16 Eylül 2020 00:20

Girişimci olarak âyan

Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa.

Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa | Görsel: Wikimedia Commons

Paylaş

Ali Yaycıoğlu’nun “İmparatorluğun Ortakları: Devrimler Çağında Osmanlı Düzeninin Krizi” adlı çalışması âyanı tanımlarken yeni bir kavrama başvuruyor: Girişimci.

Girişimcilik terimi 18’inci yüzyıl âyanına anlaşılmaz, 20’inci yüzyıl Osmanlı tarihçilerine ters gelebilirdi. Geçmişi bugünün kavramlarıyla tarif eden her değerlendirme kaçınılmaz olarak anakronizm içerir, ancak artık var olmayan toplumsal ilişkileri ve kullanımda olmayan kavramları bugüne tercüme etmenin başka bir yolu da yoktur. Dolayısıyla tarihçinin tercümesinin belirli bir olguyu ne kadar isabetli tarif edebildiğine bakmak gerekir. Yaycıoğlu âyanı girişimci olarak tanımlayarak bu aktörlerin sürekli riskli siyasi, mali ve askeri etkinliklerle daha fazla güç için birbirleriyle rekabet ettiklerini vurguluyor.

Yaycıoğlu’nın kavramsallaştırması şu noktaları öne çıkarıyor: Merkez bürokrasinin aksine âyan sultanın yukarıdan aşağı hiyerarşik bir biçimde örgütlenmiş kulları değildi; idari, mali ve askeri hizmetlerini merkeze pazarlıkla sunan girişimcilerdi. Yaycıoğlu âyanın Avrupa’da (parlamento ve benzerleri vasıtasıyla) tüzel kişiliklerde örgütlenmiş ve miras yoluyla kuşaktan kuşağa aktarılabilen hak ve ayrıcalıklara sahip soylulardan farklı olduğunu da vurguluyor. Kırım, Bosna, Kürdistan, Kafkasya ve Hicaz’da hüküm süren bu tip soylu ailelerden farklı olarak âyan elindekilerini her an kaybetme riskiyle karşı karşıya olan girişimci bir gruptu. Makam ve çeşitli sözleşme/ihale sahiplerinin ölümü her zaman âyanla merkez arasında yeni bir müzakereye yol açıyordu. Dolayısıyla taşra âyanı “makam piyasasında” sürekli rekabet içindeydi ve bu rekabette İstanbul ve yabancı devletler, tüccarla bağlantılarını, hatta isyan tehdidini kullanıyordu.

Âyanın yükseliş yolları çeşitlilik arz ediyordu. Kimisinin kökeni Osmanlı öncesine dayanmaktaydı, kimisi merkezden gönderilmiş ve zamanla yerelde kök salmış imparatorluk görevlisiydi, kimisi de yerelde güç kazanmıştı. Kimisi ticaret ve zanaate hakim olarak, kimisi eğitim sayesinde, kimisi idari görevlerle âyanlığa yükselmişti. Âyanın yerel elitle ilişkisi de farklılık gösteriyordu. Yozgat’ı kuran aile Çapanoğluların yerelde bir rakibi yoktu. Şam’da idare Azmların, ulema Muradîlerin elindeydi. Ancak Mısır’da Arnavut kökenli Mehmet Ali Paşa, Akka’da Bosnalı Cezzar Paşa, Mısır ve Bağdat’ın Gürcü aileleri, Bulgaristan’da Kırımlı Giraylar ve Eflak’ta Fenerliler örneklerinde âyan imparatorluk elitinin mensubu olarak taşraya yerleşmiş ve yerel elite hakim olmuş ayrı bir oligarşi oluşturuyordu.

Yaycıoğlu, âyan ve taşra toplumlarının imparatorluk idaresindeki rolünü arttıran gelişmeleri üç başlık altında özetliyor:

1- Taşra idaresinin yerelleşmesi: Köken ve yerel ilişkilerindeki farklara rağmen âyanın ortak özelliği taşra idaresinde oynadığı kilit roldü. 18inci yüzyılda merkez bürokrasi yerele ancak âyan vasıtasıyla nüfuz edebiliyordu. Âyan yerelde asayiş sağlıyor, vergi ve asker topluyor, savaşa katılıyordu.
2- Taşra idaresinin parasallaşması: Âyan nihayetinde servet ve iktidarın kaynağını oluşturan toprak ve ticaret üzerindeki hakimiyete dayanmaktaydı. Büyük toprak sahipleri çoğu zaman kentlerde oturur, toprak gelirini toplama işini yerel simsarlarına ve taşeronlarına bırakırlardı. 18'inci yüzyılda imparatorluk bu mali bağlantılarla bütünleşirken, taşra idaresi bir işletmeye, ticari bir faaliyete (business) dönüşmüştü.
3- Taşra idaresinin siyasallaşması: Kökeni ne olursa olsun âyan yerel toplumu idare ve temsil eden bir merciydi. 18'inci yüzyıl boyunca giderek daha fazla yerel topluluk kazalardaki verginin yerelde nasıl bölüşüleceğine dair müzakerelere katılıyor, vergi toplayan yöneticilerin seçiminde etkin oluyordu. Gücünü yerel topluluklardan alan âyan, bu toplulukların rızasını alabilmek için rekabet ediyordu. Böylece yerel topluluklar içinde fraksiyonlar oluşmakta ve kolektif eylem biçimleri çeşitlenmekte ve yaygınlaşmaktaydı.

Bu üç gelişmeye cevap vermeye çalışan âyan bir yandan profesyonel katipler, mali uzmanları işe almak diğer yandan finansman için sarraflarla çalışmak durumundaydı. Âyanın işini İstanbul’da takip etmekle görevli kapı kethüdaları hem siyasi danışmanlık hem de başkentte brokerlik hizmeti verirlerdi. Çoğunlukla Yahudi, Ermeni ve Rum olan sarraflar da (Hem kreditör hem de kefil olarak) idarenin finansmanı için vazgeçilmez aktörlerdi ve hem taşrada hem de başkentte mevcuttular. 17’inci ve 18’inci yüzyıllarda bir lonca olarak örgütlenip düzenlenen ve üyeliği kısıtlanan İstanbul sarrafları kapı kethüdaları gibi taşradaki patronları için iş ve ihale kovalamaktaydı. Zaman zaman bunlar finansman ve lobi faaliyetlerinin ötesinde taşrada ve başkentte önemli siyasi aktörlere dönüştüler.

Yaycıoğlu gücünü yerelden alan âyanın zamanla imparatorluğun merkez teşkilatıyla nasıl bütünleştirildiğini anlatıyor. Merkez-taşra, asker-reaya, yöneten-yönetilen ikiliklerinin yeniden müzakere edildiği bu süreçte çatışan taraflar aynı toplumsal dinamiğin ürünü ve aktörüydüler. Bu tarihyazımı bize Osmanlı’da modern (yani kapitalist) devletin ortaya çıkışını anlamak için çok önemli bulgular sunuyor. İdarenin taşeronlaşması ve merkezileşmesinin nasıl iç içe geçtiğini, aynı anda birbirini nasıl tetiklediğini görebiliyoruz. Önümüzdeki hafta tartışacağım gibi, merkez teşkilatının yeniden yapılanması ancak âyanın ve yerel toplumun iş birliğiyle mümkün olacaktı. Yerel ve merkez, özel ve kamu arasındaki bu diyalektik bağlantı özellikle 1980 sonrasında Türkiye’nin geçirdiği dönüşümü anlamak için önemli bir içgörü sağlıyor.  

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...