‘Benim halkım, benim milletim’ meselesi (1)
Fotoğraf: DHA
Kirvem,
Ülkemizin sathında hemen her gün şu veya bu nedenlerle gelişen irili ufaklı kimi meselelerin üstesinden gelip, dolayısıyla defterlerimizden silmek için gayret ederken, diğer yandan da nereden, nasıl peydahlandığını tam da anlayamadığımız yeni bir mesele ile karşılaşınca, bu kez de milletçe kara bahtımıza, kem talihimize ister istemez veryansın edip duruyoruz...
Aslında daha henüz meselelerimizden birinin boynunu, boynuzunu kırıp tam anlamıyla yer ile yeksan etmeden, bu arada tıpkı “davetsiz misafir” misali ansızın kapımızı çalan, yepyeni problemler dizisiyle yüz yüze, burun buruna gelince, yine aynı minvalde yakınıp, hemen akabinde de her zamanki gibi alın yazımızdan şikayet ediyoruz...
Kara bahtımızı, kem talihimizi, alın yazımızı oluşturan bu üçgenin labirentleri arasında elimizdeki tespihler eşliğinde volta ata ata, döne döne, turlaya turlaya eninde sonunda gele gele, gide gide hep aynı noktada, aynı çember, aynı fasit daire içinde çakılıp kaldığımızı görünce, nedense, ne hikmetse yine milletçe aynı nakaratı tutturuyoruz:
“Karadır bu bahtım kara...”
Ezelden beri zihinlerimize sanki bir nevi nal mıhı gibi çakılmış olan bu kara bahtımız, kem talihimiz veya alın yazımız üçlemesi, acaba dillerden dillere dolaşan bir hikaye, bir masal veya bir “efsane” midir, yoksa gerçekten de yüceler yücesi ulu Tanrı’nın alınlarımıza kim bilir hangi harflerle kazıyıp, hangi sabit kalemle özenip bezenerek yazıp, sonra da yalnız başına tek celsede verdiği bir “ferman” mıdır acaba?
Bunu, bu sorunun cevabını örümcek yuvasından farksız bu garip aklımla kendi payıma çözemedim ama, diğer taraftan da memleketimizde bir türlü rayına oturmadığı gibi, tam aksine her geçen günün ardından giderek artan meselelerimizin tıpkı şarkılarda, tamburlarda terennüm bulan ifadesiyle “Bir kördüğüm ki içim çözdükçe dolaşıyor” noktasına hangi nedenlerle gelip dayandığını, nihayetinde de bir kördüğüme niçin dönüştüğünü de bir türlü anlayamadım vesselam!
Mesela devletimizin tepesindeki maroken koltuklarından birine kurulup oturmak için seçim meydanlarında birbirinin peşi sıra dizdikleri katarlar dolusu vaatleri, milli içkimiz “ayran” misali lıkır lıkır içtikleri yeminleri, daha henüz seçildikleri ilk günden itibaren unutan “muhterem” zevatın; hesapsız, kitapsız icraatları, attıkları yanlış, yampiri adımlar yüzünden geri teptiğinde, bunun sorumluluğunu dürüstçe, mertçe kabullenmek yerine, anında bir tornistanla meselenin içinden tıpkı klasik deyimiyle tereyağından kıl çekercesine sıyrılıp, böylece kendilerini güya temize havale edip, dolayısıyla bunun ceremesini vatandaşların sırtına yüklemeleri, acaba alnımızın cezası veya bahtımızın kara yazısı mıdır?
No, çünkü hemen neredeyse hepsi de tilkilere bile taş çıkartabilecek kertede “kurnaz”ca yaklaşımlarla siyaset arenasında koşuşturup duran bu “usta” jokeylerin, her fırsatta tıpkı eski, cızırtılı plakları andırırcasına zırt pırt dillendirip durdukları “Benin halkım, benim milletim...” lafazanlıklarının miadı, özüme kalırsa gari doldu veya tedavülden kalkmak üzere...
Neden?
Nedenini haftaya konuşalım Kirvem!..
- Bitmeyen yazı* 05 Nisan 2022 00:14
- ‘Saltanat kayıkları’ meselesi 19 Mart 2022 23:23
- 'Ayıp' meselesi 12 Mart 2022 23:00
- ‘Yamuk beyinler’ meselesi 05 Mart 2022 21:31
- ‘İp ipullah sivri külah’ meselesi 26 Şubat 2022 23:05
- ‘Laklakiyat’ meselesi 19 Şubat 2022 20:45
- ‘Saz çalıp çığırmak’ meselesi 12 Şubat 2022 22:00
- ‘Demirkazık’ meselesi 05 Şubat 2022 23:20
- ‘Minik serçe’ meselesi 30 Ocak 2022 02:15
- ‘Enkaz’ meselesi 23 Ocak 2022 02:43
- ‘Rektifiye’ meselesi 16 Ocak 2022 03:40
- "Aç tavuk" meselesi 09 Ocak 2022 02:30