07 Kasım 2020 22:35

Devlet bize bir bak artık!

Enkaz altındakileri arama kurtarma çalışması

Fotoğraf: Mahmut Serdar Alakuş/AA

PAZAR
Paylaş

Bundan seneler evvel, çalıştığım işyerinde bir öğlen arası, önümüzde yemek tabldotları, yılbaşında büyük ikramiye çıkarsa ne yaparsın muhabbeti dönüyordu.

Herkesin vardı bir hayali. Geneli, çekilişte ikramiye çıkarsa bir daha fabrikaya adım atmamak üzerineydi.

Abilerden biri dedi ki: “Ben paşa paşa gelirim işime, kendimi ezdirmeden çalışırım misler gibi, günü gelir de biri gururumu kırarsa, istifayı basabileceğimin güvencesiyle çalışırım.

O para bize çok geliyor da biz parayı bilmediğimizden çok geliyor. Zenginin küsuratı o. Hem ben bunca senede ancak geçinmeyi, yetinmeyi öğrenmişim, dengemi bozmam. Belki bir iki çocuğa burs veririm, biz zor okuduk malum. Gerisi dursun işte bankada, ileride lazım olur. Devlet bana baksın diye bekleyeceğime, kendime yeterim.”

“Devlet bana baksın diye bekleyeceğime...” 

Ben küçükken böyle şakamsı bir laf vardı. Biri “Bir bakar mısın?” yerine “Bana bak” derse, terslemek için “Ne bakacağım be, sana devlet baksın” denirdi. Yıkıksın, der gibi.

Siz hiç son 20 yılda duydunuz mu bu muhabbeti?

Ben duymadım.

Çünkü devlet bize bakmıyor, seçti kendine bir avuç arkadaş, ha bire onlara bakıyor, ekmeklerine ballı kaymak sürüyor, elleriyle yediriyor.

Sırtlarını sıvazlıyor, hava sıcaksa yelliyor, serinse üzerine kuş tüyü yorgan atıyor.

Doymadıklarında önümüzdeki yemeğin etlerini seçip onların tabağına aktarıyor.

Bizi de alıştırdılar, sırtımızdan yorganı çekiyorlar, ısınmak için birbirimize sokuluyoruz, önümüzden yemeği alıyorlar, lokmaları bine bölüp doymaya çalışıyoruz.

Deprem olmuş, insanlar ölmüş. Enkazdan insan çıkarırken devletin kurtarma ekipleri, belediye ekiplerini, gönüllüleri itip kamera kadrajına girmeye çalışıyor. Herkes duygusal ajitasyonda, el kadar çocukları kaybetmişiz, hayatta kalanlar üzerinden zafer naraları.

Bir video düştü sosyal medyaya. Bir yurttaş bağırıyor: “Artık ölmek istiyorum, bir haftadır kaymakamlık yok, valilik yok, İzmir’de en fazla elli ev yıkıldı. Bir buzdolabı verilmiyor. Ben 65 senedir yemedim, içmedim, vergi verdim. Devlete çalıştım, 5 kuruş çalmadım, ben bir haftadır yaşamıyorum. Biz nasıl vatandaşlarız?”

Biz artık kendi kendine yeten vatandaşlarız.  

Afet olur, devletin kurumlarının ilk aklına gelen SMS ile bağış toplamaktır. Bir yandan da “Şefkatimize, ilgimize bakın, korumalarımızla, araçlarımızla uzun konvoylar ve çakarlarla halkımızı ziyarete gidiyoruz biz” şovları. Halk ne yapar? Hemen acil ihtiyaç listeleri oluşturulur, boğazından keser bunları alır. Sivil toplum kuruluşları asıl işleri neyse onu bırakır, tam kadro organizasyona koşar, biri gider deposunu açar, biri aracını tahsis eder, birileri afetzedeleri gezer, listeler hazırlanır. 

Su değil halk yolunu bulur, dayanışır.

Ama işte iyi alıştırdık bunları kendi söküğümüzü kendimiz dike dike.

