09 Ocak 2021 23:19

Film gibi bir yılın ardından distopik senaryolar

Kameraman (sağda)

Fotoğraf: DHA/Arşiv

PAZAR
Paylaş

2020 ile birlikte “Başımıza daha ne gelebilir ki?” cümlesinin manası değişti.

Eskiden bu kalıbı “Sıramızı savmışızdır artık, bundan beteri de olmaz canım” diye kullanırdık.

Şimdi “Büyük düşün, aklına daha önce gelmemiş ne felaket varsa o da sırasını bekliyordur elbette” anlamına geliyor.

Distopik filmleri izlerken “Kesin bu da yaşanır” diye bir his geliyor artık.

Ben yeni senaryolar hayal ederken belki de geçmişte izlediklerimden etkileniyorumdur. Okurken “Hadi canım sen de, abartma” diyebilirsiniz ama bir an arkanıza yaslanıp düşününce çok da absürt olmadığını fark edeceksiniz.

MESELA İŞTE BİR SENARYO: 

Covid- 19 ile mücadelede aşılama ile zafer kazandığını düşünen toplumlarda yönetimler, toplumun yüzde 65’i aşılanana kadar tedbirleri elden bırakmamak konusunda insanları uyarmaya çalışırken mutasyon geçiren virüs eskisinden daha bulaşıcı ve daha sert bir dalga ile geri gelir.

Bilim insanları, bez maskeler artık yeterli değil açıklaması yapar. İnsanlar gaz maskesi ve tulum ile gezmek zorundadır. Ve pek çok rejim, bu imkanları halka sağlamaktan acizdir.

Parası olan kendini koruyacak, yoksul halk ise virüsten kırılacaktır.

Patronlar ve iktidar, ihtiyaçların karşılanması için üretimde çalışan işçileri, virüs ile karşılaşmalarını önlemek için fabrikaların yanında kurulan kamplarda kalmaya zorlar. Ekonomi tüm dünyada çökmüşken işçilerin emeği sömürülmekte, ücretler ödenmemekte, rejim “Yemeğiniz var, yatacak yeriniz var, hastalık riskinizi eledik, daha ne?” şeklinde açıklamalar yapmaktadır. Sevdiklerinin kayıplarını öğrendiklerinde kamplardan kaçmalarını önlemek için işçilerin aileleri ile görüşmeleri engellenir. Kamplarda telefon ve internet yasaktır.

Bu tutsaklık büyük bir isyana sebep olur. Milyonlarca işçi tüm şehirlerde kitlesel olarak sokaklara dökülmüş, zenginler kendilerini korumak için silahlanmış ve kapılarının arkasına barikatlar kurmuştur. Ve hiçbir şekilde gıdaya erişimleri kalmamıştır. Hastaneye ulaşmaya çalışmak bile ayrıcalıklı sınıf için bir risktir. Üretim artık tamamen durmuştur. Hastaneler özel kıyafetleri içindeki kolluk kuvvetleri tarafından ağır silahlarla korunmaktadır.

Herhangi bir devlet hastanesinde yer bulabilmek bile için bile bir ev parasını gözden çıkarmak gerekmektedir. 

Yoksulların cenazeleri evlerinin önünde, kefen yerine streç filmlere sarılmış şekilde sokaklarda beklediğinden artık camları açmak bile virüsle muhatap olmak anlamına gelir.

Bu durum beklenmedik bir sonuç ortaya çıkarır. Milyonlarca dar gelirli hayatını kaybetmiştir ancak sağ kalanların virüse bağışıklık kazandığı anlaşılır.

Ancak bu bağışıklık sadece süreç içerisinde ara ara virüse muhatap olan işçi emekçilerde gelişmiş, baştan beri kendisini dört duvar arasına kapatıp virüsle hiç muhatap olmayan kesimde virüsün öldürücülüğü artmıştır. Durum tersine döner.

Varsıllar evlerinde kıtlıkla baş başa tutsak kalmışlar, gıdaya erişim için geçmişte bir şekil diyalogları olan emekçi kesimden iyilik dilenmektedirler.

Hayat işçi ve emekçiler için dışarıda normale dönmeye başlamış, bağışıklığa sahip olduğunu fark edenler fabrikaların şalterini kaldırmış, halk için üretime başlamışlardır. Lojistik işçileri gönüllü dağıtıma çıkmış, Sınıf Tanımayan Hekimler isimli oluşum, üretime açılmasına gerek duyulmayan tesislerde ve artık boş olan depolarda sahra hastaneleri kurup diğer tedavilere başlamış, eğitime açılamayan yüksek ücretli kolejlere halk tarafından el konulmuş, kapıları semt çocuklarına açılmış, atanamayan öğretmenler gönüllü olarak ders vermeye başlamışlardır.

Kolluk kuvvetleri başlarda maskelerinin belli bir süre sonra işlevsiz kalmasından, tulumlarının yırtılmasından ve virüsle temas etmekten endişe ettikleri için çatışmaya girmekten kaçınmış ancak bir süre sonra yeni sistemin işlediğini ve rejimin müdahale edemeyeceğini görerek müdahaleden uzak durmaktadırlar.

Kapitalizm, totaliter, otoriter rejimler tüm dünyada bu şekilde çökmeye başlar. Yeni sistem Antik Yunan forumlarına benzer yerel yönetimlerin inisiyatifinde ezberlerin ötesinde bir şekilde kurulmaktadır.

BİR DİĞER SENARYO:

Ülkeler aşılamaya geçmiştir. Toplumun yüzde 75’ini aşılayan ülkeler tedbirleri gevşetmeye, hayatı normale döndürmeye başlamıştır ki virüs ikinci dalga ile bu sefer beyaz ırkı vurur.

