15 Ocak 2021 04:38

Birahaneden Capitol’e …

ABD'de Donal Trump destekçileri Kongre binasını bastı

Fotoğraf: AA

Paylaş

Hitler ilk darbesini 8 Kasım 1923 akşamı Münih’te Bürgerbräukeller isimli bir birahanede yapmıştı. Münih ticaret örgütlerinin düzenlediği gecede konuşma yapmakta olan yerel yöneticilerden von Kahr ve orada bulunan diğer yöneticiler Adolf Hitler ve ona bağlı 600 silahlı Nazi tarafından rehin alındılar. Ludendorf aracılığı ile yerel yönetimle görüşen Hitler’in isteği netti; onların kendisiyle iş birliği yapmasını istiyor, böylece Bavyera dışında da yayılmasının kolay olacağını düşünüyordu. Silahların gölgesinde yapılan görüşmede yerel yöneticiler Hitler’in isteklerini kabul etmiş göründüler. Ancak birahane çıkışında çıkan kargaşada kaçtılar ve ertesi gün Münih merkezine doğru yürüyüşe geçen Hitler ve Ludendorf önderliğindeki hücum taburuna silahla karşılık verdiler, 16 nazi ve 3 polis ölmüş, darbe çökmüştü. Hitler daha sonra tutuklandı ve mahkemeyi faşist propaganda yapmak için bolca kullandı, 5 yıl ceza aldı ama 8 ay yatıp çıktı. Yaklaşık on yıl içinde Nazilerin iktidara geliş süreci zaten biliniyor.

Capitol ise ABD’nin Kongre binası. Seçimlerde hile yapıldığını ısrarla savunan Trump’ın gösteri yapmak için çağırdığı faşist, ırkçı, gerici kitle Kongreye yürüdü ve binaya zorla girerek bir süre orayı işgal etti. Daha sonra muhtemelen işlerin başka bir yöne doğru gitmekte olduğunu gören Trump evlere dönme çağrısı yaptı ve durum şimdilik yatışmış görünüyor. ABD’de ve tüm dünyada artık tartışılan işgalcilere gösterilen hoşgörü ve işlerinin kolaylaştırılması. Trump’ın görev süresi 20 Ocak’ta bitiyor ama buna karşın azil süreci de işletilmiş durumda. Trump muhtemelen bu gelişmelerden dolayı sorumlu tutularak yasal bazı yaptırımlarla da karşı karşıya kalacak. Olup bitenin politik özeti ise bu gelişmelerden sonra Biden’ın koltuğa daha da güçlenmiş olarak oturacağıdır. Biden’ın sorunu ise ABD’nin dünyadaki gücünün zayıflamasıdır.

Bu iki olayı bir arada anmamızın nedeni benzer oldukları ve sonuçlarının aynı olacağını ileri sürmek değil. Aksine ciddi farklılıklar taşıyorlar ve gerek toplumsal gerekse de tarihsel koşullar Almanya ve ABD açısından çok değişik. Bir tarafta o zaman savaştan yenilgi ile çıkmış, her şeyini kaybetmiş, ağır tazminatlara mahkum edilmiş bir Almanya, diğer tarafta bugün eski gücünü yitirmekle birlikte halen dünyanın tek süper gücü olan emperyalist ABD var. Bir tarafta işçi sınıfının ve halkın ayaklanmalarını sosyal demokrasinin ağır ihaneti ile bastıran Almanya, diğer tarafta kriz ve salgın altında ağır sorunlar yaşamakla birlikte yeni bir yönetim seçmiş ve bu yönetimin “Eski güzel günlere dönme” vaadi verdiği ABD var. Bir tarafta kaybettiklerini faşist bir diktaya yönelerek kazanacağını hesaplayan ve sonunda yıkılmış olsa da bunu “başaran” Alman tekelci sermayesi, diğer tarafta diğer ülkelerde faşist yönetimler ve darbeler tezgahlamakta, yönetimleri nasıl olursa olsun sömürüyü ve stratejik çıkarlarını sürdürmekte son derece pragmatist davranan, kendi içerisinde şimdilik faşist bir yönetime ihtiyaç duymayan bir ABD tekelci sermayesi var.

