14 Nisan 2021 23:34

Oyunu uydurmacaya bulamak

Bir futbol müsabakasında mücadele eden iki futbolcu.

Fotoğraf: Pixabay

Paylaş

Son dönemlerde teknik direktörler ve yorumcular karşılaşmaları değerlendirirken bir yığın “havalı” ifade kullanıyorlar. Teknik direktör ve yorumcu dediğin, derin analizlerini(!) fiyakalı laflarla süslemeli elbette!.. İnandırıcı olabilmenin önemli bir koşulu bu… Belli ki bu uyduruk lafların kendilerini çok bilgili gösterdiğini zannediyorlar…

“Topu rakibe vermek/bırakmak” diyorlar. Futbolun her şeyden önce, “Topu kap - Topu kaptırma” şeklinde özetlenebilecek iki temel hedef üzerine inşa edilen bir oyun olduğunu bile anlamamışlar henüz…

Oyunun savunma kısmını, “Topun arkasına geçmek” şeklinde ifade ediyorlar... Topun arkası neresi? Sonuçta top yuvarlak ve her taraf topun arkası olabilir. Bunun doğru ifadesi, temel bir savunma ilkesi olarak, “Top ile kendi kalen arasında pozisyon almak” şeklinde olmalıdır.

Tuhaf bir şekilde “Oyunun/takımın boyunu kısaltmak” diyorlar… Oyunun ya da takımın boyu uzamaz, kısalmaz… “Hatlar (savunma, orta alan, hücum) arasındaki mesafeyi daraltmak/kısaltmak” demek gerekir…

“Geçiş oyunu” diyorlar… Ne kadar da havalı bir laf!.. Kastettikleri, rakipten kapılan topla hızlı karşı atağa geçmek, diğer bir deyişle kontratak gerçekleştirmek… “Akan oyun” da başka bir garabet… Demek akmayan oyun da var!..

“Kazanma alışkanlığı”, en komiklerinden... Bu nasıl bir alışkanlık ki? Kaç maçı ve hangi rakipleri kapsıyor? Mesela bu alışkanlık sayesinde Manchester City’yi, Bayern Münih’i, Paris Saint Germain’i, Barcelona’yı falan da yenmek mümkün mü? Madem, kazanma alışkanlığı diye bir şey var, bu alışkanlığı edinen takım bir zahmet Şampiyonlar Ligi’ni de kazanıversin. Boşa gitmesin alışkanlık… Futbolun ancak bilgi ve çalışma ile doğru oynanabileceği ve doğru oynandıkça kazanma şansının artacağı gerçeğini göz ardı edercesine sallıyorlar. Kazanma alışkanlığı edinmiş bir takım, antrenman yapmadan maça çıksın da görelim bakalım, kazanabiliyor mu? Maçlar alışkanlıkla değil, bilgiyle, emekle (çalışmayla) kazanılır…

“Reaksiyon vermek” lafı da pek gözde son zamanlarda. Yenen golün üzerine atılan golleri “Reaksiyon vermek” ifadesiyle açıklıyorlar... Başta, -nedense- rölanti tempoda oynuyorsun, sonra golü yiyince birden kendine geliyor coşuyor ve sen de golü atıveriyorsun. Bu kadar basit işte!.. Tabii madem yediğin gole etkili bir reaksiyon verecek kadar güçlüsün, bunu baştan niye ortaya koymadığın sorgulanabilir… Gücünü ortaya koymak için gol yemeyi beklemek!.. Evet, çok mantıklı, çok akılcı!.. Bu söylem de, oyunu bilgiyle değil, ağırlıklı olarak duyguyla, motivasyonla açıklama yaklaşımının bir ürünü…

İşin içine içgüdüyü, genleri sokanlar bile var... Mesela “İçgüdüsel olarak geri çekildik” diyorlar. Oysa futbolda, -teknik anlamda- içgüdünün, genlerin yeri yoktur. O geri çekilme de, skoru koruma amacının ağır bastığı bir oyun anlayışının tercih edilmesinin sonucudur.

Kazanmanın genlerle bir ilişkisi olmadığı gibi, savunma hattını kaleye yakın bir yerde oluşturmanın da içgüdüyle bir ilgisi yoktur. Yalnız şu var ki, kavramları böyle kafadan sallayarak kullanmanın bilgisizlikle ilgisi vardır…

Galibiyetin ardından, takımın ya da oyuncuların “İştahlı, arzulu, istekli” oynadıklarını ya da tam tersi, puan yitirilen maçlar sonrasında oyuncuların bu özellikleri oyuna yansıtamadıklarını söylemek ise artık tam bir klasik…

Bu da bilgiyi dışlayan, küçümseyen sığ bakış açısının başka bir örneği…

Direkt öldürme çağrışımlı “Fişi çekmek” ifadesi de sadece futboldan değil, insanlıktan da uzak bir yerde bulunulduğunu gösteriyor…

Bütün bu söylemlerle ortaya konan tablo, bilgi bağlamında fazlasıyla acıklı. Kendini gerçekte olduğundan çok farklı göstermeye çalışan ama bunu yapmaya çalışırken komik duruma düşen çapsızlarla karşı karşıyayız…

Bunca anlamsız, boş söylemin tek ciddiye alınır yanı, futbolumuzun seviyesini göstermesi…

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa