20 Kasım 2020 02:18

Namık Tarancı'yı anarken...

Fotoğraf: Evrensel

Paylaş

Onu hiç görmedim.

Kendisinin birkaç yıl önce tahliye olduğu Malatya Cezaevinde tutukluyduk. Her hafta dört gözle beklediğimiz ‘Haberde Yorumda Gerçek’ dergisinde Diyarbakır’dan yaptığı haber ve röportajlarıyla dikkatimizi çekiyordu.

Bölgede yönetimin olağanüstü (OHAL) ama “faili meçhul” cinayetlerin olağan olduğu zamanlardı.

En son bir itirafçı ile Hizbi-kontra çetelerinin o dönem devlet güçleri tarafından nasıl eğitilip kullanıldığını anlatan bir röportaj yapmıştı. Gerçeğin peşine düşmenin bedelinin ölüm olduğu günlerdi. Apê Musa daha iki ay önce (20 Eylül 1992) kaçırılıp katledilmişti. TRT GAP’ta öğlen haberlerini izliyorduk. Birden spikerin “Gerçek Dergisi Diyarbakır Temsilcisi Namık Tarancı faili meçhul bir saldırıda öldürüldü” sözlerinin eşliğinde ekranda onun fotoğrafı belirmiş ve sanki o an zaman durmuştu.

Yılmaz Erdoğan’ın yıllar sonra yaptığı Vizontele filminde Sıti Ana’nın (Demet Akbağ) oğlu Rıfat’ın Kıbrıs Harekatı’nda ölüm haberini televizyondan duyduğu ve zamanın durduğu bir sahne bana hep Namık yoldaşı kaybettiğimiz günü hatırlatır.

Birkaç yıl sonra bu kez Ceyhan Cezaevinde onun mücadele arkadaşı Sait Dayı (Karakuş) ile birlikte kalmıştık. 1980 öncesinde DSİ işçisi olan Sait Dayı, bize Namık’ın kendisini nasıl örgütlediğini, Saraykapı’daki derneği (Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği-YDGD) ve birlikte katıldıkları eylemleri her defasında sanki yeniden yaşıyormuşçasına heyecanla anlatırdı.

Lakabı Kaptan’dı.

Onun şiirlerinden oluşan ‘Sevdamıza Prangalar vurulmaz’ kitabının ön sözünde Aydın Çubukçu’nun dediği gibi “Diyarbakır doğumlu bir insan için bu unvan, bir aykırılık gibi durur: Denizlere bu kadar uzak, dağlara bu kadar yakın Amed toprağı üzerinde bir KAPTAN!” (1)

Ancak onun mücadele arkadaşlarından H. Sancar ona neden ‘Kaptan’ dediklerini şöyle anlatır: “Namık’ın, onun kavga arkadaşları olarak bizim aramızdaki adı KAPTAN’dı. Bir gemi kaptanı, geminin rotasını tayin eder, geminin her koşulda en sağlıklı şekilde denizde yol almasını sağlar. Koskoca okyanuslardan daha çetin ve dalgalı olan sınıflar mücadelesi denizinde Namık gerçekten bir kaptandı ve bu ad ona boşuna verilmemişti.”

12 Eylül faşist darbesinden sonra tutuklanıp işkenceleriyle ünlü Diyarbakır 5 No’lu Cezaevine gönderilmişti. Burada Esat Oktay Yıldıran’ın başını çektiği işkencecilere karşı direnişin başını çekenlerden biri de Namık’tı.

O, sadece mücadelenin en fırtınalı zamanlarında bile yolunu kaybetmeyen bir devrimci değildi. Aynı zamanda belki de Cahit Sıtkı Tarancı’nın yeğeni olmasının da etkisiyle edebiyata meraklı bir şairdi. Ve Gerçek dergisinde çalıştığı o zor dönemlerde bölgedeki kirli savaş suçlarının ortaya çıkmaması için gazeteci cinayetlerini teşvik eden, katilleri koruyup kollayanların deyimi ile ‘militan’ bir gazeteci idi.