Şu son cümleyi, yani ABD tekelci burjuvazisinin bugün faşizme ihtiyaç duyup duymadığı meselesini biraz irdelemek gerekiyor. ABD’de ırkçı faşist hareketlerin var olduğu, üstelik bunların geçmişe göre biraz daha güçlendikleri bir sır değil. Ancak ABD bugünün kapitalist dünyasında “demokrasinin özgürlüklerin beşiği” olarak öne çıkmış, bu niteliği ve ekonomik ve askeri gücüyle batılı ve doğulu müttefiklerine liderlik yapmış, bugünün dünyasında içindeki çelişkiler yoğunlaşmakla birlikte sınırları, hukuku ve kuralları belirlenmiş tek askeri ittifakına -NATO- liderlik yapan bir ülke. Bu niteliği ile ABD “yumuşak ve sert gücünü” kullanma olanağına sahip. ABD’nin emperyalist burjuvazisinin bugün içeride faşist bir yönetim kurmayı istemek için bir nedeni bulunmuyor. Ama aynı emperyalist burjuvazinin yönetimleri baskı altında tutmak, stratejik hedeflerden sapmalarını önlemek için diğer şeylerin yanı sıra yedekte tuttuğu faşist bir harekete ihtiyaç duyduğu da bir gerçektir.

Faşizm emperyalizm çağında ortaya çıkmış bir yönetim biçimidir. Faşist diktatörlüklerin kurulması süreci her ülkede farklı olduğu gibi, bu diktatörlükler kurulduktan sonra o ülkedeki politik koşullarda birbirlerinden oldukça farklılıklar gösterebilmektedir. Bir ülkede parlamentolar dağıtılırken diğer bir ülkede göstermelik varlığına tahammül edilebilir, ama eğilimi tümüyle kaldırmak yönündedir vb. Faşizm genel olarak bütün demokratik hak ve özgürlükleri ortadan kaldırmaya yönelirken, bazı ülkelerde muhalif güçlerin durumuna bağlı olarak bunları tümüyle ortadan kaldıramayabilir vb. Bunlar devrim ile karşı-devrim arasındaki karşılıklı mücadelenin seyrine bağlıdır ve sınıf mücadelesinin gelişim koşulları tayin edici öneme sahiptir. Altının önemle çizilmesi gerek diğer gerçek de şudur; faşist diktatörlüklerde zaten devlete sınıfsal olarak egemen olan tekelci sermayenin, ya da iş birlikçi tekelci sermayenin sınıfsal egemenliğinde bir değişim olmaz. Olağan dönemde devlette etkin olan tekelci gruplar, aynı anda faşist bir yönetim biçimi isteyip istememelerinden bağımsız olarak, faşist bir yönetim biçiminde de güçleri oranında egemen durumda bulunurlar. Değişen devletin biçimidir. En iriler yine aslan payına sahiptir ve genel olarak kısa sürede hepsi anlaşacakları bir noktaya varırlar. Bunlar dikkate alınınca en irilerin işler sarpa sarmaya başlayınca en saldırgan ve faşist politikalara yol vermesinde şaşılacak bir yan bulunmuyor.

Şimdi yeniden ABD’ye dönelim; ABD güdük de olsa bir burjuva demokrasisine sahiptir. Bu güdüklük sadece ABD’ye özgü de değildir. Emperyalist ülkelerin merkezleri genel olarak böyledir. Çünkü kapitalizmin serbest rekabetçi dönemi ve onun üstyapısı olan burjuva demokrasisi emperyalizm döneminde yerini tekelci kapitalizme ve siyasi gericiliğe bırakmıştır. Devletin sınıfsal karakteri de burjuva sınıfın genel egemenliğinden, tekelci grupların oligarşik egemenliğine doğru daralmıştır. Tekeller genelde siyasi gericiliği güçlendirme yönünde ilerler ve giderek her adımda burjuva demokrasisi kırpılır ve güdükleştirilir. Ama burada işçi sınıfının ve halk kitlelerinin tarihsel kazanımları koruma eğilimleri ve mücadelesi devreye girer ve sonuçta bugünkü siyasi yapılar, yani güdükleştirilmiş, budanmış demokrasiler ortaya çıkar. ABD de tüm dünyada bu demokrasinin koruyucusu ve kollayıcısı olma -özünde emperyalizmi ve tekelleri koruma- pozisyonu ile hareket eder. ABD egemen sınıfları da başkanların -hareket alanları kısıtlıdır- kişiliklerinden bağımsız olarak emperyalist egemenliği koruyup geliştirmeyi hedefleyen genel politikalara sahiptir. Bugün içeride ve dışarıda demokrasi görüntüsü bu çıkarlarla sadece uyuşma halinde değildir, aynı zamanda onların gerekçesi ve güvencesi durumundadır. Dünya çapında emperyalist kamplaşmanın ilerlemesi ve işlerin açık çatışmalara dönüşmesi durumunda neler olacağı ise bu gelişmenin koşullarına bağlıdır. Ama şimdilik genel tablo böyledir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...