15 Eylül 2020 00:50

Demek ki sıkışınca "darbeci" ile de aşk yaşanıyormuş!

Kılıçdaroğlu, Sisi ve Erdoğan

Kemal Kılıçdaroğlu (solda), Mustafa Çiftçi/AA |
Abdülfettah es-Sisi (ortada), Wikipedia/CC BY 4.0 | Tayyip Erdoğan (sağda) Murat Kula/AA Kolaj: Evrensel

Paylaş

Doğu Akdeniz’de tek taraflı müdahaleler nedeniyle Türkiye’yi yalnızlaştırması ve dahası Libya’da da giderek devre dışı kalmaya başlaması, Erdoğan iktidarını yeni manevralar yapmaya zorluyor.

Bu manevraların en dikkat çekici olanı, uzunca bir süredir gerilim yaşanan Mısır’la yakınlaşma için yeni adımların atılması oldu. Bilindiği gibi Mısır’da Genelkurmay Başkanı Abdulfettah-es Sisi, 2013’te askeri bir darbe ile İhvancı Musri yönetimini devirmiş ve bölgedeki en önemli müttefiklerinden birini kaybeden Erdoğan iktidarı, Mısır ile ilişkilerini kesmişti.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Mısır ile ilişkilerin kesilmesini her fırsatta “darbe” ve “darbecilere karşı olma” adına iç politika malzemesi yapmıştı. Oysa Erdoğan iktidarı, aynı dönemde Sudan’ın Darbeci Diktatörü El Başir’le ilişkilerini geliştirme yönünde birçok adım atmış ve karşılıklı ziyaretler yapılmıştı. Yani mesele Sisi’nin darbeci olması değil, bu darbenin Erdoğan iktidarıyla aynı çizgideki İhvancı Mursi’ye karşı yapılmış olmasıydı.

Neyse meselenin bu tarafını bir kenara bırakıp son gelişmelere bakalım.

AKP Genel Başkan Danışmanı ve Yeni Şafak Yazarı Yasin Aktay, Katar merkezli Araby21 adlı siteye verdiği röportajda, Ankara ve Kahire arasında temas olup olmadığı sorusuna “Duyduğum ve gördüğüm kadarıyla taraflar arasında bir yakınlaşma ve temas var” yanıtını verdi.

Daha ilginci bu gelişmeyi haber veren Yasin Aktay’ın daha on gün önce 5 Eylül tarihli “Mısır’la İlişkiler ve Kılıçdaroğlu’nun Darbeci Aşkı Mevsimi” başlıklı yazısında “Mısır’la niye kavga ediyorsun?” diyerek Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı eleştiren CHP Lideri Kılıçdaroğlu’nu “Darbeciye aşık olmak”la suçlamasıydı.

Peki, Kılıçdaroğlu’nun Mısır ile ilişkileri savunması, “darbeci aşkı” ise, Erdoğan iktidarının Aktay’ın sözünü ettiği “yakınlaşma ve temas”ına ne demeli?

Elbette Sisi’nin Mısır’ı ile bu “temas ve yakınlaşma” sebepsiz değil.

Erdoğan iktidarının “Oyun kurucu olma”, “denizlerdeki Sevr’i bozma” gibi söylemlerle sürdürdüğü yayılmacı politika, gelinen yerde Türkiye’yi ciddi bir gerilim ve yalnızlaşmanın içine itti. 

Erdoğan iktidarı, Libya iç savaşında Serrac’ın Ulusal Mutabakat Hükümetine (UMH) verdiği destekle süreci belirleyecek aktörlerden biri olmayı umuyordu. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, Hafter’in Libya Ulusal Ordusunun (LUO) elinde bulunan Sirte ve Cufra, UMH’ye teslim edilmeden Libya’da ateşkesi kabul etmeyeceklerini söylüyordu. Ancak bu açıklamalara rağmen Türkiye’deki iktidarın Libya’da belirleyici pozisyonda olmadığını gösterircesine ateşkes ilan edildi. Devamında Libya’da siyasi bir çözüm için UMH ve Temsilciler Meclisi (TM) arasında Fas’ta BM gözetiminde görüşmeler başladı.

