16 Ekim 2020 00:26

Türkiye'nin "Kafkasya hamlesi"nin erken hüsranı

Rusya'nın başkenti Moskova'da bir araya gelen Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov (ortada), Ermenistan Dışişleri Bakanı Zohrab Mnatsakanyan (sağda) ve Azerbaycan Dışişleri Bakanı Ceyhun Bayramov’un (solda) görüşmesi

Sergey Lavrov (ortada), Zohrab Mnatsakanyan (sağda) ve Ceyhun Bayramov (solda) | Fotoğraf: AA

Paylaş

Yeniden köpürtülen Ermenistan ve Azerbaycan savaş ve gerilimi Rusya’nın bölge üzerinde hükmünün kalmadığı ya da kalmayacağı şeklinde de okunabilir. Muhtemel bir Ermenistan-Azerbaycan savaşı Rusya’nın bölgedeki etkisini zayıflatacak, iç meselesi haline gelecek. Moskova için bu nedenle tehlike çanları çalıyor da denilebilir.

Ute Weinmann’ın Moskova’dan Neues Deutschland gazetesi için yazdığı “Büyük güç geri çekiliyor” başlıklı haber-analizde bu konuya dair önemli veriler yer alıyor. Karabağ üzerinden her iki ülke arasında başlayan gerilim ve savaş, Rusya içindeki Ermeni ve Azerbaycanlıları da “savaş haline” geçirmiş. Rusya’da 1.7 milyon Ermeni, 3.5 milyon Azeri yaşıyor. Azeriler ülkenin en büyük “azınlık grubu”. Her iki gruptan Rus vatandaşı olanlar çoğunlukta ve Rus sermayesinin azımsanmayacak bir bölümü Ermeni ve Azerilerin elinde. Rusya’nın 200 zengini arasında 8 Ermeni var.

Hal böyle olunca, Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki çatışma doğrudan Moskova’da kendisini hissettiriyor. Son haftalarda Moskova’da Azerilerle Ermeniler arasında birçok çatışma yaşanmış. Ermeniler Azerilerin, Azeriler Ermenilerin mallarını boykota çağırıyor.

Sadece bu bile her iki ülke arasında savaşı körüklemenin, yangına bezin taşımanın ne kadar tehlikeli olduğunu gösteriyor. Bunu yapan ülkelerin başında Türkiye geliyor. Türkiye’nin Azerbaycan’a verdiği sınırsız desteği Rusya içini karıştırmaya yönelik bir hamle olarak okumak gerekiyor. Erdoğan destek verirken bunu görmezden gelmiş olabilir, ancak Putin her şeyin farkında.

Putin’in Azerbaycan ve Ermenistan liderlerini çağırıp ateşkes ilan ettirdiği görüşmede, fiili olarak savaşın bir parçası olan Türkiye’yi yok sayması tepkinin bir yansıması olarak görülebilir. Dahası, Türkiye’nin doğrudan müdahalesinin bilinçli olarak bataklığa çekildiği şeklide değerlendirenler de var.

Neues Deutschland’daki aynı yazıda görüşmelerine yer verilen Kafkasya Uzmanı Gazeteci Maksim Şevçenko, Rusya’nın bölgedeki gerilimi bilinçli olarak yarattığını savunarak şunları söylüyor: “Amaç, bölgede bir aktör haline gelen Ankara’yı zayıflatmak için Türkiye’yi bir savaşa dahil etmek. Kremlin, savaşı, dikkatleri Beyaz Rusya’daki durumdan ve Navalny’nin zehirlenmesinden uzaklaştırmak için de kullanmak istedi” (29.09.2020). Buna Ermenistan’ı batıya yaklaştırmaya çalışan Başbakan Nikol Paşinyan’ın burnunu sürtmeyi de eklemek gerekiyor.

Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov önceki gün Türkiye’nin “Karabağ sorununun askeri çözümünün mümkün olduğu” şeklindeki görüşüne katılmadıklarını açık olarak ifade ederken, asıl vurguyu “askeri çözüme” yapıyor. Görüşmelerin Minsk Grubuna havale edilmesi de Türkiye’nin yaptığı savaş kışkırtıcılığıyla kaldığı, erken hüsrana uğradığını gösteriyor.

Moskova’nın bu tutumu ve tavrını önceki gün Gazetemiz Başyazarı İhsan Çaralan özetlemişti: “Suriye ve Libya’da da Türkiye ile karşı karşıya gelmesiyle bağlantılıdır. Ama asıl olarak Putin’in tutumunu, son aylarda batılı diplomatlar ve siyasi liderler tarafından açıkça dile getirilmeye başlanan, ‘Türkiye’nin askeri güç kullanarak yaptığı girişimlerin bölgedeki istikrarsızlıkları kışkırttığına’ dair görüşlerin, Rusya tarafından da benimsendiğini göstermesi bakımından ayrıca önemlidir.”

Zaten batıdaki Türkiye görüntüsü tam da bu yönde. Türkiye denilince her fırsatta komşularıyla savaşmaya hazır, savaş bölgelerine asker göndererek güç gösterisi yapan bir ülke akla geliyor artık. Der Spiegel’de bu hafta yer alan analizde, “Bu süreçte bir tek Türkiye ateşkes yerine Azerbaycan’a tam destek verdi” denildi ve “Suriye’den gönderilen İslamcı militanlar ve bir havaalanına indirilen F-16’lar” hatırlatıldı.

Türkiye’nin dışarıdaki askeri hamlelerinin ciddi bir karşılığının olmadığı artık net bir şekilde görülüyor. Ancak hükümet ısrarla aynı yayılmacı politikayı sürdürüyor. İçeride büyüyen ekonomik, sosyal ve siyasi sorunların üzerinin, dışarıdaki yayılmacılıkla elde edilecek ganimetle kapatılacağının hayalleri kuruluyor. Osmanlı’nın çöküşü, ekonomik gücü olmayan bir ülkenin askeri gücünün kapitalist-emperyalist çağda bir kıymetinin olmadığını açık olarak göstermişti. Neoosmanlıcıların sadece yükseliş değil, kapitalizm ve emperyalizmin gelişmesiyle birlikte başlayan çöküşü de birlikte okumaları gerekiyor.

Bu nedenle; Türkiye yönetenlerinin askeri güç ve silahlanmayla bölgesinde bir aktör olma hayalleri boştur. Pek çok açıdan emperyalistlere bağımlı hale getirilen bir ülkenin bir bataklıktan diğerine koşması bu nedenle hiç de zor olmayabiliyor. Hal böyle olunca dışarıdaki kaybın faturası içerideki emekçi sınıflara ve Kürt halkına çıkarılıyor.

Yönetenler her başarısızlığı başarı diye sunmakta usta. Önemli olan emekçi sınıfların, toplumsal muhalefetin bunu tersine çevirebilecek bir güce ulaşması.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...