05 Ağustos 2020 00:45

Devletin polisi

Ekrem Dönmez gözaltına alınırken

Fotoğraf, @sosyalhukuk Twitter hesabının paylaştığı videodan alınmıştır.

Paylaş

Geçtiğimiz hafta, Hatay’da ailesi ile birlikte akşam yemeği yiyen kentin baro başkanı Ekrem Dönmez, kendisine kimlik soran polise yazılı emri görmek istediğini, yani kontrolün gerekçesini sorunca ortalık karışmış, Dönmez polise mukavemetten gözaltına alınmıştı. Baro başkanı ile polis memuru arasında geçen diyalogda polis “biz devletiz” demişti. Oysa biz Türkiye’de uzun süredir devletin sadece Cumhurbaşkanının şahsında vücut bulduğunu düşünüyorduk. Hatta bunun bir adım ötesine geçip “Ben Devletim” aşamasına eriştiğimizi. Bu konuyu Ahmet İnsel 2018 yılında bir yazısında sarih bir biçimde tartışmıştı (A. İnsel, “Devlet Benim”den “Ben Devletim”e!, Birikim Güncel, 19 Şubat, 2018)

“Devlet benim” sözü kaynağını Fransa tarihinden alır. Rivayete göre, çocuk yaşta tahta oturan XIV. Louis, İspanya Savaşını finanse etmek için çıkarılmak istenen vergilerle ilgili düzenlemelere parlamentonun ayak diremesi nedeniyle bu sözü sarf eder. Parlamento başkanının, devletin çıkarları söz konusu olduğu için kraliyet kararlarının incelenmesi gerektiğini söylemesi üzerine kelimeler ağzından dökülüverir. Kralın şahsının devletle özdeşleştiğini, taht ile devletin ayrılmaz bütünlüğünü anlatan bu ifadenin, siyaset biliminde mutlak monarşileri tanımladığı kabul edilir.

Buradan hareketle, şeytanın avukatlığını yapıp birkaç soru soru sorabilir ve tartışmayı genişletebiliriz. Şayet “devlet benim” ifadesi monarşilere gönderme yapıyorsa, monarşiler de tek kişinin yönetimi ve devletle özdeşleşmesi ise, kendisine kralla birlikte “devlet benim” diyen herkes onun iktidarına ortak olmaya, hatta daha doğru bir ifadeyle, mutlak iktidarının temeline dinamit koymaya çalışmıyor mudur? Hele de bir adım öteye gidip “ben devletim” diyen bir yönetici karşısında. Yoksa, yöneticisinden duymaya alışkın olduğu sözleri basitçe taklit mi ediyordur? Zor sorular…

Türkiye’de polisin kendisini devletle özdeşleştirmesi yeni bir şey değil. Bir yandan kurumun kökenleri, diğer yandan polis bilgisi (police knowledge) bu özdeşleştirmeyi mümkün kılıyor ve besliyor. Polis teşkilatları, karma yapılar da söz konusu olmakla beraber, iki modelden birine göre inşa olur. Daha çok Kıta Avrupa’sında etkili olan Fransız modeli ve İngiltere ve Kuzey Amerika’da benimsenen Anglosakson modeli. İlki kaynağını siyasal iktidardan, ikincisi toplumdan alır. İkisi arasındaki temel ayrımlardan bir diğeri de, yurttaşla olan ilişkisinde ortaya çıkar. Fransız modelinde polis yurttaşı denetler ve yönetir, Anglosakson modelinde ise yurttaşa hizmet eder. Bunu polis ve protesto eylemleri konusundan hareketle şöyle somutlaştırabiliriz. Bir protesto eylemi düzenlendiğinde, Fransa’da polis kendini o eylemi denetlemek ve bastırmakla, İngiltere’de ise eylemin yapılmasını kolaylaştırmakla ve yurttaşın güvenliğini sağlamakla yükümlü görür.

Türkiye’deki polis kurumunun da kökenlerinde yer alan Fransız ya da Kıta Avrupası modeli, siyasallaşmış, devletten kaynağını alan, kendisini devletin bekasının bekçisi olarak addeden anlayışa dayanır. Bu anlayıştan hareketle, bir mekânda kimlik kontrolü yapan polis bu denetimi yaparken artık kendisini devleti korumakla yükümlü görmekte, vatandaşı denetlemekte ve yönetmektedir. Kendisine karşı çıkan bir baro başkanı ise, devletin bekasına tehdit oluşturmaktadır.

Aynı modele dayanan polis teşkilatlarını birbirinden ayıran ve demokrasi ile ilişkisini şekillendiren iki püf nokta var. Bunlardan ilki, yasal dayanaklar ve sınırlar meselesi. Bir başka anlatımla, kendini yasayla bağlı görüp görmeme. Türkiye’de polisin kendini öyle bir yasayla bağlı görmeme hali söz konusudur ki, polis memuru eyleminin yasal dayanağını soran bir avukata şaşkınlık içinde bakabilmektedir. İkincisi ise cezasızlık. Yasayı bilmeyen, yok sayan ve ihlal eden polis ceza almayacağını bilir. Sistemin ya da bir şahsın kendisini koruyacağından emindir. Çünkü o, vatandaşın polisi değil, -şahsa özgülenmiş olsun ya da olmasın- devletin polisidir.

Polisin kendisini devletin sokakta -restoranda- görünen yüzü olarak görmesini kolaylaştıran bir diğer faktör de polisin yaptığı işe dair algısı. Polisin algısından yani polis bilgisinden söz ediyorum. Kavram, polisin kendisini çevreleyen dış dünyayı ve icra ettiği mesleğini, oynadığı rolü nasıl algıladığını anlatır. Polisin mesleki ve çevresel kültürüne gönderme yapar. Türkiye’de polis bilgisi, “biz” olmayan yurttaşı, karşı çıkanı, protestocuyu “onlar” diye kategorileştirip düşman addeden ve devletin bekasına tehdit oluşturanlar olarak gören bir algı üzerine kurulu. Böyle bir algıda yasal dayanak çoğu durumda teferruattan başka bir şey değil. Hatta bilinmesine pek gerek de yok. Zira bu sistemde “devletin” bekası yasanın yerini almış durumda. Üstelik de cezası yok, ödülü var.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...