24 Şubat 2021 23:40

'Terör sorunu!'

Zırhlı araç ve yanında duran kolluk kuvvetleri

Fotoğraf: MA

Paylaş

Türkiye’de “terör”ün günlük politik söylemin değişmez konularından biri, hatta ilk sırada yer alan konusu olması kaç yıl oldu diye bir soru sorulsa ne yanıt verilir? Buna yaklaşık bir öngörüyle 20 ya da 40 yıl diye yanıt vereceklerin çoğunluğu oluşturacağı söylenebilir. Ancak aralıklı da olsa “anarşi, terör ve bölücülük sorunu” içerikli söylev ve cümleler yüzyılı aşkın zamandır, Türkiye’nin burjuva politikasında “vatan ve millet kurtarıcı” hamasetin avcı okunu oluşturuyor. Son 40 yıl ise, bu ürkütücü “bela” üzerine konuşulmadık gün neredeyse yok gibidir. Neden böyledir denirse, yönetici ve egemen erki temsilen konuşanların “başta pkk olmak üzere terör örgütleri”nin varlığını işaret edecekleri besbellidir. Buna hatta “ülkemizi parçalamaya, milletimizi bölmeye çalışan dış mihrakların varlığı” eklemesinde de bulunabilirler.

Bu propagandayı kesintisiz sürdürenlerin en önemli korkularından biri ise, “terörün ve terör örgütlerinin ortaya çıkmasının nedenleri”nin sorulmasıdır. Örnek olsun, şu kadar bin kişinin ölümünden sorumlu tutulan “bölücü terör örgütü pkk nasıl ve neden bu kadar on yıldır varlığını hâlâ sürdürebilmiştir?” sorusunun sorulması ve yanıt aranarak çözümün bu yanıt üzerinden oluşturulması yönündeki akıl yürütmeler ve önermeler günümüz iktidar ayrıcalıklarının en önemli korkusudur. Böylesi sorular yerine ezber bir duanın durmaksızın tekrarı gibi “terörün kökünü kazımak” tan söz ederek asıl nedeni ve durmaksızın kanayıp yüzeye ürün veren “yara”yı gizlemeye/örtmeye çalışırlar. Bu çünkü, sadece yüzlerce milyar liralık kaynağı “terörist” denilenleri imha etmek için dağı-taşı, insan yaşam alanlarını, hayvanların besim kaynaklarıyla barınma bölgelerini yakıp-yıkmaya ayırma eyleminin sorgulanmasına barikat oluşturmuyor, siyasal-iktisadi ve sosyal bir sorunun egemen olmayı ve yönetmeyi sürdürebilir kılma malzemesine dönüştürülmesi politikasında devamlılığı da sağlıyor.

Daha açıkçası şudur: Türkiye’yi yönetenler Kürt sorununun varlığını, özellikle ulusal taleplerle kitlesel hareketliliğin yükseliş dönemlerinde kabullenip “Kürt realitesini kabul ediyoruz, bir çözüm bulacağız, yeter ki ülkemiz bölünmesin” anlamında sözler etmelerine ve Erdoğan döneminde yapıldığı tarzda “çözüm masaları” oluşturup şimdilerde “terörün siyasal temsilcileri” olarak zindan yolu gösterdikleri kimselerle pazarlığa oturmuşlardır. Buna rağmen ama, yüzyıllık bir devamlılık gösteren şekilde Kürt sorununa ilişkin devlet politikası, “Türk milletini oluşturan unsurlardan biri olan Kürtler”in ulusal taleplerinin olamayacağı ve kabul edilemeyeceği şeklinde taşlaşmıştır. Bu politikanın başlıca özelliklerinden biri de, nedenleri, kaynağı değil sonuçları öne çıkarmasıdır. “Kürt sorunu yoktur, terör sorunu vardır, onu da son terörist kalmayana dek savaşarak yok edeceğiz” denmesinin nedenidir bu. Ne ki bu çabanın kök tutması mümkünsüzdür. “Bataklığı kurutma” türü askeri politikalarla yüzbinlerce insanın yerinden edilmesi ve on binleri bulan yok etmelere rağmen mevcut halin devamına itirazlar devam edip bu itiraz milyonları kucaklayacak genişlemeye varıyorsa (“terörün siyasal uzantısı” diye hedefe konan HDP’nin 6 milyonu aşkın oy desteği anımsansın), gece-gündüz “bölücü terör”den söz edip onu yönetme politikalarında araçsallaştırmak, çözümsüzlük devam ediyor demektir. 

Peki çözümün ne olduğu bilinmiyor mu? Kuşkusuz biliniyor. Ancak ondan da korkuluyor! Kürt siyasetinin parlamentodaki temsilcileri olsun, çeşitli diğer Kürt örgütlerinin sözcüleri olsun “hak eşitliği temelinde bölünmeksizin birlikte yaşama” yönündeki istem ve eğilimlerini ortaya koymalarına; ulusal istemlerini “anadilde eğitim ve Kürtçe’nin kamusal yaşamda serbest olması” sınırlarına çekmelerine karşın, bu kadarı da reddedilmektedir. Sonra da dönüp o korkutucu sözcüğe sarılıp seferberlik ilanlarıyla “parça parça edeceğiz” tehditlerine ve “şehitlerin kanı yerde kalmadı kalmayacak” söylemine baş vurulmakta; ABD’nin, ‘Avrupa’nın “teröristleri desteklemesi”nden yakınmalarla şovenizm alevi yükseltilmeye çalışılmaktadır.

Oysa sorunun sorun olarak var ve devamına yol açan inkâr ve imhanın biraradalığıyla devamıdır. Hal böyle olunca da onu istismar eden güçler olacaktır ve vardır. Ulusal istemleri reddedilerek baskı ve zorla sindirilmek istenen halkların durumunun büyük güçler tarafından istismar edilmesi yeni bir olgu değildir.

Bu politikanın en büyük darbeyi yine ezilen ulus ve halklara vurduğu, tarihin kaydettiği bir diğer sonuçtur. Kürt sorununun eşit ulusal haklar temelinde çözümünü kabul etmeyip silah üstünlüğü ve devlet gücüyle boyun eğdirerek boyunduruk altında tutma politikasında ısrar edenler de kurtuluş için emperyalistlerin “himayesi”ne girme eğilimi gösterenler de özgür olamazlar, olmamışlardır. Türkiye’nin ve komşu ülkelerin tüm uluslardan ve ulusal topluluklardan halk kitlelerinin ulusal köken ayrımı gözetmeksizin işbirlikçi tekelci burjuva iktidarlarına ve emperyalist güçlerin dayatmalarına karşı mücadele hattında birleşerek kendilerinin halkçı-devrimci kurtuluş hattında ilerlemelerinden başka kurtarıcı bir yol ve güç olmadığı, bugün çok daha net bir biçimde ortaya çıkmıştır. Egemenlerin ve onların efendilerinin petrol, doğal gaz, akarsu kaynakları üzerine, nüfus ve toprak üzerine çıkar çatışmalarının aleti olmaktan kurtuluşun başkaca yolu bulunmuyor. Yakın ve kendi tarihimiz bunu bir kez daha göstermiş bulunuyor. Kürt, Türk, Arap ve diğer işçi ve emekçiler birleşmelidir! Kürt sorunu dahil tüm toplumsal sorunların çözümü için en önemli gerekliliklerden biri budur.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...