05 Ekim 2020 00:10

Azerbaycanlı ve Ermenistanlı göçmen işçiler

Fotoğraf: Pixabay

Paylaş

Türkiye’de çalışan mülteci/göçmen işçiler neden bu topraklara gelmek zorunda kaldılar? Savaş ve çatışmalar bunun bir boyutu. Zenginler ile yoksullar arasındaki uçurum bir diğer boyutu.

SSCB’nin dağılmasından sonra gurbet işçiliği tavan yaptı. Emek göçünün bir durağı da Türkiye. İstanbul’da çalışan Ermenistanlı göçmenler daha çok Kumkapı-Samatya-Kocamustafapaşa bölgesinde oturuyorlar. İnşaat, tekstil, ayakkabı üretiminde çalışıyorlar. Azerbaycanlı göçmenler daha dağınık. Küçükçekmece ve Esenyurt yoğunlaştıkları ilçeler. Merter, Güneşli, Küçükçekmece OSB ise başlıca çalışma alanları. Rusça bildikleri için hem Ermeniler hem de Azeriler Laleli piyasasında ya da Antalya gibi turizm kentlerinde tercümanlık, tezgahtarlık da yapıyorlar. Ama ister Azeri olsun ister Ermeni; işçilerin yüzde 99’u sigortasız ve yerli işçilere göre düşük ücretle çalışıyorlar. Yani sınıfsal açıdan gurbette bir “kader birliği” söz konusu.

Sahada yaptığımız mülakatlardan biliyorum: Eski SSCB halkları arasında yer alan Türkmenistanlı, Özbekistanlı, Gürcistanlı, Azerbaycanlı, Ermenistanlı göçmen işçiler sosyalizm sonrası oluşan oligarklara öfke kusuyorlar. Ama bir o kadar da onlardan korkuyorlar. Anne babalarından dinledikleri anılar, Sovyet kazanımlarına olan özlemi arttırıyor. Konut, sıcak su, elektrik, doğal gaz, eğitim, sağlık, kreş, insanca ücret, iş imkanı gibi kazanımları mumla arıyorlar.

Ama gel gör ki; ne zaman devletler arasında siyasi bir kriz ya da çatışma hali yaşansa, cepheye gitmeye de hazır olduklarını söylüyorlar! Daha çok genç işçilerdeki eğilim bu. Keşmir sorunu üzerinden yaşanan Hindistan-Pakistan gerilimi de böyle olmuştu. Türkiye’de çalışan Hindistanlı ve Pakistanlı işçiler cep telefonlarına savaş marşları indirmekte gecikmediler! Binlerce kilometre uzakta, çöplerden atık malzeme toplayarak ailelerine para göndermeye çalışan işçiler, şovenizm rüzgarına çok kolay kapılarak birbirlerine düşman hale geldiler. Dağlık Karabağ krizi üzerinden alevlenen Azerbaycan-Ermenistan çatışması da göçmen işçiler üzerinde benzer bir etki yaratmış görünüyor. Savaş meselesinde burjuva milliyetçilik dışında başka bir söylem öne çıkmadığı için, işçiler kendi bağımsız siyasi tutumlarını geliştirebilmiş değiller.

İŞÇİLER, MİLLİYETLER VE SOSYALİST SİYASET

Göçmen işçilerin ekonomik olarak SSCB günlerine özlem duymaları; ama savaş konusuna gelince çarçabuk milliyetçi/şoven hezeyana kapılmaları, sınıf bilincinden uzak olmalarından kaynaklanıyor. Tam da burada kısa bir tarih yolculuğuna çıkmakta fayda var.

1917 Ekim Devrimi’nden önce Rus imparatorluğu bir halklar hapishanesiydi. 1789 Fransız Devrimi’nin ardından gelen milliyetçilik akımı bu topraklarda Avrupa’daki kadar etkili olmadı. Zira sömürge ve bağımlı topraklarda, Bakü petrol havzasında olduğu gibi, sınırlı sayıda sanayiden söz edilebilirdi. Geniş topraklar hâlâ feodal etki altındaydı. Ayrıca burjuvalar, ulusal kurtuluşa önderlik edecek mecalden yoksundular.

