05 Ekim 2020 00:30

Kayıkçı

Türk Tabipleri Birliği 72. Büyük Kongresi

Fotoğraf: Burcu Yıldırım/Evrensel

Paylaş

Bir öyküyle başlayalım bu yazıya. Zamanında bir “kayıkçı”nın adı çıkmış!... Henüz köprü möprü yok, kayıkçılar iki yakayı birleştiriyor. Öyküdeki kayıkçının kayığı da iki kişilik, ancak bir “yolcu”, bir de “kendisi” binebiliyor. Dedikodular sarmış ortalığı... Kayığa binen/inen her kadının kayıkçı ile aşna-fişne yaptığı söylenir olmuş. Bir gün, söylentileri bilse de kadının biri mecburiyetten binmiş kayığa. Kayıkçı her kürek çekişiyle birlikte “derler” diye diye geçmişler karşı yakaya. Kadın merak etmiş, sormuş: “Ne derler be adam?” Kayıkçı cevap vermiş gülerek: “Sana hiçbir şey yapmadığım halde, ‘yaptı’ derler!.. Sen bu kayığa bindin ya; hiçbir şey yapmasan bile ‘yaptı’ derler!”

Son bir haftadır aklımda kayıkçının öyküsü, bir de “Adı çıkmış dokuza, inmez sekize” sözü ile dolanıp duruyorum. Malumunuz, bu dönem salgın yönetimindeki aksaklıkları dile getirdiği için meslek örgütümüz Türk Tabipleri Birliği yine, yeniden saldırıların hedefi oldu. Emek veren ve meslektaşı olmaktan onur duyduğum yönetim, kollar, kurullar, çalışma gruplarıyla tüm emekçileri bu saldırılar karşısında dimdik asıl gündemimizi, salgını işaret etti. İnanılmaz bir kamuoyu desteği aldılar. İnsan hakları mücadelesinin yoğunluğunda epey mahcup olarak ve gururla izledim çalışmalarını. Özellikle genç meslektaşlarımız bu dönemin zorluklarını da gözeterek birlikte sağlık hakkı mücadelesine çağırınca dayanamadım, aralarına katılıverdim. Daha seçim olmadan başkan ilan edildim. Son anda aralarına katıldığım dostlar, meslektaşlarım bir anda “Şebnem’in ekibi” olarak anılmaya başladı ve tabii ki o canım kayıkçı da aklıma düşüverdi.

Memleketteki yarılmanın ortasında bulduk kendimizi. Bir yanda koşulsuz destekleyenler, bir yanda nefret suçuna varan bir dille yalanları örenler. Bir bilim insanı olarak koşulsuz desteği de sorunlu bulurum, o ayrı. Destekleyen dostlara, birlikte mücadele ettiklerimize haksızlık olmasın, ben de aynı yaftalama yanlışına düşmeyeyim. Eminim bilirler, eleştirileri “başım üstüne”. Yalanlarla algı yönetimi yapanlara gelince. O algıyı ne yapsak kırmak zor, bilsem de bazı ilkelere değinmesem olmaz.

İnsan hakları mücadelesi içinde hak ihlaline uğrayan her renkten insanla yollarınız kesişir, çünkü hak ihlalleri adres sormaz. Bizler de hak ihlallerine uğradığı iddia edilen insanlara kimlik sormayız. Kimlik sormadığımız gibi kimliğimizi de olabildiğince kapsayıcı tutarız. Elbette bir dünya görüşümüz vardır. İnsan hakları mücadelesi siyasal bir mücadeledir. Hak ihlallerinin sorumlusu ister doğrudan içinde yer alarak ister önlemeyerek katkı sunan devletlerdir ve dolayısıyla bu mücadele devletin önleme, yapmama ve zararı giderme sorumluluğunu ortaya koymak için yapılır. Siyasetler üstüdür, çünkü devletlerin (iddia edilen) siyasi aidiyetinden bağımsız olarak tüm ihlallere karşı çıkmayı gerektirir. O nedenle insan hakları mücadelesi içinde olanlar hep devletlerin hedefinde olmuş, ne yazık ki bu mücadele içinde dünyanın pek çok yerinden insan hakları savunucuları yargılanmış, hapsedilmiş ve hatta katledilmiştir.

İnsan hakları mücadelesi içinde olduğumdan beri, hele ki özellikle işkence görenlerin tedavi süreçlerini planlayan, düzenleyen Türkiye İnsan Hakları Vakfı gönüllüsü ve sonra başkanlık görevi verildiğinden beri başkanı kimliği ile dünya görüşümü olabildiğince geride tutmaya özen gösteririm. Bize tedavi süreçleri için başvuran ve kimlik sormadıklarımız kişisel kimliğimden kaygı duymasın, ayrımcı bir tutumla karşılaşabileceğini düşünmesin isterim. Merak ediyorsanız söyleyeyim: Dünya görüşüm her türden ayrımcılığa karşı durmamı gerekli kılar. Tüm hiyerarşiler ve üstenci yaklaşımların karşısında durur, kolektif iradeye saygı duyarım. Doğayı paylaştığımız tüm canlılarla hiyerarşik ilişkilenmeye de dahil olmamaya çalışırım, ilişkilerim yan yana konumlanır.

Ergenekon davası olarak anılan, bolca sulandırılarak asıl suçların örtbas edildiği dava dosyasının içinden çıkan ve o dönemin 1. Ordu Komutanı Hurşit Tolon’a sunulan dosyada da meslektaşlarım “Şebnem’in ekibi” olarak anılmış, hepsine de bir örgüt yakıştırmışlardı. Tek örgüt yakıştıramadıkları bendim ama ben de liderleriydim. Yakıştırılan örgütler de asla yan yana durmayacak örgütler ama nasıl oluyorsa liderleri tek…  Dosyanın içinden yüzüme yastık kapatıp tecavüz hayalleri geçerken müdahil olmayıp ne yapacaktım. Kuddusi Okkır için hazırlanan TTB raporundan emeğimi esirgemediğim gibi, dosyanın bulamacına katılan canım dostum Ahmet Şık’la avukatımı da paylaşacaktım, adil yargılama ihlallerine de sözümü söyleyecektim. Ben de öyle yaptım. Kim olursa olsun tecrit edilemez, tecrit işkencedir dememem mümkün mü?

İçinde yer aldığım ve hep emekçisi olduğum, bundan da onur duyduğum örgütlerden biri Türk Tabipleri Birliği ve bağlantılı olarak uzmanlık derneğim Adli Tıp Uzmanları Derneği, diğeri de Türkiye İnsan Hakları Vakfı ve onun kurucu örgütü olan İnsan Hakları Derneğidir. İhlale uğrayan her parti mensubunun, her siyasi görüşten insanın ihlal sürecini dile getirmek ve ihlal sürecinde yanında olmak da insan, yurttaş ve insan hakları savunucusu sorumluluğumdur. İnsanların helikopterden atıldığı iddia edilen bir ülkede yurttaş sorumluluğu ihlali görmek ve karşı durmaktır. Gerisi kayıkçı hikayesidir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...