27 Temmuz 2020 00:38

CHP’de öz eleştirisiz kurultay

CHP 37. Olayan Kurultayı

Fotoğraf: AA

Paylaş

CHP’nin 37. Kurultayını, iki kongre arası dönem ve CHP etrafında oluşan beklentilerle birlikte tartışmak fotoğrafı bütünlüklü görebilmek bakımından daha anlamlı görünüyor. Başlarken bu yazının hareket noktasının, CHP’ye siyaset önerisi yapmaktan çok, soğukkanlı bir okuma çabası olduğunu belirtelim.

Kurultaya ilişkin yapılan değerlendirmelerde, pandemi koşulları nedeniyle alınmış olan önlemlere dikkat çekilerek, sandalyelerin havalarda uçuştuğu CHP kongrelerine kıyasla farklı bir kongreye tanıklık edildiği başlıca vurgular arasındaydı. Aslında salondaki havayı belirleyen dinamikler içinde pandemi koşullarını belki en sonlara yazmak daha doğru. Zira bu kongreye, Kemal Kılıçdaroğlu’nun tek aday olacağı ya da olmasa dahi, muhalefetin öncesine kıyasla fazlaca şanslı olmayacağı bir kongre hikayesiyle gelindi. Özellikle son yerel seçimlerde CHP’nin merkezinde olduğu ‘Millet İttifakı’nın başlıca büyük kentleri kazanmış olması, iktidar cenahında yaşanan erime ile de birleşince, Kılıçdaroğlu’nun ortaya atmış olduğu muhalefet ile sağın farklı birleşenlerini AKP karşıtı bir iktidar ittifakının unsurları olarak konumlandırma stratejisi bir başarı sağlamış oldu. Her geçen gün artan baskı politikaları ve derinleşen yoksulluk, siyasette bir çıkış arayışını gündemleştirirken Kılıçdaroğlu kurmaylığındaki ekibin buna yanıtı, demokrasiye ihtiyacı olanların beklentileri ile sermayenin ve küresel güçlerin beklentilerini realize edebilecek AKP karşıtı bir ‘merkez siyaset’ inşasıydı. AKP’den ayrılarak yeni partiler kuran Davutoğlu ve Babacan ile bir çıkışın etüdü üzerinde kafa yoran epey bir kesim bu arayışın etrafında pozisyon almış görünüyorlar. Bu yoğunlaşan beklentiler, ‘tek adam’ yönetiminin ceberutluğu karşısında ‘güçlü parlamenter sistem’ vurgusu yapan Kılıçdaroğlu’nun yelkenini dolduran bir rüzgar işlevi görüyor.

Kılıçdaroğlu’nun kurultaya giderken, 19 Temmuz günü Cumhuriyet gazetesinde “Yeni devletçilik: Güçlü sosyal devlet” başlığıyla yayımlanan, “sosyal devlet devletçiliği” vurgusu yaptığı yazısı da, sosyal demokrasinin ideallerinin girilen ittifak siyasetinin dengelerine kurban edilmeyeceğini izah etme ihtiyacı gibi de duruyor. Kılıçdaroğlu’nun kurultaydaki konuşması da aynı minvaldeydi. Temel olarak kapitalizm sınırları içinde yol yürümeye çalışan bir sosyal demokrasi anlayışı bakımından Kılıçdaroğlu’nun dile getirdiği hedeflere eklemeler yapılabilir ama aşağı yukarı kendisine çizdiği sınırlar bakımından üzerinde çalışılmış maddeler sıraladı. Kürt sorununu temel sorunlar arasında saydı ve temel politik referansları bakımından “terörle mücadele” vurgusunu da net bir biçimde ifade etti. Bu, iktidar cenahından gelebilecek salvolara karşı kendisini sağlama alma taktiğinden ziyade, Kılıçdaroğlu ve CHP kurmaylarının bu bağlamdaki duruşunun ifadesi olarak okunmalı.

Kılıçdaroğlu’nun, kurultayda sıraladığı hedefleri nasıl gerçekleştireceği sorusuna “dostlarımız ile birlikte” yanıtını vermesi ise seçilmiş bir taktik söylem gibi duruyor. Yani sadece resmi ittifak yapılan ‘Millet İttifakı’ partileri değil, başta HDP olmak üzere desteği istenen, gayri resmi güç birliği çerçevesi içinde görülen tüm politik aktörler.

Güçlü işçi sendikaları ile organik bağlar içinde örgütlenmiş bir sosyal demokrat parti geleneği üzerinde konuşmadığımıza göre, CHP kurultayını başlıca hangi yönü ile tartışmalıyız?

Bir köşe yazısının sınırlarını aşan birçok yön var ancak bizce en temel eksiklik Kılıçdaroğlu’nun konuşmasında tek bir cümle olarak dahi göremediğimiz öz eleştiridir. Demirtaş’ın neden cezaevinde olduğu sorup, dokunulmazlıkların kaldırılmasına verdikleri destekle bunun yolunun açılmış olmasını es geçmek, asker ölümlerine vurgu yapıp tezkerelere verilen desteği anmamak, laikliğin geldiği noktadan yakınıp Ayasofya meselesinde tutarlı bir karşı politika üretememiş olmayı es geçmek kabul edilemez.

Kılıçdaroğlu’nun, bir iktidar alternatifi oluşturmak bakımından kendi siyasetinin farkını kurduğu ‘dini ve milli hassasiyetleri’ gözetme düsturunun bir sonucu da tüm bunlardır. Peki, böylesi bir taktik politik hatla bu maliyetler olmadan yol alınabilir miydi? Bu soru üzerine çok şey söylenebilir. Ancak hayat da, siyaset de yaşanmış pratikler üzerinden ilerliyor.

Bu gerçekliklerin sadece İlhan Cihaner’in konuşmasıyla yansımış olması da, iktidar hedefine kilitlenilen bir dönemde bunların zamanı olmadığı mantığına dayanıyorsa, o daha kötü.

Diğer önemli bir nokta da, ‘o sandık milletin önüne gelecek ve günlerini görecekler’ anlayışını kaldıramayacak kadar sert bir siyasi zeminde yürüyor olduğumuz gerçeğidir. Belli ki, iktidar epey bir süredir, muhalefeti kriminalize ettiği ve seçim sistemi bakımından da kendi iktidarını devam ettirebilmeyi mümkün kılacak bir çıkış üzerinde çalışıyor. Böyle bir rakip karşısında, halkı, siyasete katılımı bakımından oy ve sandık denklemi içinde tanımlayan, bununla sınırlayan bir ‘parlamenter’ algı ne kadar güçlendirilmiş olursa olsun yeterli olabilir mi?

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...