede kültür ve sanat faaliyetleri aylardır askıya alınmış durumda. Fransa’da geçtiğimiz ekim ayı sonunda her yer kapanırken, Cumhurbaşkanı E. Macron, ilk önce kültür ve sanat mekanlarının açılacağı sözünü vermişti. Kültür ve sanat olmadan yaşayamayız minvalinde sözler sarf ederek üstelik. O tarihte, zorunlu tüketim maddeleri dışında her yer kapanırken, müzelerin aralık ayından itibaren açılan ilk mekanlar arasında olacağına neredeyse kesin gözüyle bakılıyordu. Aylar geçti ne müzeler ne sinemalar ne de tiyatrolar açılabildi. Aylar geçtikçe, başta tiyatrocular olmak üzere, kültür-sanat dünyası seslerini yükseltti. Odéon Tiyatrosu işgal edildi. Önünde her gün eylem düzenlendi. Nihayet, birtakım sınırlamalarla da olsa, 19 Mayıs’ta, yaklaşık yedi ay aradan sonra, sanat dünyası kapılarını açabildi. İlgi büyük. Müzelerde, konserlerde yer bulabilmek çok zor. Buna karşılık, açılma tiyatro sezonunun sonuna denk geldiğinden, bu sektör için sorunlar baki. Havaların güzel, özlenen terasların açık olmasından olsa gerek, sinemalara da ilgi görece sınırlı. Ama dediğim gibi sadece “görece”. Yoksa, başta Paris olmak üzere, kültür ve sanata duyulan açlık her yerde görünür durumda.

Gelelim Türkiye’ye. Tüm bu süreci, sinemaları kapalı olmak kaydıyla, AVM’lerin açık kalması politikası üzerine kuran iktidarın, elbette kültür sanat gibi bir önceliği yok. “Sanatın içine tükürme geleneğinden*” geldikleri hatırlanırsa, bu durumda pek de şaşıracak bir şey olmasa gerek. Cumhurbaşkanı da zaten bu nedenle, “Sektörün kendisinden gelen talebe istinaden sinemalar yeni bir emre kadar kapalı kalacak” sözlerini kürsüden rahatlıkla sarf edebildi. Salgın koşullarında da kimse sektörün böyle bir talebi gerçekten var mı diye sorgulamadı. Yurttaşların sessizliğini, sanat dünyasının örgütsüzlüğünü görünce iktidar da “Normalleşme” adımlarını atarken sanatın adını bile anmaya gerek duymadı. Sanat dünyasının en güvencesiz kesimleri sesini eylemlerle duyurmaya çalışsa da sektörün parçalanmış yapısı o sesin gür çıkmasına olanak tanımadı. Sektör dışından ittifaklar ise hiç kurulamadı. Muhalefet partileri de inatla sürdürülen bir karşı çıkış sergileyemedi. Sektörü bir iki gün hatırladı, sonra zaten gündemi değişti.

Oysa kültür ve sanatın “kapalı” olması demek, “eğitimin” durdurulması, “okulların” kapalı olması demek. Zira, bunca yıldır sanatın öğreticiliğinden daha etkili bir öğreticilik tanımadım. Edebiyatından sinemasına, tiyatrosundan müziğine sanatın pek çok dalı en iyi öğretmen hepimize. Sanatın öncelikli derdi bu olmasa bile durum böyle. İlkokuldan üniversiteye, oradan hayat okuluna aklımda en fazla yer eden bilgiler sanatın dolayımından geçenler. İlkokul Öğretmenim Şaziye Keçeli’nin bize Samed Behrengi okuyarak öğrettikleri bu yaşıma kadar hiç zihnimden çıkmadı. Lyon ipek işçilerinin direnişini ve mimariye etkilerini Lyon’daki Gadagne müzesinden öğrenmeseydim bu kadar aklımda yer eder miydi bilmiyorum. Sinemadan ve edebiyattan öğrendiklerimin haddi hesabı yok. Her iki sanat dalı da her şeyden önce tarihi ve başka halkları öğretti. Müzik ortaklaşma duygusunu ve kültürler arasılığı içime işledi. Say say bitmez. Sanattan öğrenen sadece ben değildim, öğrencilerime de mümkün mertebe sanatla öğretmeye çalıştım. Sinemadan, müzikten, tiyatrodan, kısacası sanattan geçmeyen ne siyaset bilimi olur ne de sosyoloji şiarıyla. Belgesellerle tanıştıkça öğrenciler -en azından bazıları- tarih yazımını sorgular hale geldi. Tarihe ve başka coğrafyalara merakları uyandı. Sanatla öğrenme ne bana özgü ne de öğrencilerimin bir ayrıcalığı(-ydı). Başka meslektaşlarımın da deneyimlediği bir toplumsal gerçek.

Elbette sanatı sadece öğreticiliğe indirgemiyorum. Mesele bu değil. Sadece, sanatın kendisinin bile çoğu kez öngörmediği bu yönüne de dikkat çekmek istiyorum. Ve aslında herkesi, salgında en büyük darbeyi alan sanat ve kültür dünyasının normalleşme adımları içinde ele alınmamasının, okulların kapalı olmasından farklı olmadığını görmeye davet ediyorum…

Bu hafta, en iyi kadın oyuncu alanında Oscar adayı olan Billie Holiday filmi ekseninde bir devlet meselesi hakkında, insan hakları mücadelesinin ve sanatla mücadelenin bedelleri üzerine yazmak istiyordum. İçim çok dolu olunca oraya kadar gelemedim. Kısmetse haftaya artık.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...