Yolsuzluk, yoksulluk, isyan
Arşiv | Fotoğraf: Johnattan Rupire/Wikimedia Commons (CC BY-SA 4.0)
Geniş çaplı sokak hareketleri, polis ve protestocular arasındaki çatışmalar ve bir hafta içine sığan üç devlet başkanı. Peru, sert bir türbülansın içinden geçmiş gibi. 2018’de Dönemin Devlet Başkanı Pablo Kuczynski’nin meşhur Odebrecht skandalı neticesinde istifaya mecbur kalmasından bu yana devam eden siyasal çalkantı, salgının derinleştirdiği ekonomik krizle birlikte toplumsal patlamanın fitilini ateşlemiş bulunuyor.
Aslında Peru’daki mevcut durumu anlamak için biraz geriye, zamanın devlet başkanı Alberto Fujimori’nin 1992’de gerçekleştirdiği ve otodarbe olarak adlandırılan döneme gitmek gerekiyor. 1990’larda ülke ekonomisi hiperenflasyon ile karşı karşıyayken, senato ve temsilciler meclisinde çoğunluğa sahip olamayan Devlet Başkanı Fujimori, kongreyi terör ile mücadeleyi aksatmak ve ekonomik reformları engellemek ile suçlayarak feshetmişti. Anayasal olmayan, ancak silahlı kuvvetlerin tam desteği ile alınan bu karar sonrasında Fujimori olağanüstü hal hükümeti kurmuş, yargı organını yeniden yapılandırma yoluna gitmiş ve Anayasa’yı değiştirmek üzere kurucu meclis seçimlerine gitmişti. 1993’te gerekli anayasal değişikliği sağlayan Fujimori hem tekrar seçilebilmenin yolunu açmış hem de yürütmenin yargı üzerindeki egemenliğini güçlendirmişti. Fujimori’nin bu stratejisi ekonomik kriz, siyasal çalkantı ve terörle mücadeleden kitlelerin büyük çoğunluğu tarafından da destek görmüştü.
Bu tarihten itibaren Peru, Fujimori ailesinin tepesinde bulunduğu kurumsallaşmış yolsuzluğun siyaseti şekillendirdiği ve yolsuzluğun önünde yasal olarak neredeyse hiçbir engelin olmadığı bir ülke haline gelmiştir. Aynı zamanda ülke içerisinde var olan bölgesel eşitsizlikler de Fujimori Anayasası ile konsolide olmuştur. Kıyı bölgelerindeki seçkinlerin zenginliğinin, Amazonlar ve And Dağları bölgelerinin doğal kaynakları ve madenlerinin küresel sermayeye yağmalatılması ile çoğaldığı bir bölgesel iş bölümü Fujimorist neoliberal programın temelini oluşturmuştur. Siyasal partiler ve örgütler pastadan pay almaya çalışanların birbiri ile mücadele ettiği, ittifaklar ve transferler ile rüşvet ve kayırmacılığın kol gezdiği mekanizmalar haline gelirken, toplumun büyük bir kısmı yoksulluğa ve enformel sektöre yönelmiş, siyasetten uzaklaşmıştır.
2000 yılında üçüncü başkanlık dönemine hazırlanan Fujimori’nin kongre üyelerine rüşvet verdiğini ortaya çıkaran videolu yolsuzluk skandalı ile ülkeyi terk etmek zorunda kalması ve istifasını Tokyo’dan faks ile göndermesi sonrasında geçtiğimiz yirmi sene içerisinde göreve gelen başkanların tamamının yolsuzluk skandalları ile ya yurt dışına kaçmak zorunda kalması ya intihar etmiş olması ya da ev hapsinde bulunması bu politik yapı ile doğrudan bağlantılıdır. 2018’de istifa eden Kuczynski’den sonra göreve gelen Martin Vizcarra’nın da seçimlere beş ay kala kongre tarafından ‘kalıcı ahlaki yetersizlik’ dolayısıyla görevden alınması da bu sürecin devamı niteliğindedir.
Tüm bu süreçte biriken toplumsal tepki ise Vizcarra’nın görevden alınması ile patlamaya dönüşmüştür. Vizcarra’nın yerine kongre tarafından atanan Manuel Merino’ya karşı başlayan sokak gösterileri geçiş hükümeti tarafından şiddetle bastırılmaya çalışılsa da iki gencin hayatını kaybettiği yüzlerce kişinin yaralandığı sokak hareketleri yeni başkanın da bir haftayı geçmeden istifa etmesine sebep olmuştur. Sokak gösterileri Vizcarra’yı desteklemekten çok kongrenin seçimlere beş ay gibi bir süre varken ve salgınla mücadele asıl büyük sorunu oluşturmaktayken çıkar savaşlarına girmiş bulunan siyasi partilere karşı bir tepkiyi yansıtmaktadır. Kongredeki bazı siyasi partiler yargıya müdahale etmek ve Vizcarra’nın salgına karşı aldığı ve bazı sermaye gruplarının çıkarlarına ters düşen kararları değiştirmek için bu kararı almış gözükmektedir. Protestoların bu karara karşı çıkmasındaki asıl motivasyonun ülkedeki çürümüş siyasal yapının değişmesi ve Fujimori Anayasası’nı kaldıracak bir kurucu Meclis oluşturulması yönünde olduğunun altı çizilmesi gerekmektedir.
Geçtiğimiz sonbaharda Şili’den, Kolombiya’ya, Ekvador’dan, Bolivya’ya yaşanan toplumsal hareketlilik, geç te olsa Peru’ya da sıçramış bulunuyor. Yasama, yürütme ve yargıya karşı sıfıra yaklaşan güven, salgınla kötü bir mücadele ve derinleşen ekonomik kriz, özellikle gençlerin toplumsal mücadelenin ön saflarına geçmesini ve bölgedeki diğer örneklere benzer talepleri dile getirmelerini beraberinde getirmiştir. Bu toplumsal muhalefetin sonuç alması ve siyasi aktörleri çaresiz bırakmış olması ise gerçekten umut vericidir.
- Chavez'in gölgesinde genel seçimler 18 Mart 2024 05:00
- Güvenlikçiliğin gizemli çekiciliği 04 Mart 2024 04:30
- Tempus Veritatis 19 Şubat 2024 04:45
- Küba’dan Arjantin’e bölgeden notlar 05 Şubat 2024 04:10
- Milei'in birinci ayı 22 Ocak 2024 04:35
- Gelgitler arasında ABD-Venezuela ilişkileri 08 Ocak 2024 04:30
- Yeni yıla girerken Latin Amerika... 25 Aralık 2023 04:22
- Maduro’nun Guyana seferi 04 Aralık 2023 04:20
- Milei ve sınıfsal ajandası 21 Kasım 2023 04:42
- Göç ve değişen göç politikaları 13 Kasım 2023 03:45
- Arjantin'de ikinci tur 30 Ekim 2023 04:10
- Aşırı sağın emin adımları 16 Ekim 2023 04:15