Yıllar sonra Evrensel gazetesinin Diyarbakır bürosunda çalışmaya başladığımda onun, duvara asılı fotoğrafı ile aramızda olduğunu görmüştüm. O büroya gittiğim 20 yıl boyunca gerçeği savunmanın ne kadar zorlu ama bir o kadar da onurlu olduğunu anlatır gibi izledi bizi hep. Bunca yıl içinde gazete bürosundaki arkadaşlar değişse de onun bu mirasının devamcıları olduğumuz bilinci hiç değişmedi.

Bugün Namık Tarancı’nın ölüm yıl dönümü. Bundan 28 yıl önce Bağlar’da, o yoksul emekçi semtindeki evinden Ofis’teki Gerçek Bürosuna giderken sokak başında hizbi-kontra çeteleri tarafından arkasından vurulmuştu.

Diyarbakırlı Yazar Şeyhmus Diken arkadaşımız, Namık’ın vurulmasından sonra evine gittiğinde o sade döşenmiş evde kucağındaki bebeği ile dirençle ayakta duran eşini (Derman ablayı) hiç unutamadığını anlatırdı.

Emekli Tuğgeneral Veli Küçük ile JİTEM’in kurucusu olduğu belirtilen Eski Jandarma Genel Komutanı ve Eski MİT Müsteşarı Teoman Koman, Namık’ın da katili olan hizbi-kontra çeteleri için “PKK’ya karşı kendini koruyan dini inançları kuvvetli vatandaşlar” demişti. Dönemin OHAL Bölge Valisi Ünal Erkan, 1993’te yayımlanan bir röportajında “PKK çökertilmedikçe Hizbullah tipi ‘militan’ örgütleri çözmeye niyetleri olmadığını” söylemişti.

2000 yılında İstanbul’da yapılan ‘Hizbullah Operasyonu’nda yakalanan Hizbullah’ın Askeri Kanat Sorumlusu Cemal Tutar, Namık Tarancı cinayeti için talimatı İsa Altsoy’dan aldığını ve Tarancı’nın kendisinin verdiği talimatla Mustafa Demir tarafından katledildiğini itiraf etmişti.

Peki, sizce işlenen cinayetler nedeniyle 2009’da müebbet hapse mahkum olan Tutar’a ne oldu?

Tutar, AKP iktidarı döneminde çıkartılan bir yasa ile tutukluluk süresi on yılı geçtiği gerekçesiyle 3 Ocak 2011’de tahliye edildi. Tahliyesinden 11 gün sonra 14 Ocak 2011’de Yargıtay tarafından cezası onanarak yeniden tutuklama kararı çıkartılsa da tahmin edileceği gibi sanık bir daha bulunamadı!

Malum, iktidar eliyle cezaevinden salınan bir mafya liderinin ana muhalefet partisi CHP’nin Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nu bile açık açık tehdit edebildiği günlerden geçiyoruz. İktidar partisi ve İçişleri Bakanı, böylesi bir tehdit karşısında üç maymunu oynamaya devam ediyor. Çünkü daha önce bu mafya liderini cezaevinde ziyaret eden iktidarın küçük ortağının lideri, bu mafya liderini “ülküdaş” ilan ederek kol kanat geriyor.

Hizbi-kontr çetelerinin “Dini inançları kuvvetli vatandaşlar” olarak sahiplendiği günlerden siyasi liderleri tehdit eden mafya liderlerine “ülküdaş” diyerek kol kanat gerildiği günlere geldik.

Ülkenin üzerine çöreklenen karanlığa karşı Namık’ı anmanın ve anlamanın daha önemli hale geldiği günler bugünler…

1- Aydın Çubukçu, Sevdamıza Prangalar Vurulmaz ön sözü, sf, 5. Evrensel Basım Yayın Ekim 1993.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...