Bu konjonktürde 1848 Komünist Parti Manifestosu ve 1871 Paris Komünü, Rusya ve Trans-Kafkasya topraklarına etkili bir giriş yaptı. İçine Ermenistan, Azerbaycan, Gürcistan ve İran’ın bir kısmını alan Trans-Kafkasya’da, ezilen haklar kurtuluşu burjuvalarda değil işçi-köylü iktidarında aramaya başladı. O dönem “sosyal-demokrat” diye anılan sosyalist akım kitleler içinde hızla güç topladı. Trans-Kafkasya’da ilk sosyalist örgütlenmeler 1890’da kuruldu. Bu örgütsel inşa daha baştan enternasyonal bir karakter taşıyordu ve farklı milliyetlerden işçilerin aynı sosyalist partide birleşmesini savunuyordu. Denebilir ki Kafkasya’da sosyalist düşünce milliyetçiliğe karşı mücadele içinde gelişti. “Gürcistan sosyal demokratları ‘kendi’ milliyetçilerine, ulusal demokratlara ve federalistlere; Ermenistan sosyal demokratları ‘kendi’ Taşnakzakanlarına; Müslüman sosyal demokratlar Panislamistlere karşı mücadele ettiler”.(*)

Yenilgi ile sonuçlanan 1905 Devrimi sonrasında burjuva milliyetçi akımlar görece güç kazandı. Bu etki sosyalist örgütlenmelerin bir bölümüne de sirayet etti. Ama Bolşevik kanat işçi sınıfının enternasyonal birliği ilkesinden vazgeçmedi.

1914-18 Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda ağır bedeller ödeyen halklar, çarlık rejiminden kurtulmak için sosyalist hareketin taktik platformunda birleştiler. O dönem 2’nci Enternasyonal partilerinin çoğu “anayurt savunması” adı altında emperyalist savaşa destek verdiler ve işçileri kendi burjuvalarının arkasına çağırdılar. Bolşevikler ise haksız savaşa karşı çıkarak siperde bekleyen askerlere farklı dillerde barış bildirileri dağıttı. “Ekmek-barış-özgürlük” talebiyle sahneye çıkan Rus proletaryası ezilen halklarla birlikte çarlık saltanatını yıkmayı başardı. Ekonomik savunma grevleri, yerini önce saldırı grevlerine; sonra da siyasi grevlere bırakarak devrimin kapılarını aralamıştı.

1917 Ekim Devrimi, 1871 Paris Komünü’nün bayrağını devralarak işçi sınıfının enternasyonal birliğini yeniden canlandırdı. Lenin ulusların kendi kaderini tayin etme ilkesini savunarak ezilen halklara özgürlüğün yolunu açtı. Sovyet sosyalist cumhuriyetleri yıllarca kardeşçe bir arada yaşadı, İkinci Dünya Savaşı’nda Nazi faşizmine karşı birlikte kahramanca çarpıştı. Berlin’de Reicstag binasına kızıl bayrağı asan savaşçılar da farklı milliyetlerden kızıl ordu askerleriydi. (**)

KARDEŞLİK YOLU

Sosyalizmin artık iktidarda olmadığı eski SSCB topraklarında, şoven milliyetçilik bugün çok daha güçlü. Azerbaycan-Ermenistan geriliminde savaş davulları işçileri, emekçileri oligarkların arkasına çağırıyor. Medya kardeş halkları düşman hale getirerek silah tüccarlarının arkasına takıyor. Kara propagandanın kazananı ise yoksul halklar değil zengin sınıflar. Savaş hali yeni göçlerin ve mülteci yaşamların habercisi.

Peki, Türkiye’nin işçileri, emekçileri iki komşu/kardeş ülke arasında nasıl bir tercih yapmalı? Bir burjuva yönetimden taraf olmayı mı tercih etmeli; yoksa işçi sınıfının uluslararası birliğine sarılarak barışı mı savunmalı? Elbette ikincisi doğru. Bu tutum Türkiye’de çalışan yerli (Türkiyeli) ve göçmen (Azeri, Ermeni) işçilerin kardeşlik ve birliği için de gerekli. Göçmen işçilerin yaşadığı mahalleleri hedef yapan konvoy ve provokasyonlara prim vermemek de bir bu kadar önemli.

* “Sosyal-Demokrat” No.30 - Ocak 1913 - İmza: K. St. / Eserler Cilt 2 - J.V Stalin / İnter Yayınları

** 2 Mayıs 1945 günü Reichstag binasına kızıl bayrağı asmak için Gürcü Meliton Kantaria ve Rus Mihail Yegorov seçilir. Ancak sonradan, orada rastgele bulunan Kiev’li er Aleksey Kovalyov, Dağıstan’dan Abdülhakim İsmailov ve Minskli Leonid Goryçev’in bayrağı astığı açıklanır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa