14 Kasım 2020 22:35

Yuvada tadilat mı yeniden inşa mı? Kim bu işin gerçek ustası?

İsmail Demirbaş

İsmail Demirbaş (solda) | Fotoğraf: Kendine Muhabir adlı YouTube kanalında yayımlanan videodan alınan ekran alıntısıdır.

PAZAR
Paylaş

Karantina uzayacak, salgın savuruyor belli, imkanı olan evden çıkmasın.

Tamam da evde dokuzuncu aya giriyoruz. Ne ev hazırdı buna ne de biz. Bunca dip dibelik darlıyor herkesi. Eskiden olmayan dertler hasıl oluyor, sürekli içinde olunca ihtiyaçlar çeşitleniyor.

Şimdi düşünün, diyelim banyo akıtıyor, hem kötü bir koku var, hem su faturası çok geliyor hem de bütün apartman rahatsız, dışarıdan gelip bakan için de evlerin değerini düşürüyor. Duvarlar lekeli, ahşaplar kabarmış. Üstelik bu sızıntı temeline kadar binayı ince ince çürütüyor. 

Çağırıyoruz bir usta. Şunu düzgünce bir yapsın. Ama usta diyor ki “Sen yanlış kullanıyorsun, hata sende. Bana bırak, ben bir yapayım burayı, gelip gidenler diyecek ki vay bu ne güzel evdir, hayran oldum. Öyle bir yapacağım ki dışarıdan çok zengin duracak. 

Bu lekelerin üzerine altın rengi bir boya atacağız, ben boyacıyı bulurum, şuraya da güzel bir kaplama döşeriz, çatlaklar görünmez, kaplamacı tanıdık zaten. Parfüm kutusu koyalım, benim parfümcü gelsin. Mis gibi kokacak.”

Çözmedi, sakladı. Ama eve üç usta daha geldi. Kesenin ağzı açıldı iyice. Üç vakte kadar, kaplama düşüyor, varaklar dökülüyor, parfüm bitti, yenisine de zam geldi.

Arıyoruz ustayı, kızıyoruz. “Ya sen nasıl yalancı bir adamsın, iyice beter oldu bu ev.”

Adam bizi hakaretten mahkemeye verdiği yetmezmiş gibi bir de evde hak iddia etmeye başlıyor: “Benim eserim” diye.

Böyle maddi, manevi ve fiziken çökmüş halde çare ararken, başka bir usta geliyor. Diyor ki ben çözerim.

Aaaa gerçekten mi? Tabii ya diyor: Baksana bu neler yapmış, hiç olmuş mu bunun yaptığı?

Ben öyle güzel yaparım, böyle güzel yaparım.

Oysa en başta demiş ki “Ben bu evi bu hale getiren ustanın, bir zamanlar çırağıydım. Mesleği ondan öğrendim.”

Apartmanda birileri de dinliyor heves ve heyecanla, inanmak istercesine. 

İçinde yaşıyoruz, yuvamız. Bir derdi en iyi her gün çeken bilir. 

Çözüm ne kadar zor, ne kadar karmaşık olabilir?

Benim ev benzer vakaydı, usta maliyeti kaldıracak yerim kalmamıştı. Aldım elime alçıyı malayı, kapılar, duvarlar, süpürgelikler.

Alamadım hızımı tezgah, mutfak rafları, parkeler.

Elim değmişken perdelik, tüller.

Sonra her yeri tertemiz bir sil, toparla. Yıktım, yeniden yaptım.

Şu an tırnaklarım kökünden kırık, ellerimde yaralar var. Parmak içlerimde inceden nasır.

Ama ev tertemiz, aydınlık, ferah. Kökünden çözüldü tüm sorunlar. Alan açıldı, yer açıldı. O yorgunluğa değdi. 

Sen ne anlarsın, demişlerdi ama işçiliğimi denemeden söylemişlerdi. 

Para için kapıdan girenle, yuvasını yapmak için didinenin işçiliği bir olur mu?

Didinirken ustalaştım.

Evin bitmiş halinin fotoğrafını gönderdiğim bir arkadaşım “Ay resmen devrim” yazdı.

Oradan aklıma geldi.

İşte şimdilerde, Davutoğlu ve Babacan’ı ekranda her gördüğümde böyle hissediyorum.

Bu neyin çaresizliği de aynı ekolün ustalık iddialarını dinliyoruz sırayla?

Hep bir ezbere yaslanma, merkez sağ ihtiyaç da ihtiyaç, halkımız muhafazakar, mülteci meselesi bıçak sırtı, sermayeyi de korkutmadan atmak lazım adımları...

Hep aynı terane.

Her sene devrimlerini kutlayan bir memleketin devrimden bunca kaçışı, ezbere sığınışı, yamalarla geçiştirişi, “Aman Ali Rıza Bey ağzımızın tadı kaçmasın” tavrı niye?

Köprü-yol geçişlerde verilen garantiler, peşkeş çekilen araziler, hallaç pamuğuna dönmüş kamu ihaleleri devrim niteliğinde kararlar olmadan geri döner mi?