Biz, vicdanına yenik, iyiliği sömürülen, insanlığından vurulan, çözüm çabası öfkesine baskın gelen vatandaşlarız.

Biz, bakmayacağını bildiğimiz için “Sana devlet baksın” demeden yardıma koşanlarız.Biz bunun cezasını çekiyoruz.

SMA hastası çocuklar var. Tedavileri 2.5 milyon dolar. Her bir çocuk için kampanya başlatılıyor. Hedef: 25 bin kişi 100’er dolar verse... 50 bin kişi 50’şer dolar verse...

İnanır mısınız toplanıyor da dolar kuruna rağmen. Depremde 2 yaşındaki oğulları Ateş ile birlikte hayatlarını kaybeden Eda ve Mert Küçükyumuk için arkadaşları çağrı yaptı: Cenaze için çiçek yollamayın, SMA hastası Doğu Bebek’e bağış yapın. 3 gün içinde kalan miktar toparlandı. Doğu yaşayacak. Halk yaşattı, kaybettiklerinin anısına.

Her geçen gün birileri, kimi zaman ünlüler, başka SMA’lı bebekler için kampanya başlatıyor gözyaşlarıyla. Her seferinde bir bebeğin ufacık yüzüne bakıp, yaşayabilsin diye 2.5 milyon dolar toparlaması gereken 80 milyon insan...

Her gün, uzaktan eğitime bağlanamayan çocuklar için internet faturası ödeme, bilgisayar bulma kampanyaları yapılıyor sosyal medyada. Öğretmenler ihtiyacı biliyor, tüm kanalları zorluyor, ilk dönemin ilk ara tatili gelmiş, hâlâ bilgisayarı olmayan çocuk var. Bunu adıyla, okul ismiyle söyleyemiyor kamuda çalışan öğretmen. Dava açılıyor: Yardım çağrısı yaparak devleti aciz göstermek...

Yaşlıların evi yanar: Ahbap yetiş!

Protez bacak lazım: Haluk Levent koş.

Kanser ilacımızı bulamıyoruz arkadaşlar yurt dışında tanıdığı olan var mı? 

Kanser hastamızı kaybettik, ilacını bağışlayacağız arayan var mı? 

Üniversite kazanana burs bul, seçim varsa oy kullanabilsinler diye üniversiteliye otobüs bileti al.

LGS, YKS TYT, AYT, YDT, KPSS’ye girecek, test kitabı yok, elden ele kitap bulalım. 

Köy okuluna kütüphane yapılacak kitap bağışlayalım.

Mülteciler zayi oldu, erzak yollayalım, herkesi kışkırtıyorlar aman onları dayaktan koruyalım.

Sokak çocuklarına bot alalım, evsizlere çorba dağıtalım.

Kız çocukları okusun diye vakıf kuralım, cezaevinde büyüyen çocuklara moral olmak için dernekleşelim, kadınlara sığınmaevi yok, örgütlenelim, davalarına sahip çıkacak ücretsiz avukat bulalım, bedavaya psikolojik destek ayarlayalım.

İşsizlikten bunaldı elden ele acilen arkadaşa iş bulalım.

Pandemide işsiz kaldı faturalarını askıdan alıp ödeyelim.

Belediyenin maske dağıtmasına izin çıkmamış, evde dikip biz dağıtalım.

Sağlıkçıların malzemesi yok hemen siperlik atölyesi kuralım, tulum diktirelim.

Çocuğun tedavisi için analar bir gecede kırk kilo sarma sarsın, bir günde kazak örsün, satsın biz de onları alalım, destek olalım.

Deprem oldu çadır kuralım, hijyen paketi yapalım, yorgan yastık, mobilya bulalım, işyerimizden isteyelim, müşterimizden rica edelim, şartlarımızı her gün daha da zorlayalım, işi gücü bırakalım biz birbirimize bakalım, her birimiz 80 milyon çocuklu ebeveyn gibi tüm ülkenin yükü sırtımızda, bu ne artık ya?

Devlet para toplamayı biliyor: gelsin ÖTV, KDV, doğal gaz, elektrik, benzin zammı, köprü geçiş ücreti, ayak bastı parası, çöp vergisi, emlak vergisi, gelir vergisi, deprem vergisi, taşıt vergisi, dask, İşsizlik Fonu kesintisi, SGK primi hep işveren payı hem işçi payı, ver devlete yurttaş verrrr.

Başına bir afet geldiğinde, en iyi ihtimalle, 2 yıl geri ödemesiz, 20 yıllık kredi ile, şehrin oldukça dışında bir mevkide, yüksek aidatla, üç ay ödeme aksatırsan el konulmak üzere, nohut oda bakla sofa bir ev ayarlanır sana ama çok da umutlanma 10 seneyi konteynerde geçiren de var.

Tüm kanallar 24 saat enkaz çalışmalarını gösterirken, Mecliste emekliliği hayal kılan, sigortasız çalıştırmayı destekleyen yasa önerisi getirdiler.

İşte zurna da burada zırt demeli artık, zira birbirimize ev buluruz, eşya döşeriz, beş bin-on bin kişiyi hayata bağlarız da birbirimizi emekli edemeyiz, bu geleceksizlikle daha da yaşayamayız. Biz bu işçi-emekçi haklarını kolay kazanmadık. Taksim Meydanı’nda akan kanla sulandı o haklar, milyonlarca işçinin Tandoğan’ı, Taksim’i, Kadıköy’ü defalarca adımlamışlığı var. Öyle kolay olmamalı tereyağından kıl çeker gibi, kılı önümüze koyup tereyağını da sermayeye yedirmeleri.

Her şeyi bir kenara bırakıp, bir zamanlar her medya kanalında, hep bir ağızdan en ufak bir olayda bağırdığımız gibi haykırmamız lazım “Nerede bu devlet?”

Bu dayanışma, tembel, pişkin etti asıl yetkilileri. Saldılar işi gidişatına.

Şimdi yandaş medyada tarihi dizilerle kahramanlık pompalaya dursunlar, çalsın davullar jeneriklerde, er meydanında atılsın naralar, kılıçlar, gürzler, kalkanlar...

Oysa haberleri yok her mahalle kendi kahramanını yaratıyor bu dayanışmalarda. Her afet binlerce sıradan insanın içindeki gücü ortaya çıkarıyor. Bir kişinin eli onlarcasına dokunup sağaltıyor. Kendi kahramanını sokağında buluyor insanlar. İktidar geriye gidip Ertuğrul Gazi, Osman Gazi, Abdülhamit’ler gösterse de ekranda, kapısını Osman Amca açıyor, Eceler, Deryalar, Merveler getiriyor sıcak yemeğini, Hamit’ler kuruyor çadırı.

Peşinden gidilecek kahramanlar doğuyor her afette, her seferinde kendini sıradan yurttaş sananlar, bileğindeki güçle tanışıyor. 

Son bir şey diyeyim mi? Geçenlerde çay bahçelerinin kafelerin arasında piyangocu geziyordu, kendi bile inanmaz bir ses tonuyla “Bu akşam çekiliyor, büyük ikramiye devretti” diye.

Kimseler başını çevirip bakmadı bile. Sonra gençten bir çocuk dedi ki “Abi artık onu bile yedirmiyorlar bize, sen de başka bir iş mi baksan kendine?”

Bizim artık şansa inancımız kalmadı. Uçsuz bucaksız varlık içinde öyle kör, öyle vicdansızlar gördük ki haydan gelen paraya heves de kalmadı. İtibar öylesi zenginlikten gelmiyor, kaçıyor tam tersi.

Bizim üzerimize sinen bir çeşit “Yaşar Usta” zenginliği, insandan yana bolluk yani, gücünü, itibarını haklılıktan alıyor.

Şansa inancı kalmayanın şansa ihtiyacı da kalmaz.

Yırtma şansınız kalmadı, halkınız itibarlıdır, bize bir bakın artık.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...