30 Mayıs 2020 19:27

Onurun gölgesi

Taraftar grupları, Gezi Parkı'ndaki eyleme destek amacıyla Taksim Meydanı'na yürüdü - 8 Haziran 2013

Taraftar grupları, Gezi Parkı'ndaki eyleme destek amacıyla Taksim Meydanı'na yürüdü - 8 Haziran 2013 | Fotoğraf: Onur Çoban/AA

PAZAR
Paylaş

Okulların, yıl sonunda yaptıkları Onur listesini not ortalaması en yüksek çocuklardan oluşturmasını oldum olası anlamamışımdır.

Çünkü onur, yüksek puan almak ya da bir yarışta başta gelmek değildir.

Aynı okullar, mezunlar etkinliklerinde onur ödüllerini yaşam boyu duruşunu ve çizgisini bozmayanlara verirler zira.

Onur kelimesini TDK, “Kişinin kendi varlığına, kendi kişiliğine karşı beslediği saygı, insanı insan yapan iç değer” olarak tanımlıyor.

Son zamanlarda bir dizi izledim: “Bonfire of Destiny”

4 Mayıs 1897’de Paris’te, Le Bazar de la Charité’de kurulan panayırda çıkan bir yangını anlatıyor. Gerçek bir olaya dayanıyor. Onurun ne olduğuna dair her bölüm ayrı bir ders veriyor.

Panayır, aristokratların katıldığı bir bağış etkinliği.

Bu zengin zümrenin soylu beyefendileri, yangından kaçmak için kadınları geriye itiyor, eziyor ve sonuçta yangında ölen 126 kişinin tamamı kadın ve çocuklardan oluşuyor. Dönemin hanımefendilerinin kıyafetlerinin korseli kabarık eteklerden oluştuğu düşünülürse kaçmalarının ne kadar zor olduğu, yardıma ne kadar ihtiyaç duyacakları anlaşılabilir.

Kendini alevlere atarak kadınları kurtarmaya çalışanlar ise etraftaki dükkanlarda çalışan işçi sınıfı.

Yani onur kavramı, mevkiden ve maddiyattan bağımsız.

Kendi mevkiini korumak adına, kazara çıkmış bu yangını, rejim muhaliflerinin üzerine yıkmak için iş birliği yapan bir başka soylu beyefendi ise süreç sonunda ceza alacağını, siyasi ve sosyal itibarının yok olacağını bilmesine rağmen, halkın önünde gerçekleri söylemeye karar veriyor.

İçsel savaşını onur kazanıyor yani.

Onuru Wikipedia ise şöyle tanımlıyor:

Hem sosyal öğretim hem de kişisel ahlak olan, kendini bir davranış kodu şeklinde gösteren ve cesaret, şövalyelik gibi çeşitli unsurlara sahip bir kişinin kalitesi olarak birey ve toplum arasındaki bağ fikridir. Dürüstlük ve şefkattir.

Yani aslında kişinin kendi öz saygısının toplumsal bir karşılığı da vardır.

Onurlu insana saygı duyulur, onurlu insana güvenilir, onurlu insanla yola çıkılır.

Çok büyük kahramanlık ve şövalyelikler değildir onurlu olmayı sağlayan.

Yaşlı biri elinde ağır poşetlerle soluk soluğa kalmışken, bir yere yetişecek olsa da durup taşımasına yardım edendedir, terfi alma ihtimali varken başarısının ekip işi olduğunu söyleyebilendedir. Yokuş yukarı kağıt toplama aracıyla çıkmaya çalışanın arkasından korna çalanda değil, inip el verendedir. Midas’ın kulakları eşek kulakları diyende, kral çıplak diye bağırabilendedir. Yani doğruyu şaşmadan söyleyendedir. Hatta bazen onur, kırdığı saksının yanında başı önde bekleyen ve suçunu kabul eden evcil hayvanın gözlerindedir.

Onurlu insan cesurdur ama korkmaz diye bir şey yok.

Cesaret, korkmamak değil, korkuyla baş edebilmek, üzerine gidebilmektir.

Korkuyla savaşında, gerçeğin kazandığı insandır onurlu olan.

Bundan 7 sene önce, milyonlarca onurlu insan, bir korku duvarını aştılar hep birlikte.

İçlerindeki savaşta gerçekleri söyleme arzusu ağır bastı.

İnsan olmanın en güzel yanları su yüzüne çıkıverdi birden.

Ortalık gaza boğulmuşken, tam o dumanı geride bıraktım derken, yere düşen hiç tanımadığı biri için geri döndüler.

Gözleri yanarken, elindeki Talcid şişesinin dibini bir başkasına ikram ettiler.

Hırsızlara karşı evleri üçer kilitle koruyan çelik kapılar, geceleri aralık bırakıldı, birilerinin ihtiyacı olur diye.

Sokakta göz gözü görmezken, duman içeri girmesin diye kapatılabilecekken, aşağıya limon atabilmek için açıldı pencereler.

Sabahın köründe kalkıp börek açtı teyzeler, çadırda kalan çocuklar uyanınca sıcak sıcak yiyebilsinler diye, ellerinde tepsilerle aştılar polis koridorlarını.

Bir günde yüzlerce hasta bakan doktorlar, geceleri uyumak yerine pansuman ve dikiş atmak üzere revirlere koştular.

Her şey bir yana yüzlerce revir kurdu insanlar, bir sahra hastanesinin ne polemiklere sebep olabileceğini gördük bugünlerde.

Bir insana iyi gelmek, el vermek ve yüksek sesle doğru bildiğini söyleyebilmek, üzerimizdeki tonlarca ağırlığı atıp özgürleşmek hissiydi.

Yürürken omuzlarımız ve başımız dikti.

Şimdilerde, Gezi’deki fotoğraflarını paylaşmaya korkan var, yıl dönümünü kutlamaya, kayıpları anmaya çekinen var. Öte yandan da alkış tutuyorlar 9 bin kilometre ötedeki Minneapolis halkının isyanına.

Onur, alkışı hak eder ama herkes kendi kavgasını önce bir içinde versin.

Hiçbir haklılık, baskı altında değer kaybetmez.

Haklıydık. Tarih de bu haklılığı yazmaya devam ediyor.

Dayanışma kurtaracak demiştik, işte pandemide ne o AVM’ler, ne gökdelenler ne köprüler ne havalimanları, sığınılan şey yine dayanışma oldu.

Faturaları üleşmek, ihtiyaç fazlasını paylaşmak, başkasına da kalsın diye stoktan kaçınmak, kendin kadar diğerlerini de korumak için maske takmak, sokağa çıkamayanın alışverişini yapmak da Gezi ruhuna dair.

2013’te onurlu milyonlar gördüm.

Bu yüzden Gezi’den sonra bir daha asla umutsuz olmadım.

Korku, onurun gölgesinde kalsın.

Umutsuz olmayın!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...