Liyakatin geçerli olması için o koltuğa oturtulmuş bulunan insanın baştan yetişmesini mi bekleyeceğiz, kadrolar mı değişecek?

Dinin siyasete alet edilmemesi için insanların ısınmak için cami halısına sarılacağı günleri mi bekleyeceğiz?

İşveren 20 senedir işe alımlarda “Hangi ilçe teşkilatına üyesin?” diye sormayı kendinde hak gördü de bir tane işçi sordu mu patrona, en son kime oy verdin diye?

Muhafazakarlığından çekinilen halk da eninde sonunda gününde yatan maaşına, iş güvencesine, kıdem tazminatına, sağlık ve eğitim hakkına bakmayacak mı?

Nüfusun bu iktidardan çok memnun sanılan yüzdesi, çocuklarını o çok övdükleri imam hatiplere yazdırmamış işte, her okul tıklım tıkış, imam hatipler boş.

Demek ki eğitimde bir devrimin talibi sanılandan çok.

Kamulaştırma mesela, devrimci bir eylem olur. Bunu sermaye korkmasın diye süslü paketlere sarmaya gerek yok. Zaten bu şartlar altında her şeye teğet geçen söylemlerden korkacak bir sermaye de yok. Gerisini yolsuzlukla büyüyen, vergisinin affına güvenen sermaye sahibi düşünecek. 

Herkes ezberi bozmaktan korkuyor, bir yandan herkesin gözü ilk seçime yetişmekte olan gençlerde. 8 milyon oy geliyor yaldır yaldır.

İnsanın ne ezberi olacak 18’inde 20’sinde? Bilmedikleri eşit, özgür, adil ve bereketli bir geleceği ayaklarına sermek, örneklemek, yaşatmak, göstermek gerek.

Siyaseti de sıkıcı, yorucu, bedellerle dolu, öfkeli halden çıkarıp sonunda varılacak yere bir ışık tutmak lazım. 

Parayı bastırıp yurt dışında okuttukları, intihal makalelerle profesör olmuş, yazdırılmış tezlerle yüksek yapmış, diploması netameli ellere güvenince ustaya mı vermiş olduk şimdi biz evi?

Yeni kadrolar, liyakat oldukça neyi daha beter edebilir ki hâlâ aynı kapılara dayanma hırsı bu?

Banker Bilo 1980 yılında çekildi. Şener Şen’in oynadığı Maho karakterinin yediği her halttan sonra “Yaptım, ama bir sor neden yaptım?” deyişinin 40. senesi.

Neden yaptın diye sormak ve ikna olmaya çalışmak yerine ipleri ele almak ve Mahoları hayatımızdan çıkarmak gerektiğini anlamak için kaç kere daha izleyelim aynı filmi?

Bu iktidarın bir yerinden kopmuşlara tanınmaya çalışılan şans kadar, bu ülkede adalet, eğitim, sağlık, eşitlik ve özgürlük alanında devrim yapabileceklere söz tanınmasını dilerim.

Artık iktidarın eleştirisinden çıkıp neyin hangi yolla değişeceğini, hayatımızda hızla neyin düzene gireceğini duymak isterim.

EYT’li milyonlar da bunu ister, üniversiteye hazırlanan yüz binler de, KHK’li on binler de, emeklilik hakkı gasbedilmeye çalışanlar da, ayrımcılığa uğrayanlar da, isimleri a’federsinizle anılanlar da şiddete uğrayan kadınlar ve onların davasını takip edenler de kredi kartı borcu yüzünden haciz bekleyenler de içerideki binlerce siyasi tutsak da.

Eğer devrim niteliğinde bir icraat programı olmayacaksa, boşa umut bağlıyoruz, yolumuz sandığımızdan uzun. Eğer her alanda devrimlere gebe bir muhalefeti dinliyorsak ama seçmeni korkutmamak için “İdare edenin anası ağlamaz” mantığında sözler sarf ediliyorsa, bu da takiyeye girer ki takiyeden yıldık.

Evet yaptılar ama bir sormayın artık neden yaptılar, hiçbir nedeni haklı bulmayacak kadar geçtik o sınırı.

Şimdi zaman; neyin, nasıl ve ne hızla değiştirilebileceğini konuşma zamanı.

Kim, neden hangi koltuktan giderse gitsin, yerine geleni değil, bu iktidardan sonra kimlerin nerelere gelebileceğini ve ne yapacağını duymak istiyorum.

Biri bize desin artık:

“Böyle ustalık olmaz, daha da aramayın bunları. Biz yapacağız. Para mara da istemez, yollama SMS msm, derdimiz inşaat değil, maksat rahat oturalım. Herkes sıvasın kolları, yeniden ve en baştan yapacağız yuvamızı.”

Son söz: Kapınızın önüne onlarca lüks araçla fatura çıkarmaya gelene mi açarsınız kapınızı yoksa sarı öküz hikayesini hatırlatarak “Sorumluluk bende, yayımlayın, korkmamamız lazım” diyen  İsmail Demirbaş’a mı emanet edersiniz evinizin anahtarını?

İsmail Demirbaş’ı kimseye yedirmemeli.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...