‘Zaman tüneli’ meselesi (1)
Görsel: Myriams-Fotos/Pixabay
Kirvem,
Senin de bildiğin üzere, “insan” zekasının en önemli buluşlarından biri olan tekerleğin yanı sıra, keza ta fi tarihinden itibaren dünya ahvalinde hemen hemen neredeyse her şey, şu veya bu kulvarlara doğru sürüklenip, dolayısıyla kılıktan kılığa, şekilden şekle girip, az çok değişti, değişiyor...
Ancak bu bapta zinhar değişmeyen, ya da bir başka ifadeyle söylemek gerekirse; kim bilir hangi dağın ardındaki bir göletten veya meçhul bir pınardan yola çıkıp, ardından da ovaları, vadileri tıpkı bir ırmak misali aşıp, nihayetinde de şu sıralar içinde bulunduğumuz “an”a kadar gelip dayanan, adına “zaman”, “vakit” dediğimiz bu “şey”, bu “kavram”, asla değişmediği gibi, ayrıca kendi bildiği istikamette milim şaşmadan yoluna inatla, ısrarla devam edip duruyor...
Zamanın, vaktin fasılasız, biteviye süregelen bu “ölümsüzlüğü” karşısında biçare kalan canlı varlıkların tümü; tuş olup, ister istemez yenilip, kuyruklu yıldız gibi meçhule doğru kayıp giderken, öte taraftan zaman denen bu “derebeyi”nin hükümranlığı aksamadan, teklemeden sürüp gidiyor...
Uçsuz bucaksız şu alemde hemen her şey eninde sonunda aynı “kader” mucibince önce “miadını doldurup”, sonra meçhule doğru marş marş komutuyla yol alırken, beri yandan kaderin bu çizgisinden zerre kadar etkilenmeyen, buna direnen zaman lakaplı bu derebeyinin “son kullanma” tarihi ya da bizatihi kendi fıtratıyla ilgili “zaman aşımı” gibi bir derdi, endişesi, kasveti asla olmadı...
Kirvem, “zaman mekan”, falan feşmekan derken, bu arada acaba hangi şeytanın aklına uyup, akabinde de birdenbire kendimi zamanın “paslı çarkları” arasında neden, nasıl bulduğumu bilmiyorum; dahası da yamuk kafamın şekline şemailine bakmadan boyundan büyük işlere kalkışıp, dolayısıyla dünya alemi perişan eden baş belası, karın ağrısı bir virüsle boğuştuğumuz bu günlerde, amiyane deyimiyle pisi pisine “öte yaka”ya gitmemek için gözlerimizi gökten zembille inmesini beklediğimiz “aşı”lara dikmişken, şimdi tam da bu “zaman” diliminde, bu vakitte sanki memleketimizin sathında altını üstünü hafif yollu da olsa bir yorgan iğnesiyle, çuvaldızla kurcalayacak herhangi bir “mesele” ya da sorunumuz, ayna tutulacak en ufak bir zelil “olay” yokmuşçasına, ülkemizin tahtında sanki her şey tıkırında, tüm işlerimiz dört dörtlük yolunda gidiyormuşçasına, bu baptaki problemlerimizi es geçip, bir bakıma görmezlikten gelip, bunların yerine zaman kavramıyla ilgili iki çift laf edip, bunu da “acemi nalbant” misali sözde “filozof” edasıyla aklım sıra neden pazarlamaya kalktım acaba?
Kalktım, hali perişanımla ortaya döküldüm, zira bizim diyarlarda neredeyse hemen her şey, her türlü “halt” dönüp dolaşıp, nihayetinde “zaman tüneli”ne toslayınca, nedense, ne hikmetse tünelin diğer tarafını görmek için nafile yere çırpınıp, duruyoruz...
Yani?
Yanisi, yahnisi, gerisi haftaya Kirvem!..
- Bitmeyen yazı* 05 Nisan 2022 00:14
- ‘Saltanat kayıkları’ meselesi 19 Mart 2022 23:23
- 'Ayıp' meselesi 12 Mart 2022 23:00
- ‘Yamuk beyinler’ meselesi 05 Mart 2022 21:31
- ‘İp ipullah sivri külah’ meselesi 26 Şubat 2022 23:05
- ‘Laklakiyat’ meselesi 19 Şubat 2022 20:45
- ‘Saz çalıp çığırmak’ meselesi 12 Şubat 2022 22:00
- ‘Demirkazık’ meselesi 05 Şubat 2022 23:20
- ‘Minik serçe’ meselesi 30 Ocak 2022 02:15
- ‘Enkaz’ meselesi 23 Ocak 2022 02:43
- ‘Rektifiye’ meselesi 16 Ocak 2022 03:40
- "Aç tavuk" meselesi 09 Ocak 2022 02:30