05 Aralık 2020 23:34

Semer vurulacak sırtımız, gam yükü taşıyacak ciğerimiz kalmamıştır

Yoksul bir emeklinin elinde bozuk para var

Fotoğraf: Pixabay

PAZAR
Paylaş

Bundan dokuz ay önce, ilk kez evde kal kampanyaları başladığında işe gitmek zorunda kalanlar için iktidarı uyarıyor, destek çağrıları yapıyor, İspanya’dan, ABD’den, İtalya’dan ağlayan sağlık emekçilerini paylaşıp sonumuz böyle olmasın diyorduk.

Evde kalma şansı olanlar, yine yurt dışı örneklerinden feyzalıyordu. Balkonlarda şarkılar söyleniyor, sağlıkçılara alkışlı destek eylemleri yapılıyor, iş hayatında evden çalışma ile temelli bir değişim mi olacak, dijital nereye varacak konularında online seminerler düzenleniyor, herkes ekmek pişiriyor, kurumlar arşivlerini ücretsiz açıyor, Instagram’da canlı yayınlar hiç bitmiyordu.

Dokuz ayın sonunda korktuğumuz her şey başımıza geldi. Çok sağlıkçı kaybettik, yoğun bakımlarda yer kalmadı, gerçek verilerin saklandığı açıkça ortaya çıktı, yeniden evde kalmak için artık bunu bir fırsata çevirme motivasyonumuz yok, vazgeçtik kişisel gelişmekten sadece devasa bir korku var.

Bu süreçte siyasi gelişmeler, hak ihlalleri, tedbirsizlik dışında tek bir konuda büyük bir tartışma yürütmeyi başardık: Bir Başkadır dizisi.

Bana dizi hakkındaki gerek sinematografik gerek sosyolojik, psikolojik yorumları okumak iyi geldi. Sonuçta bambaşka bir gündemdi, alışılmışın dışında.

Öte yandan geçmişi düşündüm. Bu ülke bize hiçbir zaman cennet bahçesi vadetmedi. Bizler de ne bir gecede cahil kaldık ne de bir anda duyarsızlaştık.

Ama ya kötülük süreç içinde fazlasıyla sokağa indi ya da dijitalleşme kötülüğü fazlasıyla görünür kıldı. Bunu önce dizi eleştirileri üzerine düşündüm.

Eskiden de ülkenin çoğunun izlediği diziler olurdu, heyecanla beklediği filmler. Ama eleştirilerimiz böyle olmazdı.

Düşünsenize: Bizimkiler, Kaygısızlar, Perihan Abla, Süper Baba, İkinci Bahar, Arka Sıradakiler, Çemberimde Gül Oya, Hatırla Sevgili...

Tamamında toplumun farklı sınıfları, farklı ideolojik görüşlere sahip insanlar, aralarındaki ilişkiler, ülke tarihi anlatıldı.

Ama biz genel olarak sever, ekseriyetle över, yeni bölümlerini hep birlikte heyecanla beklerdik.

Sair insanlar olarak sinematografi, kurgu, oyunculuk ekolleri üzerine ahkam kesmez, birbirimize tüylerimizi diken diken eden ya da gözlerimizden yaş gelene kadar güldüren sahneleri anlatırdık.

Şimdi bir diziyi eleştirirken emeğe saygısı hiç yokmuşçasına, hakaretamize varan ifadelerle, üstenci ahkamlar kesen sıradan insanları görmek şaşırttı.

Bu dili nasıl da bu kadar pervasız kullanır olmuşuz. Kötücülleşiyoruz, üzüm üzüme baka baka kararıyor.

Geçmiş bu dizilerde bir şekilde hep mahalli bir dayanışma olurdu ve yoksulluk hakir görülmezdi. Gerçek yaşamda da öyle. Yaşar Usta tiradıyla büyümüştük zira.

Pandemi mahalli dayanışmayı artırmıştı. Devletin SMS ile bağış kampanyası üzerine yaptığı milyonluk konser etkinliği de göstermişti ki çıkar yol ancak halden anlayan halktaydı. Dayanışıldı. Ama süreç, gücü olanın da gücünü eritti. Mekanların birden kapatılmasıyla yine milyonlarca insan bir gecede işsiz kaldı. Her geçen gün yoksul sayısı korkunç bir hızla artıyor. Yoksulu sahiplenmek ve hayatta tutmaya çalışmak yerine yaşadıklarımız gösteriyor ki hayata bir başına tutunmaya çalışan yoksul bile cezalandırılıyor.

Sadece bu hafta gözüme çarpan üç haber: “Zabıta, babasının balık tezgahına el koyarken 9 yaşındaki çocuğun boğazını sıkarak ‘Devleti de zabıtayı da tanıyacaksın’ dedi.” “Esenyurt’ta zabıta, seyyar yumurta satan kadınların yumurtalarını kırdı.” “Bursa’da evi olmadığı için çocuğuyla birlikte otomobilde yaşadığını söyleyen vatandaşa kısıtlamayı ihlal ettiği gerekçesiyle 3 bin 186 TL para cezası uygulandı. Sürücüye ayrıca ehliyeti olmadığı için 2 bin 473 TL, otomobilin sigortası olmaması nedeniyle 132 TL, otomobilin muayenesi olmaması nedeniyle 288 TL olmak üzere toplamda 2 bin 893 TL daha ceza yazıldı.

Otomobili çekiciyle otoparka çekilen M.T, çocuğunu da alarak, yürüyerek uzaklaştı.”

Yoksulluğun cezası bitmiyor. Kötülük sokağa çoktan indi. Yoksula merhamet ve sadaka talebi değil bu yazdığım, emeğe ve hayatta kalma çabasına saygı, destek ve anlayış beklenir. Kimse tezgahta yumurta, balık, simit sattı diye devletin bekasına zarar veremez. Eğer halk sağlığını tehdit eden bir durum varsa, önce yaşamı tehdit altındaki bu insanlara çare bulunması gerekir. Zabıta ve kolluk sadece bir cezalandırma kurumu olmaktan çıkıp devletin diğer kurumları ile koordineli çalışmalı. Birinin elinden geçim kapısı alınacaksa yerine bir yoksulluk belgesi ve sosyal yardım verilmeli. Çaresiz insanı bir de umutsuz bırakmak hangi insanlığa sığıyor? Yatacak yerim yok diyen adamı çocuğuyla bir aracına el koyup sokağa salmak devletin hangi yasalarını korumak anlamına geliyor? Kurtuldu mu böylece kurumlarınız, kurallarınız, toplumsal düzeniniz?

Öte yandan madalyonun öbür yüzü bambaşka bir dünyadan bahsediyordu. Yine sadece bu haftanın öne çıkan birkaç başlığı:

Cumhurbaşkanı açıklaması:

“Koronavirüs salgını kapsamında bugüne kadar 156 ülkeye ve 9 uluslararası kuruluşa yardım sağladık. Salgın nedeniyle ekonomik sıkıntılarla karşı karşıya kalan bazı ülkelere bütçe desteği vermeye çalışıyoruz”

İletişim Başkanı Fahrettin Altun kendi tabiri ile “Türkiye’den dünyanın her yerine uzanan şefkat elimiz, Anadolu kıtasının göğsündeki merhamet çınarımız Türk Kızılay’ın söyleşisinde” bir video yayımladı:

Türkiye olarak yaradılanı Yaradan’dan ötürü severek her zaman ırkçılık ve faşizm gibi hastalıklardan azade olduk.

Bir diğer haber de şuydu:

“Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan kararıyla hükümete yakın İş İnsanı Ethem Sancak’ın yeğeni Murat Sancak’a ait şirkete İstanbul’da 172 bin metrekarelik arsa tahsis edildi.”

17-25 Aralık, Reza Zarrab, Zindaşti davaları vs. neler gördük, duyduk. Ama insana pandemi yüzünden insanlar iyice dibe vurmuşken, bunca çaresizlik içinde yoksula vurulan tekme çok ağır geliyor.

Bir baba figürü gibi konumladılar başkanı en başından beri. Ortadoğu insanının baba figürü “Döver de sever de ama sonuçta eve ekmek getirendir, saygı duyacaksın, hürmette kusur etmeyeceksin”dir dediler.

Bağırdı, çağırdı, azarladı. Size hesap mı vereceğim dedi. Haydi bu da kurdukları baba algısına uygundu diyelim ama kim aç evlatlarının önünden aldığı yemeği hiç bilmediği birinin önüne koyar ki?

Sanki artık evlatların sofrayı dağıtma vakti geldi, çoğu da bunun farkında.

Muhalif partiler asgari ücret taleplerinde el artırıyor, 3 olsun 5 olsun 8 olsun.

Olsun gözüm olsun, yoksulluk sınırı 8 bin 198 TL olmuşsa ver gelsin 10 bin olsun, insanca yaşam yoksulluk sınırına erişmek değil, üzerine çıkabilmektir.

Ama derhal şunlara çalışmak gerekmez mi:

Son 20 yıldaki usulsüz ihaleler kapsamı peşkeş çekilen arazi, bina, işletme vs. bedelleri nedir, kimlerden nasıl geri tahsis edilecek, hukuki süreç nasıl yürütülecek?

Vakıflara devredilenler nelerdir, nasıl geri alınacak?

Sebepsiz zenginleşmede kayıt dışı kişisel varlıklar nasıl tespit edilecek? Bunların faizi ile iadesi mümkün olacak mı?

Ve gözümüzün önünde cereyan eden yoksulluğun cezalandırılması vakalarında, el verip dayanışmak bir yana asıl yapmamız gereken artık bu yükü gerçek sorumlunun üzerine yıkmak değil mi?

Semer vurulacak sırtımız, gam yükü taşıyabilecek ciğerimiz kaldı mı?

Hep mi biz ödeyeceğiz hesabı, hesap sormak için şimdiden bir matematik hesabına girmek gerekmez mi?

20 yılda kime, nereye cebimizden kaç para gitti dizisi yerine neyi nasıl geri alacağızı çekse birileri, eski günlerdeki gibi, hepimiz beğenerek izlemez, yeni bölümünü heyecanla, merakla beklemez miydik?

Boğazımıza kadar yoksulluğa battık, sadece nefes almak için değil, halkın çoğunun başı onurundan dimdik. İşçiler dört koldan direnişe kalktı.

Çözüm önerileri dinamo olur.

Dilerim bir gün hepimizin ortak alkışını alacak bu iş gerçek olur.

Herkesin yaşamsal ihtiyaçlarını karşılayabildiği ve 156 ülkeden önce kapı komşusunun da tok uyuduğunu bilmenin gururunu ve huzurunu paylaştığı bir ülke hayaliyle iyi pazarlar dilerim.

Son bir not: Sayın İletişim Başkanı, Anadolu bir kıta değildir.

Ve yaradılanı Yaradan’dan ötürü sevmeseniz de olur. Vatandaştır, sorumluluğumuzdur deyip görevinizi yapsanız bize yeter.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...