Deniz yetki alanları ve enerji arama konularında Güney Kıbrıs ve Yunanistan ile yaşanan gerilim, Fransa’nın bu güçlerle yeni anlaşma ve silah satışları yaparak Doğu Akdeniz’deki gücünü arttırmasının önünü açtı. Yine buradaki gerilimin bir devamı olarak Türkiye, AB liderlerinin 24-25 Eylül’de yapılması planlanan toplantısı sonrasında yeni yaptırımlarla karşı karşıya kalabilir.

ABD’nin silah ambargosunu kaldırması sonrasında Dışişleri Bakanı Pompeo’nun da Güney Kıbrıs’ı ziyaret edip “Türkiye’nin bölgedeki eylemleri bizi endişelendiriyor” açıklaması yapması, dün Libya’da Hafter’i destekleyen Rusya’yı dengelemek için Türkiye’ye destek sunan ABD’nin yeni durumu hem bölgedeki pozisyonunu güçlendirmek ve hem de Erdoğan iktidarı üzerindeki baskıyı arttırmak için bir fırsata dönüştürmeye çalıştığını gösteriyor.

Bu çok yönlü sıkıştırma karşısında Erdoğan iktidarı Güney Kıbrıs ve Yunanistan’la gerilim yaşanmasına neden olan sismik araştırma gemisi Oruç Reis’i Antalya Limanına çekerek “barışçıl çözüm”den yana olduğunu söylemeye başladı.

Herhalde Mısır’la yakınlaşma arayışı da bu gelişmelerden bağımsız düşünülemez.

Tam bu noktada ana muhalefet partisi CHP’nin bu gelişmelerle ilgili yaptığı açıklamaya da değinmek gerekiyor. CHP MYK’si Doğu Akdeniz’deki gelişmelerle ilgili açıklamasında Oruç Reis’in Antalya’ya çekilmesini bir taviz olarak değerlendiriyor ve “Hükümeti, haklı davalarımızdan taviz vermemeye” çağırıyor. Açıktır ki, bu yaklaşım iktidarı sıkıştırmak adına Doğu Akdeniz’de gerilimi tırmandıran yayılmacı politikayı meşrulaştırıyor. Bu muhalefet anlayışı yarın bir gün iktidarın milliyetçiliği kışkırtarak ülkedeki sorunların üstünü örtmek ve olası bir seçimi kazanmak için Ege ya da başka bir yerde ülkeyi çatışmaya sürüklemesine “İçi kan ağlayarak” destek vermekten öteye gidemez!

Toparlamak gerekirse, Erdoğan iktidarını “Darbeci Sisi” ile ‘temas’ noktasına getiren gelişmeler bize iki önemli sonucu gösteriyor.

Birincisi, Türkiye’yi sürekli yeni gerilim ve tehditlerle yüz yüze bırakan yayılmacı dış politikanın çıkmaz bir yol olduğunu.

İkincisi ve daha önemlisi bu politika, emperyalistlerin ortaya çıkan gelişmeleri kendi lehlerine kullanmalarına ve gerilimin tarafları olan bölge gericiliklerinin emperyalistlerle olan bağımlılık ilişkilerinin artmasına yol açıyor.

Oysa ülke ve bölge halklarının çıkarı, burjuva gericiliklerin yayılma ve silahlanma yarışının son bulması; sorunların barışçıl yöntemlerle çözülüp kaynakların iş, eğitim, sağlık, barınma gibi temel ihtiyaçlar için kullanılmasından geçiyor.

Yasin Aktay’ın ne “Darbeci Sisi”ye karşı olmak adına bize demokrasi dersi vermeye kalkması ve ne de Mısır’la ‘temas’ı müjde olarak sunması gerçeği değiştirmiyor: İster darbecisi ve isterse demokrat görünümlü diktatörü olsun, burjuva gericiliklerin “aşk”ı, halkları öldürüyor!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa