22 Temmuz 2020 00:30

Başkalarının mücadelesi

Dikenli tel ve renkli el çizimleri

Fotoğraf: Pixabay

Paylaş

Ne kadar çok ortak meselemiz, derdimiz var, ama bu sorunlar karşısında mücadelemiz bir süredir pek de ortaklaşmıyor. Sorunlar dağ olmuş durumda. Mülteci ölümleri, linçler, tacizler, gözaltılar ve tutuklamalar, kentsel talan… Gündem çok can yakıyor. Buna karşılık sesler cılız. Biraz gür çıkanlar da çoğu kez uzun soluklu olamıyor.

Geçtiğimiz günlerde bir araya geldiğim bir arkadaşım sohbetimiz sırasında, demokrasinin yeniden inşası ve haklara sahip çıkma konusunda kimsenin çok da fazla bir şey yapmadığını, herkesin karşısındakinin harekete geçmesini beklediğini söyledi. Bu “bekleme” haline dair gözlemlerini aktardı. Gazeteci, sivil toplumdan, sivil toplum aydından, aydın siyasetçiden bekliyor, diyordu. Bu “herkesin başkasından bekleme hali” bir ara benim de üzerine çok düşündüğüm bir konuydu, ama zamanla zihnimde geri plana itmişim meğer. Tıpkı bir kurtarıcı bekler misali, birinin ya da birilerinin çıkıp bütün hukuksuzluklara ve hak ihlallerine karşı mücadeleyi başlatacağı beklentisinin toplumda ne kadar hâkim olduğunu gözlemiştim.

Bu beklentinin şüphesiz ülkenin siyasal tarihinden ve kültüründen kaynaklanan bir yönü var. Kurtarıcı baba figürü kuşaklar boyunca zihinlere kazınmış. Taban mücadelesi ile kazanılan değil de, tepeden bahşedilen hakların sayısı hiç az değil. Tartışma, müzakere, birlikte karar alma pratikleri yok denecek kadar az, otoriter anlayış, hiyerarşiler her kuruma ve örgüte nüfuz etmiş. Liste böyle uzar gider...

Bu saydıklarım elbette Türkiye’deki toplumsal ve siyasal mücadeleleri yok saymak anlamına gelmiyor. Öyle anlaşılmamalı, zira ülke ve hatta dünya tarihinde yerini almış önemli hareketler ve mücadeleler var. Bugün de bir yandan örneğin barolar, diğer yandan feministler hak ihlallerine karşı mücadelelerini sürdürüyorlar. O nedenle, en azından şu günlerde soruyu “neden mücadeleler sektörlerarası hale gelemiyor, neden herkes sadece doğrudan kendisine değen meselelerde harekete geçiyor -o da geçiyorsa-, neden hareketler toplumun geniş kesimlerini içerip kitleselleşemiyor” biçiminde sormanın daha doğru olduğunu düşünüyorum. Bu soruyu başka bir yazımda etraflıca ele alacağım.

Bu yazıda derdim biraz farklı. Başkasının harekete geçmesini bekleme ve başkasının mücadelelerine fizikken uzaktan bakma hali üzerine düşünmek istiyorum. Türkiye’de sesini çıkarmak, muhalif olmak, hak talep etmek hiçbir zaman kolay olmadı. Her zaman riskleri büyüktü, ağır bedeller ödemek anlamına geliyordu. Bazı dönemlerde bu riskler ve bedeller daha da katmerlendi. 2015 yılı bu açıdan dönüm noktalarından biri. Hem hak kayıpları hem de ağır ihlaller açısından. Son beş yıldır yaşananlar nedeniyle, mücadeleyi yaşam biçimi olarak benimsemiş olanların bile çoğu bezmiş halde. Toplumsal muhalefetin bir kısmında korku, bir kısmında bezginlik, bir kısmında da her iki duygunun harmanı hâkim. Öfke ve kızgınlığın harekete geçirici etkisine karşılık, korku ve bezginlik daha çok hareketsizliği beraberinde getirir. Bu iki duygudan kendisini azade kılmış ve sesini çıkarmış olanların büyük bir bölümü de cezaevinde. Binlerce kişi yurtdışına gitti.

Bir de bunlara ilaveten, son dönemlerde iktidarın politikalarından hoşnutsuz olanların çoğu, cesaretle sesini yükselten kişilere ve gruplara fizikken uzaktan destek vermeyi tercih ediyor, bu kişilere karşıdan hayranlık besliyor. Ancak seslerine ses olma konusunda geri durmayı tercih ediyor. Protesto eylemleri yapanları duygusal olarak destekliyor ama kendisi sokağa çıkmıyor. Şırnak’ta bir uzman çavuşun 13 yaşındaki çocuğa yönelik cinsel istismarını protesto etmek için sokağa çıkanlara sosyal medya üzerinden destek veriyor, ancak kendisi çıkıp sokakta sesini yükseltmiyor. Toplumun geniş kesimlerinde adeta “evet, haksızlıklar ve ihlaller var, demokrasi yok, ama bizim yerimize birileri mücadele etsin, ses çıkarsın, bedel ödesin” der gibi bir hal hâkim.

Bekleme ve uzaktan bakma halini, yurttaşın içinde bulunduğu duygu durumunu fark etmiş olsalar gerek ki, geçtiğimiz hafta Sanatçılar Girişimi “korkmuyoruz” diyerek sesini yükseltti. “Bütün yurttaşlarımızı daha cesur daha özgüvenli, daha inançlı ve kararlı olmaya çağırıyoruz” dediler ve ortak sorunlara karşı kolektif mücadele çağrısı yaptılar. İşsizlikten, parlamentonun işlevsizleştirilmesine, iş kazalarından, hayat pahalılığına, hukukun ilgasına kadar çok sayıda ve kritik soruna dikkat çeken bildirinin altında elli beş sanatçının imzası var. Çağrının nasıl yankı bulacağını, bu sesin çoğalıp çoğalmayacağını önümüzdeki günlerde birlikte göreceğiz.

Sonuç olarak, riskleri ve bedel ödemeyi göze almak toplumsal koşullarla şekillenen bireysel bir tercih. Ancak, herkes riskleri başkalarının göğüslemesini beklediğinde, baroların eylemleri, sanatçıların girişimi vs. gibi sektörel eylemler heyecan ve umut yaratsa da, bu heyecan maalesef daha geniş bir kolektif mücadeleyi beraberinde getirmiyor. Farklı toplumsal kesimlerin ortak bir amaç etrafında birleşmesi mümkün olmuyor. Sorunları ortaklaştırmak ve çözümü birlikte aramak gerek.

İlerleyen haftalarda bu netameli ve çetrefil mesele üzerine yüksek sesle düşünmeye devam edeceğim.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...