07 Mayıs 2021 00:11

'Basın belada': Darbelerin ötesi parti- polis rejimi dönemi

Türkiye Gazeteciler Sendikasının (TGS) hazırladığı 'Basın Belada' yazılı görsel.

Görsel: Türkiye Gazeteciler Sendikası

Paylaş

3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü. TGS; yaşananları ‘Basın Belada’ başlığı ile ifade ediyor.

“Haber, hakikat, iktidar ilişkisi” bir tür “Hakikat Belası”na dönüşmüş bulunuyor diyor Çiler Dursun, Çukurova Üniversitesi İletişim Fakültesince düzenlenen Çukurova Genç İletişimciler Kongresinde (6-7 Mayıs 2021). Habertürk’te program yapımcılarının istifaları var, hal hareketleri uygun değil. İmamoğlu’nun türbedeki hal hareketi haftanın gündemi içinde. 1 Mayıs. Pek çok gözaltı var. Dahası genelge var: Polis müdahaleleri görüntülenmeyecek. RTÜK, haberleri eğlenceli verin mealinde bir şeyler emrediyor. Her gün cezalar yağıyor medya kuruluşlarına. Pamuk Prenses’in öpülerek uyandırılması muzır sayılıyor birilerince. Emekli amirallerin açıklamaları darbecilikle, Başbuğ’un bir ifadesi darbecilikle suçlanıyor, soruşturma veya dava açılıyor. Kim daha Gobbels tartışmaları sürüyor.

Sokak ortasında gazeteciler, muhalif görüştekiler linç edilmeye kalkışılıyor, habercilere ve farklı düşünen kişilere yönelik küfürler havada dolaşıyor. Mafya-çete-TOREKS-tosuncuk-vurgun… böyle bir rejim tipi nasıl adlandırılabilir? “Posttruth/postgerçeklik”, “postmodernizm”, “postyapısalcılık” gibi terimleştirmeler aslında işi “Mistifize ediyor”, “Çekici hale getiriyor”, oysa daha arkası ekonomi politik olanın terimleştirilmesi uygun olacaktır.

Çok genel olarak “kültür endüstrisi” bir yanını oluşturuyor, propaganda mekanizması, sansür mekanizması işliyor. En genel haliyle “ideoloji” işledi, işliyor, işletilecek.

“İdeoloji”nin kaynağı çeşitli olabilir ama ekonomi politik olanın kendi “ideolojik ağı”nı oluşturmadığı, kendi medyasını oluşturmadığı söylenemez herhalde. Aynı zamanda her ekonomi politik kendi iktidar biçimine dayalı şiddet gücünü de oluşturmaktadır.

Türkiye’de doğrudan hazırlayıcısı olmamakla birlikte 12 Mart 1971, dahası 12 Eylül 1980 darbesi aslında polis-jandarma üzerinden hayata geçirildi. Hele de 1990’ların Susurluk Süreci en çok polis-çete-mafya ilişkileri üzerinden tartışıldı. Gerek FETÖ gerekse bugün yaşananlar en çok da emniyet-polis-İçişleri Bakanlığı, polis ve adalet sistemi üzerinden anılıyor, konuşuluyor, tartışılıyor.

Askeri darbe veya askeri yönetimler daha çok otoriter sistemlere karşılık geliyor. İtalyan ve Alman faşizmi örneğinde, totaliter rejimlerde istihbarat-polis ve militanlık öne çıkıyor, dışında kalmak değil bizzat “bağlılık beyanı/fiili olarak bağlılık gösterimleri” zorunlu tutuluyor. Her hal hareketin rejime uygun olması gerekiyor; sansür, propaganda ve linç kültürü hakim oluyor, her yerde polis-militan kullanılmaya başlanıyor; medya da okul da polis de yargı da hakim ideolojiye/yönetici partiye bağlılık beyan etmek, biat etmek durumunda bulunuyor.

Şevket Süreya Aydemir’in ta 1973’te “İhtilâlin Mantığı ve 27 Mayıs İhtilâli” adlı kitabında yazdıkları, bir “ORDU MİLLET”in, giderek bir “POLİS MİLLETE” dönüştüğü öngörüleri büyük oranda geçekleşmiş bulunuyor: “İhtilal ne iyidir, ne de fena. İhtilâl, toplum yapısında biriken çelişmelerin bir gün patlayışıdır. Bunun için iyi veya fena olduğuna göre değil, ama şartlar tamam olduğu için ihtilâl olur./ İşte, şartların tamam oluşu ile, ihtilâl arasındaki zaruret, bağıntı veya illiyettir ki, tarihi determinizm açısından, İhtilâlin Mantığını teşkil eder... (s.25)./ İsmet İnönü “şartlar tamam olunca, ihtilâl olur” diye haber verdi... tarihinde bir  ORDU MİLLET olan biz Türklerin geleneğimize göre ise, bu bayraktarlar, ancak Ordudan gelebilirdi. Öyle de oldu.”

“Bugüne gelince? Bugün, reformcu bir parlamentarizmin güven verici hükümranlığı, elbette ki tam yerleşmiş sayılamaz... hepsi de aynı cinsten bir partiler manzumesi, maalesef demagojik çağını yaşamaktadır... (s.219). / Zaten, Demokratik denilen ülkelerde Reformculuk da itibarını kaybettiği zaman, ancak şiddet rejimleri konuşur... Bu defa gelecek bir 12 Mart, korkulur ki, ülkeyi, zaten çok mesafe alınan ve Batıda, Polis rejimi olarak anılan nizamlara sürükleyebilir./ Bu ise çok hazin bir sonuç olur. Hele  Cumhuriyetin ellinci yıllarında...” (Aydemir 1976, s.447).

Cumhuriyetin artık 100.yıllarındayız. Hazin bir sonuç.

Otoriteryenizmde iktidara itiraz etmemek, dışarda kalmak yeterli bir şart. Totaliter rejimlerde dışarıda kalmak yetmiyor, bizzat her tür hal hareketin rejime uygun olması gerektiği, bunun sağlanması için parti-polis-yargı sisteminin tüm yurttaşlar, başta da okul, bilim ve medya üzerinde kullanıldığı rejimleri anlatıyor.

TGS: “Basın Belada”. Her tür hak ve özgürlük baskı altında. Hakikat hakkı baskı altında.

Baskı çoğulculuğun, demokrasinin karşıtını oluşturuyor; otoriter rejimlere karşılık sayılıyor. Basının tümden biat etmesi totalitarizme denk düşüyor.

Yaşamı boğan totaliterleşen rejimlerin ömrü totaliterleşme derecesi arttıkça uzamıyor, aksine kısalıyor, hele de tebaasına doğru düzgün bakamayacak hale de gelmişse ömrü çok daha kısalıyor. Bunun hızlanıp yavaşlaması da toplumsal dinamiklere bağlı bulunuyor.

Basının başı belada değil de rejimlerin başının basınla belada olması demokrasiye mi işaret ediyor?

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...