Yaygın aşıya ulaşamayan Afrika ülkelerinin büyük bölümü aşılama süresince çok fazla insan kaybetmiş ancak kalanlar farklı bir bağışıklık geliştirmiş ve yeni virüs de buralardan sızmıştır.

Bu sefer virüs karşısında gen önem kazanmıştır, melezlerin sağ kurtulma oranları bile DNA’sında beyaz ırk ağırlıklı olanlara göre daha yüksektir. Bir araştırma da heteroseksüellerin daha dayanıksız olduğunu, hemcins florasına maruz kalmanın bir nevi bağışıklığa sebep olduğunu göstermiştir. Ari olan ne varsa darbe yemektedir.

Üstelik eski aşılar bu yeni tip virüse karşı yetersiz kalmıştır. 

Amerika’da senatörler, kongre üyeleri ve hatta Forbes ilk 500 listesindeki isimlerden Latin ve Afrikalı geni taşımayanlar peş peşe hayatlarını kaybetmektedir. 

Şirketler ayakta kalabilmek için hızlı şekilde genetik olarak güçlü buldukları yöneticileri atamaya başlarlar. Aynı şekilde yargı dahil tüm kurum ve kuruluşlarda da şimdiye kadar ayrımcılık sebebi ile atanamamışlar koltukları hızla doldurmaya başlar.

Yeni aşı çalışmaları tüm hızıyla bu sefer Afrika, Hindistan ve Ortadoğu’da devam etmektedir.

Bu; sınırların yıkılmasına, yüzlerce yıllık eşitlik mücadelesinin inanılmaz bir ivme ile gerçekleşmesine sebep olacaktır.

YA DA ŞÖYLE BİR SENARYO:

2021 kışı bütün ülkelerde sokağa çıkma yasaklarıyla evlerde geçerken doğal afetler hız kazanmaya başlar.

Tsunami, tufan, fırtına, girdaplar, sel, devasa büyüklükte dolu yağışı pek çok ülkeyi peşi sıra vurmaya başlar.

Yardım çalışmaları salgın yüzünden tam randımanlı yapılamamakta, müdahale edilemeyen yaralılardan, toplanamayan cesetlerden dolayı virüs çok daha hızlı yayılmaktadır.

Bir bilim insanı kimsenin aklına gelmeyen bir korelasyonu ortaya çıkarır: Virüs karbonla büyümekte ve ölümcüllüğü artmaktadır. 

Yeni Zelanda, ülkede virüs taşıyıcısı kalmamasına dair verileri açıklarken aldığı önlemlerin benzerlerinden tek farkının karbon emisyonu ile ilgili aldıkları karar ve sera gazı salınımını durdurmaları olduğu ortaya çıkar.

İklim krizi insanlığı beklediğinden çok farklı bir yerden vurmuştur.

Paris Antlaşması’na dahi imzacı ya da taraf olmayı beklemeden ülkeler hızla otomobil kullanımını yasaklamaya başlarlar.

Güneş enerjisi sanayide zorunlu hale getirilir, aksi halde tesisler mühürlenecektir. Gemi ve tren ulaşımı önem kazanırken uçak seferleri tüm dünyada sadece sağlık amaçlı olması kaydı ile sınırlı sefere indirgenmiştir.

Büyükbaş hayvancılık sınırlandırılır. Hayvanların üretimi kontrol altına alınır, tüketim amaçlı üretimleri zaten yasaklanmıştır.

Petrol ve doğal gaz önemini bir anda yitirir. Bu tüm dünyada ekonomik dengeleri değiştirmiştir. Ticaret de yön değiştirmiş, pek çok ülke tarım politikalarına ağırlık vererek kendi kendine yetebilme hedefi koymuştur. Tüketim çağından hızla çıkılmış, geri dönüşüm ve paylaşım ekonomisi toplumlarda şaşırtıcı sürede yerleşmiştir.

Bunların tamamı 2 yıl gibi kısa bir sürede ancak dünya nüfusunun yarıya yakını kaybedilerek gerçekleşir.

2071 yılı tarih kitapları büyük bir bölüm ayırdığı bu döneme “Doğanın İntikam Çağı” adını verecektir.

BU FİLM, GERİLİM VE AKSİYON İÇERİYOR OLABİLİR AMA GURURLU VE MUTLU BİR SONLA DA BİTEBİLİR

Distopik filmler “Ve herkes öldü, dünya da yok oldu” diye bitmez.

Salgının başında ulus devletin, otoriter, totaliter rejimlerin güçlenebileceğini konuşuyorduk. Ve tehlikeli olabileceğinden endişe ediyorduk.

Oysa tüm dünyada salgın uzadıkça, yönetimler yetersiz kaldıkça bu süreç, beklenenden hızlı şekilde tersine dönüyor.

Bu sınavda başarısı ile göz dolduran liderlerin çoğu kadın. Uzun süredir yeni vaka görülmeyen Yeni Zelanda başbakanı ise dört ilaç şirketi ile anlaşıp Avustralya ile birlikte talep etmeleri durumunda Pasifikteki diğer ada ülkelerine ücretsiz dağıtmayı hedeflediklerini açıkladı.

İşçi Partisinin kadın lideri, salgının en iyi sınavını veriyor.

Afrika’daki açlığı görmeyen dünyanın bu sefer Afrika’yı görmezden gelme şansı yok. Bu sefer gerçekten kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz.

2021’den sükunet bekleyemeyeceğimiz ilk haftasında belli oldu, o zaman biz de dünyanın tüm ezilenleri için zafer bekleyelim.

Bu film, gerilim ve aksiyon içeriyor olabilir ama gururlu ve mutlu bir sonla da bitebilir.

Sağlıklı pazarlar dilerim.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...